İnsan özü, aslında iyilikle kötülüğü bir arada barındırır. İnsan olmak ise, anlamını büyük oranda iyiye yönelmekle bulur. Bünyesinde barındırdığı ikilem, insanı ömrü yettiğince kendi içinde mücadele etmeye iter. Hayatta karşılaştığı bir takım olay ve durumlar style="margin: 0px; font-stretch: normal; line-height: normal; font-family: ">
Evet, kötülük dürtüsünün de iyilik gibi içimizde yaşamasına izin veriyoruz, belki de engel olamıyoruz. Ancak insan yine de inanamıyor. Özellikle en çok Doğu halklarına özgü karakter özellikleri arasında yer alan aşırı duygusallık, merhamet ve şefkat gibi hisler düşünüldüğünde karıncaya bile zarar vermekten kaçınan insanlar topluluğu gelir aklına. Sabah uyandığınızda elinize aldığınız ya da akıllı telefonlarınızın ekranı aracılığıyla ulaştığınız insana dair haberlere şöyle bir bakmanız yeterli olur bu inancınızın zedelenip hiç olmasına. Dünyaya ve dünya üzerinde yaşayan canlılara kötülük yapmaktan en fazla çekinen toplumlar arasında olmamız gerekirken her gün şahit olduğumuz o birbirinden korkunç olaylar...
Sözde vicdanlı, ahlaklı, kibar ve sosyal insanlar nasıl oluyor da günün birinde korkunç birer canavara dönüşebiliyor? Biz hangi ara
Zordur bu ülkede kadın olmak.
Aile, iş ve sosyal hayatta kadın kimliğiyle "ben de varım!" diyebilmek. Varlığını görünür, kabul edilir, saygı duyulur kılmak.
Kadını ötekileştirme eğilimi, erkeğin dört bir koldan kayırılıp yüceltildiği çocukluk yılları itibariyle başlar. Tek görevi erkeğin kahraman olmasına izin vermek olan, var olmaları ancak yanlarındaki erkeğin varlığıyla anlam kazanan, girdikleri her ortamda ve karşılaştıkları herkese karşı dikkatli olmaları öğütlenen, az konuştukça, az güldükçe, sakladıkça, gizlendikçe takdir edilen kadınlar, masallar aracılığıyla kulaklara dolmaya başlar sinsice. Özgürlük en iyi ihtimalle şımarıklık, sosyalleşme fazla rahatlık, cinsellik ayıptır eğer bir kadın mevzu bahis ise.
Sonra masalların sonu gelir ve minik kadınlar büyür. Gerçek hayat tüm ağırlığıyla karşılarındadır. Her ne kadar aydınlanma, modernizm derken günümüzde artık bir şeyler değişmeye başlamış da olsa kadın hala öteki olmaya devam eder pek çok açıdan. Belirli bir gruba ait kültürel seviye, eğitim düzeyi, dünya görüşü, toplumsal bakış açısı gibi faktörler kadının yerini söz konusu ortamda bir miktar değiştirebilir elbette. Fakat neticede hiçbir zaman tam
Marka Strateji Danışmanı ve Yazar Didem Moralıoğlu, “Kuşbakışı Hayatlar” isimli tek kişilik değişim ve dönüşüm sanatı gösterisini 13 Mart Salı günü saat 20:30’da UNIQ Hall Lounge’ta sergileyecek.
Marka Strateji Danışmanı ve Yazar Didem Moralıoğlu görsel hikayeler, dans, klasik müzik ve şiirlerle bezenmiş “Kuşbakışı Hayatlar” isimli gösterisini 13 Mart’ta UNIQ Hall Lounge’ta sergileyecek. Mutluluğa ve başarıya ulaşmanın yolunun o içimizdeki cesur çocuktan geçtiğini aktararak, katılımcıların bu gösteriden; yüzlerindeki tebessümün yanı sıra hayatlarına cesaret, azim ve coşkuyu dahil etmiş ve bakış açıları değişmiş kişiler olarak ayrılmalarını sağlayacak.
Yazar ve yönetmen Murat İpek’in kaleme aldığı, iki perde olan “Kuşbakışı Hayatlar” isimli gösteride Didem Moralıoğlu öncelikle bize “Siz hiç bugüne kadar hayatınıza ve hayallerinize yukardan baktınız mı? Hani siz yükseldikçe özgüven seviyeniz artar ya…Hayat kanatlarınızın altına girer ve ulaşılmaz sandığınız o kocaman hayaller küçücük görünürler. Çünkü kuşbakışı hayat, tüm düşlerinizi önünüze serer” diyor ve hepimizin hayallerine ulaşmak için içindeki o çocuğu her daim canlı tutması gerektiğini; “İnsan, en büyük
Aşkın yeri ve zamanı olmaz, bilirsin. Tabi öyle filmlerdeki gibi yolda yürürken çarpışıp elinden düşürdüğün kitapları yerden almak üzere eğildiğinde göz göze geldiğin adama aşık da olmazsın pek. Öğrenciysen okulda, çalışıyorsan iş yerinde ona rastlaman en büyük olasılıktır. Sonra okulmuş, ofismiş demeden başlarsın yaşamaya çünkü mekanın, zamanın değeri yoktur aşkta. Zamanın ötesinde hissin kendisidir mühim olan. Önünde açılan belki paha biçilemez bir hazine belki de Pandora'nın kutusudur ama o anda tüm evrenin gelip dayandığı yegane nokta, sana o kutuyu açtıran kişidir. Dolayısıyla aşk iş yeri dinlemez, kariyer dinlemez, geçmiş, gelecek, hatta şimdiki zaman bile dinlemez, her şeye ve herkese rağmen yalnızca yaşanır.
İki kişilik eşitsizlik
Bir rivayete göre aşk eşitsizlikten doğar. Duygular arası eşitsizlik, konumlar arası eşitsizlik... İki kişi arasındaki mesafedir bu denli güçlü bir duyguyu ortaya çıkaran. İçinde bir kaç doz imkansızlık olmadan olmaz. Ve tam da o imkansızlığın kendisi bağımlı kılar seni aşka. Taraflardan biri her zaman daha çok aşık, daha gözü pek, daha inatçı ve öteki her zaman daha imkansızdır.
Kim derdi ki yıllardır beklediğin, fallarda bir
Sürüden ayrıl kı fark yaratasın
Sana biçilmiş ömrü sürerken yapmaman gerekenler listesinin başında sinmek gelir. Hayatta başına her ne gelirse gelsin sinme, elini eteğini yaşamaktan hiçbir koşulda çekme. Vazgeçmek sana bu hayatta herhangi bir şey kazandırmayacağı gibi benliğin de dahil olmak üzere çok şey kaybettirebilir.
Bırak, cesaret sana ve hayatına fark katsın
Yenilikten, yeni ve ilk adımı atan olmaktan geri durma. Zira ancak cesaret edersen yaşama yeni ve farklı olanı kazandırma şansın olur. Risk almadan, olabildiğince emniyetli ve sıradan bir yaşam sürdüğünde belki başın ağrımaz fakat sana dair bir iz bırakma şansın da pek olmaz bu dünyada.
Sen diğerlerine aldırma; zihninin ve kalbinin işlemeden pas tutmasına izin verme. Korkmadan at adımlarını, cesaret ömürlük yoldaşın olsun! Yapılmayanı yap. Millet Fransızca, İspanyolca öğrensin, sen git Fince kursuna yazıl. Düşün bir kere; Steve Jobs üniversitede kaligrafi dersi almasaydı, bunu diğerleri gibi boş bir zaman kaybı olarak görseydi, piyasaya sürdüğü bilgisayara farklı fontları yüklemeyi akıl edip yaratıcılığıyla ezber bozabilir miydi?
Bırak insanların senin için kurguladığı hayatı yaşamaya çalışmayı. Kendini
Dior’un Miss Dior ismini taşıyan parfümünün yeni yüzü Natalie Portman ekim ayı başında dolaşıma giren reklam videosunda aşkın birbirinin içine geçmiş duygularını bize gösterip en sonunda soruyor: “Ya sen? Sen aşkın için ne yapardın?”
Mesleki eğilimlerim beni elbette işin pazarlama ve markalama detaylarını incelemeye itti. Reklam filmi kısa ama vurucu. Miss Dior’un kimliğinde taşıdığı haute couture tarzı, uçarılığı, taşkınlığı, duygularını olduğu gibi yaşama cesaretini etkili bir şekilde bize geçiriyor. Ve en sonunda bizi çarpıcı bir soruyla baş başa bırakıyor.
Aşk için ne yaparsınız? Ne kadar ileri gidersiniz? Neleri göze alırsınız?
Mesele aşksa, pazarlama işini bir kenara bırakıp Sezen Aksu’ya kulak vereyim diyorum. Ne diyordu Minik Serçe? “Aşk için ölmeli, aşk o zaman aşk.” Ama sevgili diva, artık biraz daha aşktan yana gülsek olmaz mı? İlla da kendimizi yok mu etmeliyiz aşk için? Bize yıllardır ezberletilen “sen yoksan benim hayatımın hiçbir anlamı yok” klişesini yerle bir etmenin zamanı gelmedi mi? Yıkıcı duygulardan ne zaman bir fayda gördük ki aşk gibi, sevgi gibi güzel duyguların da bizi yıkıma götürmesini isteyelim ki? Bırakın artık, aşk ve sevgi bizi
Daha öğrencilik yıllarında başlar kadercilik, kısmetçilik, şans eserciliklerimiz. Arkadaşımız Matematik'ten iyi not alır; şansı yaver gitmiştir, olmadı hoca ona kıyak geçmiştir! Biz aynı dersten kalırız; öbür sınıfın hocası kolay sormuştur, bizimki çok kazık sormuştur, zaten şansımız yoktur...
Şans Her Şey midir?
Sanki bu topraklarda yaşıyorsak bizim dışımızdaki insanların her türlü başarısı gökten yağar. Bizim başarısızlıklarımız talihin bize kötü bir oyunundan başka ne olabilir? Her nedense başarısızlıklarımızın sorumluluğunu üzerimize almak istemeyiz. Hadi bunu yapmıyoruz, başkalarının başarılarının hakkını da onlara vermeyi reddedeniz. Komşunun oğlu holdingde iş bulur; zaten onun zengin bir dayısı vardır... En yakın arkadaşımız çok güzel bir kızla evlenir; eh, adamın parası vardır... Adam spor müsabakasında deli gibi koşar ve altın madalya kazanır; ne şanslı adam olur... Havasından mı suyundan mı, geçirdiği tarihsel süreçlerden mi yoksa sosyolojik yapısından mı bilinmez ama mutluluğu da başarıyı da çabadan ziyade şansa bağlamak genetik bir mirastır bize atalarımızdan yadigar. Ne yapar eder olan biteni sonunda yine bir talih işine bağlamayı başarırız.
Aslında şansla
Uğruna yıllarınızı heba ettiğiniz afili bir kariyer ve sonuç yalnızlık…
Kendi ayaklarınızın üstünde durmaya başladığınız, o genç yaşınızdan itibaren emek ve alın teriyle, kimi zaman dönülmez rekabetlerden galip çıkarak, kimi zaman da risk alarak canınızı dişinize taktığınız, beşer onar çıktığınız o muhteşem kariyer basamakları ve ancak, takdir, ikramiye ve terfilerle çekilir kılınan uzun mesai saatleri... Neticede ofiste, evde, her türlü sivil ve resmi yaşamda insanlar tarafından şahsınıza gösterilen, her kula nasip olmayacak seviyede bir saygı ve sevgi seli ile birlikte muhteşem bir kariyer hikayesi…
Söylemesi ayıp ama, sanıyorum bu kadar şeyden sonra, başarmanın tadına artık oldukça aşinasınızdır herhalde. Bilhassa iş ve kariyer söz konusu olduğunda pek sınır tanımam diyen siz; daima daha iyisini yapmak için sürekli adım atan gene siz. Daha iyisi için çalışırım, çok çalışırım, hatta hedefime ulaşana kadar kolay kolay duraklamam, geri adım atmam diyen gene siz….
Şu bildiğimiz insan ilişkilerinde de süreç çok farklı gelişmez aslında. Söz sahibi olmak hepimizin oldukça hoşuna gider. Arkadaşlarla toplanmak için bir mekân seçilecekse sizin seçmeniz, gruptan biri arabasıyla