Daha öğrencilik yıllarında başlar kadercilik, kısmetçilik, şans eserciliklerimiz. Arkadaşımız Matematik'ten iyi not alır; şansı yaver gitmiştir, olmadı hoca ona kıyak geçmiştir! Biz aynı dersten kalırız; öbür sınıfın hocası kolay sormuştur, bizimki çok kazık sormuştur, zaten şansımız yoktur...
Şans Her Şey midir?
Sanki bu topraklarda yaşıyorsak bizim dışımızdaki insanların her türlü başarısı gökten yağar. Bizim başarısızlıklarımız talihin bize kötü bir oyunundan başka ne olabilir? Her nedense başarısızlıklarımızın sorumluluğunu üzerimize almak istemeyiz. Hadi bunu yapmıyoruz, başkalarının başarılarının hakkını da onlara vermeyi reddedeniz. Komşunun oğlu holdingde iş bulur; zaten onun zengin bir dayısı vardır... En yakın arkadaşımız çok güzel bir kızla evlenir; eh, adamın parası vardır... Adam spor müsabakasında deli gibi koşar ve altın madalya kazanır; ne şanslı adam olur... Havasından mı suyundan mı, geçirdiği tarihsel süreçlerden mi yoksa sosyolojik yapısından mı bilinmez ama mutluluğu da başarıyı da çabadan ziyade şansa bağlamak genetik bir mirastır bize atalarımızdan yadigar. Ne yapar eder olan biteni sonunda yine bir talih işine bağlamayı başarırız.
Aslında şansla açıklama alışkanlığımız, kendimizi meşrulaştırma, dünyayı olumlama çabasından başka nedir ki? Başarısızlıklarımızın sorumluluğunu üzerimize almak, bir şeyi yapabilme kapasitesinden yoksun olduğumuzu kabul etmek demektir. Peki kendi yoksunluklarını fark eden ve bunu kamuoyu önünde kabul eden birinin mutlu kalması mümkün olabilir mi? Hayır! Kim beceriksiz ve yeteneksiz bir benlikle yaşamak ister ki? Ya da aynı şekilde bizim yapamadığımız herhangi bir şeyin bizim dışımızda biri tarafından başarıldığını gördüğümüzde bu durumu, o kişinin kendi çaba ve yeteneklerine bağlamak aynı zamanda ne anlama gelir? O kişinin çaba göstererek yapabildiklerini bizim yapamadığımız anlamına gelmez mi? İşte köşe bucak kaçtığımız gerçek de tam olarak budur.
O zaman neymiş? Başarısızlıklarımızı ve başka insanların başarı örneklerini şansa bağlayarak aslında kendimizi korumak ve sevmeye devam etmek istiyormuşuz. Özellikle orta yaşı bulmuş olanlar için kendinden vazgeçmek, yeni bir ben yaratmaya girişmek hiç de kolay olmadığından bu şans sancıları en çok da söz konusu yaş grubunda zuhur eder. Neticede batsın bu dünya boyutuna geçmemek, dünyaya pozitif gözlerle bakmak, her zaman bir ekmeklik umut beslemeyi sürdürmek içinmiş bütün çabamız. Yolda yürürken üzerimize pisleyen kuşu, talih kuşu olarak nitelemek de biraz söz konusu umudu temsil etmez mi zaten? Kulağa ne kadar da masum geliyor değil mi...
Şans Nedir ki?
Halbuki başarıda da mutlulukta da çalışmanın, gayretin rolü yadsınabilir mi hiç? Pişmiş bir armudun ağzınıza düşmesini beklerken hiç edeceğiniz vakti, armudu dalından koparıp kendi ellerinizle pişirmek için harcayamaz mısınız? Bir şeyler yapmak, "şansınızı" ve dünyayı değiştirmek için harekete geçmek kulağa o kadar mı kötü geliyor? Bırakın başarısız olmaktan korkmayı. Dünyadaki en başarılı insanların mazilerinde derin başarısızlıklar yattığını da unutmayın. Mualla Teyze sizin arkanızdan çekirdek çitleyerek " Bu oğlan da bir baltaya sap olamadı?" diyecekse desin, ne olmuş yani. Siz susun, bırakın çabanız ve emekleriniz konuşsun. Pencere önünde şansın gelip sizi bulmasını ve bu hayattan çekip kurtarmasını beklerken zayi olmayın. Kendi hayatınızın etkisiz elemanına dönüşmekten kaçının. Çarpan, bölen, toplayan, çıkaran siz olun ve sonucun sorumluluğunu da göğsünüzü gere gere alın.
Tembelliği ya da cesaretsizliği meşrulaştırma çabanıza talihi alet etmeyin. Siz mücadelenizi verin, elinizden geleni ardınıza koymayın karşılığını öyle ya da böyle alırsınız. O zaman şans dediğiniz olgu, yılbaşında çinko ya da tombala yapmanıza vesile olan bir varsayımdan öteye geçemez.