Geçen hafta AB hükümet ve devlet başkanları, İsrail-Filistin sorununu ele almak için Brüksel’de bir araya geldi. BBC Türkçe’den Yusuf Özkan’ın haberine göre, tıpkı hafta başında Lüksemburg’da yapılan AB Dışişleri Bakanları toplantısında olduğu gibi liderlerin yaklaşık 5 saatlik zirvesinde de “ateşkes” teriminin kullanılması konusunda anlaşmazlık çıktı.
Habere göre; İspanya’nın yanı sıra İrlanda ve Belçika gibi ülkeler “daha geniş kapsamlı bir ateşkes” önerisini savundu. Ancak “en sert muhalefet Almanya Başbakanı Olaf Scholz’dan geldi.” Scholz ateşkesin “İsrail’in kendini savunma hakkını elinden alacağı”nı savundu. Almanya Şansölyesi’nin “İsrail son derece insani ilkelere sahip bir demokrasidir. İsrail ordusunun uluslararası hukuk kurallarına saygı duyduğundan hiç şüphem yok” dediği, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Avusturya’nın da İsrail’e yönelik baskıdan çok, Hamas’ın durdurulması gerektiği savı üzerinde durduğu belirtildi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu duruma tepkisi “AB Komisyonunun ateşkes çağrısı yapabilmesi için daha kaç çocuk ölmelidir? BMGK’nin harekete geçmesi için daha kaç ton bombanın Gazze’ye düşmesi gerekir?” oldu. AB’nin kendi içinde ne kadar yalpaladığını geçen hafta Dışişleri Bakan Yardımcısı ve AB Başkanı Mehmet Kemal Bozay, TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu’na yaptığı sunumda anlattı. Bir milletvekilinin AB ve Türkiye’nin İsrail’e yaklaşım farkını sorması üzerine Bozay üç örnek verdi.
Yanlışa düştüler
Birinci farkın, 7 Ekim günü yapılan Dışişleri Bakanlığı açıklaması olduğunu söyledi Bozay, ilk açıklamada kınama ve bütün taraflara itidal telkini yapıldığını çünkü daha o aşamada 2006 ve 2014 deneyimlerinden dolayı İsrail’in “orantısız” bir şekilde saldırabileceğinin görüldüğünü vurguladı. Avrupa Birliği’nin o sırada ses çıkarmadığını kaydeden Bozay, “tam tersine ikinci, üçüncü gün AB’nin üst düzey yetkilileri, Avrupa Komisyonu Başkanı ve Avrupa Parlamentosu Başkanı İsrail’e gidip destek ziyaretinde bulundular. Tamamen AB’nin hâlen siyaseten olgunlaşmadığına büyük bir örnekti bu. Çünkü daha neyin ne olduğu belli olmadan ve bizim gibi bir birikimleri olmadığı için kurum olarak böyle bir yanlışa düştüler. Tarih önünde sorumlu olmak, tarih önünde yanlış çıkmak umursanmayabilir ama değişen bir vicdan anlayışı da görüyoruz bu yaşananlar üzerinden” dedi.
Bozay, AB Komisyon ve Konsey Başkanı’nın yaptıklarıyla İsrail’i cesaretlendirirken, AB Dışişleri ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’i farklı açıklama yapmaya sevk ettiğini hatırlattı. Borrell, İsrail’in kendini savunma hakkını uluslararası insani hukuka göre yapması gerektiğini söylemişti. Bozay, “O kadar dengesizlik onun bile, anladığımız kadarıyla, siyasi birikimini ve vicdanını titretti” ifadesini kullandı.
Yardımlar ve temaslar
Bozay, ikinci farkın yardımlar olduğunu söyledi. AB’nin Filistin’e yardımı önce kestiğini, Türkiye’nin ise tam tersine arttırdığını belirten Bakan Yardımcısı, AB’nin Türkiye’nin yardımlarının ulaşmasından sonra da 78 milyon yardım taahhüdünde bulunduğunu kaydetti. Böylece, AB’nin, Türkiye’nin olgunluğunda olmadığının bir kez daha görüldüğünü söyledi.
Bozay, üçüncü fark olarak da temas trafiğine işaret etti. Türkiye’nin “harını kendisinin de hissedebileceği bir yangının yayılmasını önlemek için” çalıştığını söyleyen Bozay, “Dışişleri Bakanımız bütün bölge ülkelerini gezerken Avrupa Birliği’nin bu tarafta sanki bir şey yokmuş gibi sadece İsrail’le temas ettiğini görüyoruz. Göstermelik olarak bazı ülkelerin sayın Abbas’ı ziyaret ettiğini görüyoruz” dedi.
Özetle; bir çatışma ortaya çıktığında sadece onun tarafları değil, tanıkları da kendi sınavlarını veriyor.