10 gündür memleketin ormanları cayır cayır yanıyor. Memleketin has evlatları da canlarını dişlerine takmış yurt toprağını korumaya çalışıyor. Ağaçları, kuşları, böcekleri, kemirgenleri, inekleri, koyunları, keçileri, insanları, evleri alevlerin elinden alabilmek için ateşle savaşıyorlar. Yangın bir metre daha, bir santim daha ilerlemesin diye… Canlarını ortaya koyarak hem de…
Kaybımız da zararımız da çok büyük maalesef. Ama her melanet gibi bu da bize bazı şeyleri yeniden hatırlattı. İsmi, “Ateşi ve ihaneti gördük” diye başlayan Kuvayı Milliye Destanı ile ölümsüzleşen Süleymaniyeli Ahmet’i mesela…
Nazım Hikmet’in Kuvayı Milliye Destanında 7. Bapta geçer adı Süleymaniyeli şoför Ahmet’in… Milli ordunun elinde 100 kadar kırık dökük araç vardır; onlardan biri -Nazım Hikmet’in ihtiyar cesur, inatçı ve şirret diye adlandırdığı “üç numrolu kamyonet”- şoför Ahmet’e verilmiştir. Dağlarda malzeme taşırken birden sol arka lastiği patlar inatçı ve şirret “üç numrolu kamyonetin”. Ahmet o yokluk içinde allem eder kallem eder sonunda aracı yürütmenin yolunu bulur: tüm kıyafetlerini, iç çamaşırlarına kadar çıkarır ve şambrel yerine lastiğe doldurur ve “Sen Süleymaniyelisin oğlum Ahmet, sana tek başına verilmiştir üç numrolu kamyonet” diyerek yeniden düşer yola:
“…Saatta elli yapıyoruz…
Dayan ömrümün törpüsü,
dayan da dağlar anadan doğma görsün şoför Ahmet’i,
dayan arslan…
Hiçbir zaman
böyle merhametli bir ümitle sevmedi
hiçbir insan
hiçbir aleti…”
Ve bu yangın felaketinde onun torunlarının hala yaşadığını gördük. Manavgat yangını sırasında alevlerin ortasında arazözün içinde sıkışmış bir orman işçisiydi Özgür Şimşek. Onu tanıdığımız videoda yüzü hiç görünmüyor, sadece sesini duyuyoruz. Telsizden konuştuğu iş arkadaşları bir yandan helikopter çağırırken diğer yandan ona aracı terk edip güvenli bölgeye gitmesini söylüyor ısrarla. O ise sesten anlaşıldığı kadarıyla gözyaşları içinde “Bırakamam ağabey, bu arazözde 80 milyonun hakkı var” diyerek yanıt veriyor ve hakikaten de helikopter gelene kadar bırakmıyor kendisine emanet edilen kamyonu. Belki de sırf o noktaya helikopter bir an önce gelsin diye canını ortaya koyuyor. Bırakmıyor arazözü.
Sanırım Süleymaniyeli Şoför Ahmet’ten sonra bu denli “merhametli bir ümitle” ilk kez birisi bir aleti ve memleketi sevdi.
***
Kuvayı milliye destanının 7. Babı “ayın altında kağnılar gidiyordu” diye başlar. Ardından kağnılarla milli orduya cephane taşıyan kadınlar ve onların o hikayeleri anlatılır:
“…şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehribar başaklı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.”
Şiirde dil ve imgelerin özellikle de “kadınlarımız” hitabının feminist bakış açısıyla çok sert eleştirildiğini de unutmadan söylüyorum: Aynı kadınları gördük bu yangın felaketinde…
Aynı sabır, aynı tevekkül ve yürek ferahlığı içinde yangına su taşıdılar, hortum taşıdılar; yangıncıya su, yemek ve ayran taşıdılar. Durmadan… Alevlerin içinde bir gölge bir siluet idiler… Sırtında hayatı ve umudu taşıyan. “Akşehir üstünden Afyon’a” giden katardaki kadınlardaydı yüzleri…