Hamas’ın İsrail saldırısının üzerinden bir hafta geçti. Bugün itibariyle süreci özetlersek, ortaya çıkan tablo şu: İsrail beklendiği gibi kara harekâtına yer yer başladı; bu harekât adım adım ilerleyecek ve İsrail, harekatı, Yahudi yerleşimcilere alan aça aça, onlar için ‘safe zone’lar yani ‘güvenli alanlar’ yaratarak sürdürecek. Bu süreçte Gazze’deki siviller, İsrail, Filistin, Mısır politikaları arasında sıkışmaya devam edecek; ‘ne Gazze’den gidebilecek ne de orada kalabilecek’. Bu noktaya üç gün süren müzakerelerden sonra geldik. O süreçte neler yaşandı, tarafların pozisyonları neydi, yakından bakalım.
‘Koridor müzakeresi’ çöktü
ABD, Gazze’ye insani yardım konusunda İsrail ve Mısır ile üç gün boyunca ‘insani koridor açılması’ ve Gazze’deki sivillerin Mısır’a geçirilmesi konusunda müzakere yürüttü. Fakat Mısır’ın direnişiyle karşılaştı. Hamas, Gazze’deki sivillere
İsrail’in Salı günü Hamas hedeflerini vurmasının ardından beklenen misilleme dün geldi ve Hamas İsrail’i roket saldırılarıyla vurmaya başladı. Bunu diğerlerinden farklı kılan, Hamas güçlerinin sınırı geçerek bu savaşı İsrail topraklarında sürdürmesiydi. İsrail Başbakanı Benyamin Nethanyahu’nun yaptığı ilk açıklamada bu saldırıdan bahsederken ‘sürpriz’ ifadesini kullanması, İsrail’in güvenlik zafiyetinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir.
Sonrasında güvenlik toplantısında girmeden yaptığı İran vurgusu ise parantez açılması gereken bir durum. İsrail Cumhurbaşkanı İzak Herzog’un ‘Şimdi Hamas’ın ve İran’daki destekçilerinin açık bir şekilde kınandığını duyma zamanıdır’ diyerek İran’ı işaret etmesi de vurgulanmalı.
Elbette dış politikasını İran düşmanlığı üzerinden temellendiren İsrail’den farklı yönde açıklamalar beklenmezdi ama geçmişten farklı olarak bir Hamas saldırısı karşısında İran vurgusunun daha güçlü olduğunu gördük. İran destekli gruplardan gelen
Zengezur meselesi zor ve karmaşık bir konu. Meseleyi daha da sancılı hale getiren, bu stratejik alan üzerinde mücadele eden taraflar: Azerbaycan (dolayısıyla Türkiye), Ermenistan, Rusya ve İran. Bu alan, Türkiye açısından Türk dünyasıyla doğrudan bağ kurma imkânı. Azerbaycan açısından tarihi bir hafıza ve Nahcivan’daki vatandaşlarına arada yabancı ülke toprağı olmadan erişebilme imkânı...
Ermenistan açısından bir egemenlik meselesi. İran açısından ise kaybedilecek bir nüfuz alanı. Bu yolun açılışında pratikteyse iki esas uzlaşmazlık var: 1- Statü, 2- Güvenliğini kimin sağlayacağı. Görüştüğüm kaynakların verdiği bilgiler ışığında genel çerçeveyi ve tarafların pozisyonlarını aktarayım.
Ermenistan:
Ermenistan bu meseleyi bir egemenlik meselesi olarak gördüğü için, bu yola “koridor” denilmesinden bile rahatsız. Çünkü “koridor” denildiğinde başka, “yol” denildiğinde başka bir statü oluşuyor. Erivan, “koridoru” kendi egemenliğini başka bir güce devretmekle
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, her yılın Eylül ayında liderlerin konuşmalarıyla açılır ve ardından yeni yasama yılı başlar. Ülkelerin liderleri veya üst düzeyde bir temsilcisi, ülkesinin dış politik vizyonu çerçevesinde konuşma yapar. Ukrayna gibi büyük savaşlar devam ederken, gözler, tarafların liderlerinde ve ABD, Rusya, Çin gibi küresel güçlerin vereceği mesajlarda olur. Bir özeleştiri olarak yazalım ki, bizler, daha çok yakın coğrafyamızdaki ülkelerin liderlerinin yaptığı konuşmalara odaklanır, dünyanın geri kalanının mesajlarına pek dikkat etmeyiz. Bu yazıda bu açığı bir ölçüde kapatmak için BM’de farklı coğrafyalardaki ülkelerin verdiği mesajlara bakmak istedim.
1-Afrika’nın bitmez çaresizliği
Afrika kıtasının 40’a yakın lideri, seslerinin duyulmayacağını bile bile çağrılarını yineledi. Dünya, daha geçen hafta Kuzey Afrika’dan İtalya’nın güneyindeki Lampedusa Adası’na giden binlerce göçmeni konuşurken, Orta Afrika Cumhuriyeti Devlet Başkanı Faustin
A Milli Kadın Voleybol takımının Avrupa Şampiyonu olması, bu haftanın en önemli gelişmesiydi. Final maçı sonrası tüm takım oyuncularının hayat hikâyeleri hak ettikleri gibi basında geniş yer buldu. Melisa Vargas’ın hikayesinin ise Küba’da başlayıp Türkiye’ye kadar uzandığını artık bilmeyen yok. Vargas’ın Küba’dan kaçarcasına bir Çek takımına transferi, sakatlığının ardından ülkesine dönmesi, ailesinin Küba yetkililerinin adres gösterdiği hastanede tedaviyi reddetmesinin ardından 4 yıl yasaklı oyuncu haline gelmesi de herkesin malûmu. Sırbistan’daki özel bir kulübe transfer olduktan sonra, Fenerbahçe’ye geldiği de...
Hikâyenin Türkiye’de pek bilinmeyen tarafı burada başlıyor. Vargas daha önce Küba A Milli Voleybol takımında oynadığından, başka bir ülkenin A Milli Takım’da oynayabilmesi için Küba Voleybol Federasyonu’nun izni gerekiyordu. Yani o süreçte Sırp vatandaşı yapılmak ve Sırp A Milli Voleybol Takımı’nda oynatılmak istenen Vargas’ın Ay Yıldızlı renklere
Rusya, 17 Temmuz’da Karadeniz Tahıl Koridoru anlaşmasından çekildi. O tarihten bu yana da anlaşmaya dönmesi için ikna edilmeye çalışılıyor. Bu hafta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, alternatif plan ve rotaları görüşmek üzere Moskova’ya gitti, ama düğüm bu görüşmede de çözülemedi. Karar, liderler zirvesine kaldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yarın Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i ikna edebilecek mi, dünya bu sorunun cevabını merak ediyor.
Bir süredir Moskova, Karadeniz Tahıl Anlaşması’ndaki rotaya alternatif bir planı masaya koyuyor. O plan şu: Rusya’nın tahılı Türkiye’ye gönderilecek, burada işlenecek ve ihtiyacı olan ülkelere nakledilecek. İşin mali boyutunu da Katar üstlenecek. ABD ise Rusya’nın aksine, Karadeniz anlaşmasına dönülmeyecekse alternatif bir rota olarak “Tuna Nehri” formülünü öneriyor. Hatta ABD basınına göre Washington, Romanya ve Moldova yönetimiyle görüşmeler yapıyor. Bu yolla Odessa limanından çıkacak Ukrayna tahılı,
Birleşik Krallık eski başbakanı Winston Churchill, 1930’ların sonunda Sovyetler Birliği (Rusya) için tarih kitaplarına da geçen şu tespiti yapmıştı: “Orası bir muammanın (enigmanın) içindeki gizeme sarılı bir bilmecedir.”
Rus paralı asker grubu Wagner’in lideri Yevgeni Prigojin’in içinde bulunduğu uçağın düşmesi veya düşürülmesi sonrasında yapılan konuşmalar, yazılanlar Churchill’in tespitinin neredeyse 100 yıl sonra bile geçerli olduğunu gösteriyor. Ortada tam mânâsıyla gizeme sarılı bir muamma var. Muammayı yaratan şeylerden biri, elbette, Prigojin’in Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e darbe girişimi yapmasıyla bu “kaza”nın arasında sadece iki ay olması. Durum böyle olunca hemen herkes “Putin cezayı kesti” yorumunu yaptı, ama işin o kadar da basit olmadığı birkaç gün geçince daha iyi anlaşıldı. Zira biz kazanın üzerinden 4 gün geçmesine rağmen hâlâ net ve emin şekilde “Prigojin öldü” cümlesini kuramıyoruz. (Bu yazı yazıldığı sırada kazada
Camp David, ABD’nin başkenti Washington DC’nin yüz kilometre kuzeybatısında, Catoctin Dağ Parkı’nın içine inşa edilmiş, ABD Başkanlarının 1940’lardan bu yana hafta sonu veya ihtiyaç duydukça birkaç gün dinlenmek için gittiği, hatta deyim yerindeyse inzivaya çekildiği bir yer. ‘Camp David’in dünya siyasi tarihinde yer etmiş anlamı ise daha başka. ABD Başkanları’nın kendilerini “dünya lideri” olarak öne çıkardığı, çatışan tarafları bir araya getirip bu dağ parkının zihin açan atmosferi içinde yaratıcı formüller üreterek bölgesel ya da uluslararası krizleri çözüme kavuşturdukları yerin adı. Bir nevi “tarihi uzlaşmaların mekânı Camp David.
Camp David pek çok uluslararası krizde ismini duyurdu ama hafızalara asıl kazındığı tarih 1978 idi. ABD Başkanı Jimmy Carter 1978’de Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin’i burada buluşturmuştu. O günlerde hem bir Mısır Devlet Başkanı’yla bir İsrail Başbakanın buluşması, hem de bu görüşmenin