Dünyanın gözü bir süredir Rusya’da; muhalif isim Aleksey Navalni’de. Zehirlenme sonrası Almanya’da tedavi gören, tedavisinin ardından da Rusya’ya dönen ve sınırda gözaltına alındıktan sonra tutuklanan Navalni, 3.5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Bu hafta Navalni taraftarları sokaktaydı. Rusya’daki karışıklık birkaç temel soruyu bir süredir gündemde tutuyor: 1- Navalni neden hedefte? 2- Sokak ne diyor? 3- Anketler ne diyor?
Rusya’daki son kamuoyu araştırması 4 Şubat’ta yayınlandı. Bağımsız bir kuruluş olarak bilinen Levada-Center 29 Ocak-2 Şubat arasında Rusya’nın 50 bölgesinde 1616 kişiyle görüştü. Buna göre Rusların yüzde 49’u ülkenin doğru yolda gittiğini düşünüyor. Aksini düşünenlerin oranı ise yüzde 40. 18-24 yaş genç grupta her 100 kişiden 48’i de bu görüşte. Rus Lider Vladimir Putin en çok güvenilen siyasetçi listesinde yüzde 29 oy oranıyla ilk sırada. Ancak Ekim ayında yapılan ankette bu oran yüzde 34’tü. Listede Navalni yüzde
Türkiye ve Yunanistan arasında istikşafi görüşmeler yeniden başladı. Arapça “istikşaf” yani “keşf” kelimesinden gelen bu mekanizmanın geçmişi 2000’li yılların başına, eski dışişleri bakanları İsmail Cem ve Yorgo Papandreu dönemine uzanıyor. O dönem ilki yapılan istikşafi görüşmeleri başlatan iki isimden biri Yunanistan eski Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu’ya “Taraflar neden uzlaşamıyor?” diye sordum. Papandreu aslında iki ülkenin 2003’de sonuca çok yaklaştığını söyledi.
Papandreu, “İsmail Cem ve ben, ilişkilerimizi bir başka seviyede görme arzusu ile başladık. O zaman durum bugünden daha gergindi. İki ülke arasında neredeyse hiç temas yoktu. Dolayısıyla biz güven inşa etme arzusuyla başladık. ‘Daha az ihtilaflı’ konulardan istikşafi görüşmelere geçtik. 2003 yılında kıta sahanlığının tanınması ile ilgili Lahey’e gitme konusunda uzlaşmıştık” dedi. Papandreu siyasi iradenin önemine vurgu yaparak “Yeni başlayan görüşmelerin iyi gitmesini umalım” ifadesini
ABD’de 4 yıllık Donald Trump devri sancılı bitti, yeni Başkan Joe Biden da görevi olağanüstü güvenlik önlemleri altında yapılan yemin töreniyle devraldı. Artık dünya, “Biden döneminde ABD’yi ne bekliyor?”, “yeni yönetim pek çok küresel dosyada nasıl pozisyonlar?” gibi konuları tartışıyor.
Ülkede ABD’de bir kesim, Donald Trump’tan “kurtulmuş olmanın” ferahlığını yaşarken, zihinlerinin bir köşesindeki sıkıntı veren şeyi unutmuyor: Ülkede seçmenin yüzde 46’sını teşkil eden ve 74.2 milyonluk bir Trump oyu da var. Bir başka ifadeyle Trump gitti ama “Trumpizm” denilen siyasi duruş tüm gerçekliğiyle duruyor. Bu yüzden de bu haftanın önemli sorularından biri “Donald Trump gelecekte ne yapacak?” sorusuydu. “Bir şekilde geri döneceğiz. Hareket daha yeni başlıyor!” sözleri, Trump’ın gidişiyle ferahlayanları için için tedirgin ediyor.
2024 hesabı var mı?
Bu hesap tamamen ABD Kongresi’ndeki sürece bağlı. Eğer Senato’daki azil davası
Tüm hafta, sosyal mesajlaşma uygulaması WhatsApp’ın veri paylaşımıyla ilgili getirdiği yeni kuralları konuştuk. Şirket, verilerini paylaşmayan kullanıcılarına yasak getirecek ve bu uygulama da 8 Şubat’ta başlayacaktı. Gelen tepkiler üzerine şirket frene bastı ve yürürlük tarihini Mayıs ayına çekti. Şirket bu kararı “Yeniliği daha iyi anlatabilme” gerekçesiyle aldığını duyurdu. Yani WhatsApp geri adım atmıyor, kararını şimdilik erteliyor. Zaten şirketin geri atması da az bir ihtimal olarak görülüyor, zira 2014’te WhatsApp’ı alan Mark Zuckerberg’in (Facebook’un kurucusu) veri paylaşımıyla ilgili planı yaklaşık 4 yıldır masada.
Erteleme kararı gelmeden önce bu konuyu iletişim uzmanı Serdar Kuzuloğlu ile konuştum. Kuzuloğlu, “Bu plan 2017’den beri masadaydı, bastırılmıştı, 2019’da ayyuka çıktı, Mark Zuckerberg bunu yürürlüğe koymak istiyor” dedi.
‘Yeterince pişti!’
Kuzuloğlu, Facebook WhatsApp’ı satın aldıktan sonra, WhatsApp’ın iki kurucusu Brian Acton ile Jan Koum’un, 2017 ve 2018’de art arda ayrıldık
Haftanın olayı, kuşkusuz ABD Kongre binasının Donald Trump taraftarları tarafından işgal edilmesiydi. 4 yıllık görev süresi boyunca kutuplaştırıcı politikalar izleyen Donald Trump’ın kendisini destekleyenleri sokağa çağırması Kongre binasına dönük baskında önemli bir rol oynadı.
Elbette kimse sonu kanlı bitecek bir işgal eylemi yaşanacağını kestiremedi. Çünkü ABD için Kongre binası son derece sembolik ve ABD’lilerin kutsiyet atfettiği bir yer. İki asır önceki İngiliz işgali sırasında Kongre binası zarar görmüştü, o tarihten bu yana da böyle bir vak’a hiç yaşanmamıştı.
1793’te inşasına başlanan ve inşası 7 yıl süren ABD Kongresi, 1814’ten sonra ilk kez saldırıya uğradı. 24 Ağustos 1814’te İngiliz Kuvvetleri Bladensburg Muharebesi’nde Amerikalıları yendikten sonra, Washington’da Kongre başta olmak üzere Beyaz Saray gibi pek çok idari ve askeri binayı ateşe vermişti. Tarihçilere göre Koramiral Sir Alexander Cockburn ve Tümgeneral Robert Ross’un liderlik ettiği İngiliz kuvvetlerinin ilk hedefinin Kongre binası
Kovid-19 pandemisine karşı adeta umut haline geldi aşılar. Bunlar arasında en çok konuşulanlardan biri, kuşkusuz BionTech/Pfizer tarafından geliştirileni. Bu aşıya dönük en büyük endişelerden biriyse, aşının orta ya da uzun vadede insanda bırakacağı etki, insanın DNA’sını değiştirip değiştirmeyeceği... Bu sorunun temel sebebi, kuşkusuz aşının üretildiği yeni teknoloji: mRNA (Mesajcı ribo nükleik asit)
Gelenekselden farklı, insan eliyle üretilen ve vücudu sağlıklı tutan proteinleri üreterek virüse karşı hastalıkla mücadele etmeyi sağlayan bir yöntemden bahsediyoruz. BionTech bu teknolojiyi koronavirüse karşı geliştirdiği aşıda kullandı ama bu, tıp dünyasında yeni bir buluş değil. mRNA teknolojisi 15 yıl önce, Macar asıllı Katalin Kariko ve ABD’li Drew Weissman tarafından bulundu. Ben de başlıktaki bu soruyu, Prof. Weissman’a sordum. ABD’li bilim insanı “Aşıdaki RNA, hepimizin hücrelerinde olan RNA ile özdeştir. RNA, DNA ile etkileşime geçmez ve bizim DNA’mızı değiştirmez, genimize girmez. Bu imkansızdır” diyor ve aşıya güvenilmesi
Bu hafta dünyanın en önemli gündem maddesi “Kovid-19”a yol açan “SARS-CoV-2” virüsünün mutasyona uğradığının açıklanmasıydı. Birleşik Krallık’tan gelen haberler, yeni türün, yüzde 70’e kadar daha bulaşıcı olduğu şeklinde. Şu aşamada virüsün öldürücülüğüne dair bilimsel bir kanıt yok, ancak mutasyon haberinin yarattığı moral bozukluğu insanlar üzerinde “Bir sarmala girdik ve buradan çıkamayacağız!” duygusu yarattı.
Bu haberlerle birlikte “Virüsün geçirdiği mutasyon, sonun başlangıcı olabilir” yorumları da yapıldı, “Virüs daha bulaşıcı olduysa başa döndük” yorumları da... Oysa tarihteki pandemi süreçleriyle ilgili yapılan araştırmalar ortaya koyuyor ki, salgının sönümlenmesiyle virüsün öldürücülüğü arasında doğrudan bir bağ var. Bir virüs ne kadar öldürücü ise salgının süresi o kadar kısalıyor. Bir başka deyişle, SARS-CoV-2 virüsünün bulaşma ve ölüm
Tarihler 19 Aralık 2016’yı gösteriyordu. Sıradan bir günü olağanüstü bir geceye çeviren, Ankara’dan gelen suikast haberiydi. O dönemin Rusya Büyükelçisi Andrey Karlov, Ankara’da bir sergiye gitmiş, orada kendisi korumakla görevli Mevlüt Mert Altıntaş tarafından silahla vurularak öldürülmüştü. Olayla ilgili dava süreci 2 yıldır sürüyor. 19 Aralık (dün) Rus Büyükelçi Karlov’un ölüm yıldönümüydü. Ben de bu vesileyle, Andrey Karlov’suz geçen 4 yılı eşi Marina Karlova ile konuştum.
Marina Karlova için en zor süreç, suikasttan sonraki ilk yıldı. Karlova yaşadıklarını “O dönem, olanlara kesinlikle inanmak istemiyordum. Her gün mezarlığa giderdim, eşimin mezarında ağlardım. Zamanla başıma gelenleri kabullendim ve normal hayata dönmek için gayret harcadım” diye anlatıyor. Karlova, “En çok O’nu özlüyorum. Biz tek vücuttuk, tek kalmak benim için ızdırap oldu. Ruhumun, canımın yarısını kesmişler gibi, öyle