Hani şöyle “işim gereği gazeteleri ve internet sitelerini karıştırıyorum” gibi bir cümle kurmayacağım çünkü bu işimin gereği değil. Zaten böyle biriolduğum için bu işi yapıyorum; okumayı, araştırmayı, öğrenmeyi sevdiğim için. Bu öğrenme meselesini de sadece akademik bilgiyle sınırlamıyorum asla. Yaşadığım topraklarda yaşayan insanlar kimdir, neye inanır, nasıl yaşar, hayatlarını yönlendiren, eylemlerini belirleyen temel “değerler” nelerdir? Batıl inançları, hurafeleri, efsaneleri, âdetleri, düğünleri, cenazeleri; aklınıza ne gelirse!
Sadece içinde yaşadığım toplum için değil dünyadaki her toplum için benzer bir merak taşıyorum. Ama elbette ki kendi toplumuma duyduğum ilgi ve merak başka bir seviyede.
Konuyu dağıtmayalım; ajansların geçtiği, sosyal medyada karşıma çıkan, haber merkezimizin ulaştığı haberlerin büyük bir kısmı en hafif tabirle insanın içini karartan cinsten.
Kadın cinayetleri artık korkunç bir noktada. Buna “kadın soykırımı” demek bile hafif kalacak. Gencecik bir kadın bir yolda yürürken hiç tanımadığı bir adam tarafından “katana” ile öldürüldü bu hafta. Tek suçu kadın olmaktı. Öyleydi çünkü birini öldürmek için evden çıkan katil, “Erkek olursa direnebilir ama kadın direnemez” diyerek ona yönelmişti. Yine geçen hafta bir başka yerde bir başka adam boşanmak isteyen eşini önce arabayla ezdi, sonra da yerde yaralı yatan kadına tekmelerle saldırdı. Bir başkası eski karısını sokak ortasında defalarca bıçakladıktan sonra karşı kaldırımda sigara içerek can vermesini bekledi.
Şiddet aslında her yerde. Telefon fiyatını pahalı bulup satıcıyı vuran, miras anlaşmazlığı nedeniyle ikiz kardeşini önce silahla vuran, sonra da yumruklayan, insanların en mutlu günü olan bir düğünde kavga çıkartıp o kavgayı ancak çevik kuvvetin biber gazlı müdahalesiyle dağıtılacak hale getiren, başkasının kartıyla otobüse bindiği için kendisini uyaran sürücüyü bıçaklayan…
Son zamanlarda sıkça karşılaştığım bir başka şey de yukarda saydığım olaylardan hareketle ortaya çıkan ilginç bir nostalji. İyimser bir yakın geçmiş yorumlaması. Bunlara aslında yorum demek de çok doğru değil. Bana kalırsa, temelleri gerçeklere dayanmayan mistik bir meta anlatı bunlar daha çok. Geçmişte ne kadar iyi ve muhteşem insanlar olduğumuzla başlayıp yine geçmişte devletin ne kadar müşfik, siyasetçilerin ne kadar alicenap olduğuna kadar giden bir anlatı silsilesinden bahsediyorum. Bu tür meta anlatılarla karşılaştığımda hemen kendime soruyorum, acaba gerçekten öyle mi diye. Mesela böyle durumlarda kişisel tecrübe kesin tanımlayıcı olmamakla birlikte çok önemli bir referans noktası sunabilir.
Bendeniz ‘80’lerde çocuk, ‘90’larda öğrenci, 2000’lerde ise gazeteciydim. Özlemle bahsedilen o dönemleri, üstelik birçok dönüm noktasını bizzat yaşayarak ya da onlara tanıklık ederek yaşadım.
Elbette ki geçmiş ile bugün kıyaslandığında arada nostaljik yorumları haklı çıkaracak çok sayıda örnek bulunabiliyor. Ama bu örneklerin çokluğu çok önemli bir gerçeğin de perdelenmesine neden oluyor. Çünkü hiçbir toplum bir günde değişmez. Değişim sürekli, tarihte ve gelenekte kökleri olan bir süreçtir. Toplumu oluşturan kurumlar ve değerler bu değişimin yönünü ve hızını belirler.
Yani?
Yanisi şu: Bugün artık kötü insanlardan oluşan bir toplum olduğumuza inanıyorsanız hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Çünkü birçoğumuzun özlemle andığı o yıllarda yapılanların sonuçları bugün yaşadıklarımız. Ve temelde bakıldığında bu davranışların temel motive edici güçlerinde de bir farklılık yok. Toplumu anlamak için toplumsal tarihi, çok geniş bir yelpazeye yayılan inançları, gelenekleri hatta mitoloji okumanız gerekir. Ama bence hepsinden önemlisi bu toplumun yetiştirdiği edebiyatçıların eserlerini okumanız gerekir.
İnanmıyor musunuz bu söylediğime? O zaman sizlere kısa bir okuma listesi sunayım bugün. Mesela Yaşar Kemal’in röportajlarını ve dört kitaptan oluşan “Bu Diyar Baştan Başa” dizisini okuyun. Kemal Tahir’in üç kitaptan oluşan “Köy Üçlemesi”ni de ekleyin. Sait Faik’in adliye muhabirliği sırasında tanık olduğu olayları hikâye ettiği “Mahkeme Kapısı” kitabına bir göz atın muhakkak. Fakir Baykurt’un “Irazca’nın Dirliği” kitabı mesela… Sonra “Yılanların Öcü” tabii ki.
Liste uzun da şimdilik bu kadar yeter. Bunları bir okuyun, sonra yine konuşuruz.