Ortadoğu malûm bir ateş hattı… 7 Ekim’de başlayan, İsrail’in Gazze’yi işgali ve yoğun saldırısıyla devam eden savaş ABD-İran eksenine kayıyor. Ürdün-Suriye sınırında ABD üssüne yapılan saldırı, ardından Washington’ın Irak ve Suriye’de İran’la irtibatlı hedefleri vurması bölgede tansiyonu daha da artırdı. İran’ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Hasan Habibullahzade ile bu hassas ortamda Türkiye-İran ilişkilerini ve bölgedeki tansiyonu konuştum.
Büyükelçi, Tahran’ın “ABD üssüne dönük saldırıyla bizim bir ilgimiz yok” açıklamalarını tekrarlayıp, Kasım ayında yapılacak başkanlık seçimleri hatırlatırken, “Tabii seçim dönemi olduğunun farkındayız. Bazı ifadelerin onlara siyasi açıdan çekici geldiğini de anlayabiliyorum” dedi. İranlılar, ABD içinde devam eden İran’a sert bir yanıt verilmesi tartışmalarının ve Cumhuriyetçi senatörlerin “İran’ı, İran topraklarında vuralım” çağrılarının farkında. Habibullahzade “Bize
Geçen hafta Uluslararası Adalet Divanı’nın, Güney Afrika’nın “soykırım” suçlamasıyla İsrail’e karşı açtığı davada aldığı ara karar için “Daha hızlı ve etkili olabilirdi” diye yazmıştım. Bu hafta ülkesinin 84 sayfalık dosyasını mahkemeye sunan Güney Afrika Adalet Bakanı Ronald Lamola ile konuştum. Lamola, benimle aynı görüşte değil. Kendisi “mahkemenin elinden geleni yaptığını” düşünüyor. Güney Afrika’nın davasında sonuna kadar gitmekte kararlı olduğunu da söyleyeyim.
Adalet Divanı ara kararında İsrail’e “Saldırıları durdur!” demedi ancak Güney Afrika Adalet Bakanı’na göre mahkeme “bu mesajı kendi dilinde” verdi. Lamola, “Mahkeme kendi diline kendi karar vermiştir. Kümülatif olarak kullanılan dile bakıldığındaysa amacımıza ulaştığımızı söyleyebilirsiniz. Çünkü insani yardımların ulaştırılması ve soykırımı teşvik edecek dil kullanımına son verilmesi, çatışmaların durdurulmasıyla mümkün olabilecek” dedi. Yani aslında mahkemenin dolaylı bir
Uluslararası Adalet Divanı’nın Cuma günü açıkladığı ara karar, tarihi nitelikteydi. Özetlersek, biz mahkemeden iki şeyi duymayı bekliyorduk:
1- Mahkeme, Güney Afrika’nın ‘İsrail soykırım suçuyla yargılansın’ diyerek açtığı davayı düşürecek mi, yoksa davanın esasına girip, yargılamayı yapacak mı? (Sanılanın aksine ‘soykırım olup olmadığı’ ile ilgili bir karar çıkmasını zaten beklemiyorduk),
2- Eğer ‘soykırım’ davasını görecekse, nihai karar çıkana kadar, Güney Afrika’nın Gazze için istediği tedbirleri kabul edecek mi? (G. Afrika Gazze’de saldırıların durdurulmasını, Gazze’ye insani yardımların sokulmasını, ‘soykırım’ yapıldığına ilişkin kanıtların yok edilmemesi için ‘delil toplama misyonunun’ Gazze’ye girebilmesini istiyordu.)
Sonuçta mahkeme “Soykırım iddiasıyla açılan davaya bakacağım” dedi. Aşağıda ayrıntısına gireceğiz ama verdiği tedbir kararları da kimilerine göre beklentilerin üstündeydi. Çünkü mahkemenin ne kadar
Yıl 2009’du, yani bundan tam 15 yıl önce…Ocak ayının son günlerinde İsviçre’nin dağ kasabası Davos’ta her yıl olduğu gibi Dünya Ekonomik Forumu yapılıyordu. İsrail’in 22 gün süren ve bin 133 Filistinliyi öldürdüğü ‘Dökme Kurşun Operasyonu’nun üzerinden sadece 10 gün geçmişti. İsrail’in o günkü Cumhurbaşkanı Şimon Peres, Davos’ta bu “operasyonu” savunuyordu. (O dönem Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katıldığı oturumdaki “One Minute” krizini hatırlıyorsunuz.)
15 yıl sonra, yine ocak ayında bu kez “Demir Kılıç Operasyonu” sürerken bir başka İsrail Cumhurbaşkanı, İzak Herzog Davos’a geldi. Herzog, 25 bin Filistinlinin katledildiği ve saldırıların devam ettiği bir dönemde oturumlara katıldı. İsrail içinde de artık yüksek sesle dile getirilen “iki devletli çözüm olmadan, sorun çözülemeyecek” görüşünün ne kadar haklı olduğunu ortaya koyan tablo, 15 yıl sonra yine bir İsrail Cumhurbaşkanı’nın
İsrail’in Gazze’ye saldırılarında bugün 100’üncü gün. Gün geçtikçe Filistin tarafında ölüm ve yıkım katlanıyor. İsrail tarafındaysa iç siyasi tartışmalar alevleniyor. Bugünlerde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya yönelik istifa çağrıları daha güçlü yükseliyor. Çeyrek asırdır İsrail siyasetinde olan 74 yaşındaki Başbakan Netanyahu, aslında 7 Ekim öncesinde de “yargı reformu” gibi düzenlemelerdeki ısrarı sebebiyle hedefteydi.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısı ve bunun üzerine İsrail’in karşı saldırıları ile bu eleştiriler biraz yatışmıştı. Ancak “savaş kabinesini çok geç kurması”, “rehinelerin kurtarılması için gerekli diplomatik manevrayı göstermemesi” gibi sebeplerle Netanyahu üzerindeki baskı her geçen gün arttı.
Peki Netanyahu çekilir mi veya hükümeti düşer mi? İsrail’in iç siyasi dengeleri bize ne gösteriyor? Nethanyahu hükümeti gidecekse bunun yasal yolları ne? Bu hafta İsrail’in önde
2024 yılının ilk haftasında Ortadoğu iki saldırıyla sarsıldı. Önce Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta Hamas ofisine yönelik saldırıda örgütün iki numaralı ismi Salih Aruri öldürüldü. Bir gün sonra da İran’ın Kirman kentinde, 4 yıl önce ABD’nin düzenlediği suikastla öldürülen Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’yi anma töreninde, çifte intihar saldırısı düzenlendi. İranlı yetkililer İsrail ve ABD’yi işaret ederken, saldırıyı 30 saat sonra DAEŞ terör örgütü üstlendi.
Ancak bu açıklama soru işaretlerini ortadan kaldırmadı. DAEŞ’in bu açıklamasına rağmen saldırılara dair senaryoların ardı arkası kesilmiyor. ABD saldırılarla ilgisinin olmadığını duyurdu ama İranlı yetkililer bu konuda ikna olmuş değil. Bunların İsrail istihbaratının işi olduğu da konuşuluyor. İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim saldırılarından sonra İran ile ABD’yi sıcak bir çatışmanın içine sokmak istediği bölgede yaygın kanaat. İsrail’in son dönemde görüş ayrılıkları yaşadığı ABD’ye
Yine bir son dakika sürprizi olmazsa, yeni yılın ilk ziyaretçisi, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi olacak. Reisi, 4 Ocak’ta Türkiye’ye geliyor. Bir aylık gecikmeyle Ankara’da olacak Reisi ile konuşulacak en önemli başlıklar Gazze savaşı, bölgede artan İran etkisi ve Suriye olacak.
7 Ekim’de Hamas’ın saldırısının ardından İran’ın. bölgedeki gücünü tahkim ettiği bir gerçek. Etkisinin olduğu vekil gruplar üzerinden hem bölgedeki ABD gemilerini, güçlerini hem de İsrail’i tehdit ediyor. İran kontrolündeki Hizbullah “bölgede topyekûn savaşa” girme niyetinin olmadığını açıkça ifade etmişti. Ancak yine İsrail’in Lübnan sınırında yani burnunun dibindeki Hizbullah varlığı Tel Aviv’i hem askeri hem de mali olarak zorluyor. Zaman zaman çıkan çatışmalar yüzünden İsrail askeri dikkatini hep o noktada tutmak zorunda.
Yemen cephesi ise ABD’nin bölgedeki askeri gemilerini tehdit eden bir boyut kazanmış durumda. Sadece askeri değil, ticari gemilere dönük balistik füze
Geçen pazar günkü yazımı şu cümle ile bitirmiştim; “Filistin’i bölme İsrail’in planıydıysa, bu oyunu neden bozmadınız. Filistin halkının yaşadığı acıda bu bölünmüşlüğün hiç mi payı yok?” Bu, 20 yıla yakın süredir “birlik” olmak için müzakereler yürüten Filistinli grupların peşini bırakmayan bir soru.
Bu hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Macaristan dönüşü Filistinli iki grup arasında (El Fetih- Hamas) görüşmelerin yapıldığını söylemesi, birlik müzakerelerini yeniden gündeme taşıdı. Ben de “bu saatten sonra birliğin mümkün olup olamayacağını” Mustafa Barguti’ye sordum. Barguti, Filistin Ulusal İnisiyatifi Partisi’nin lideri ve hayatı boyunca El Fetih ve Hamas gibi ana iki akımdan farklı olarak “üçüncü yolu” savunan bir siyasetçi. Ayrıca, Hamas’ın 2006 yılındaki seçim zaferinden sonra ulusal birlik hükümeti kurma çabalarında El Fetih ile Hamas arasındaki müzakerelerde bulunmuş bir isim. Barguti ile