Yalnızlık ne demektir? Uzun süre boyunca hiç kimse ile konuşmamak mıdır? Bir insanın etrafının kalabalık olması o insanın yalnız olmaması mı demektir?
Bana göre yalnızlık, bir insanın diğer insanlar ile iletişim halinde olmaması demektir. İnsanın kendisine dair karar verme sürecinde ve kendini tanıması için elbette yalnızlık önemli bir faktördür. Hatta bir insan, kendisi ile baş başa kalmadan kendisini yeterince tanıyamaz, hayatı ile ilgili önemli kararları sağlıklı bir biçimde alamaz. Fakat, insan sosyal bir varlıktır, bir süre yalnız kalan insan eninde sonunda diğer insanlar ile iletişime geçmek isteyecekti, istemelidir de. Nasıl kendimizi tanıma sürecinde yalnızlığın önemli bir rolü varsa, insanlar ile kurduğumuz iletişimin de bu olguda rolü büyüktür. Her birimiz birbirimize aynayız, yani kendi yansımalarımızı, başka insanlar üzerinden gözlemlemekteyiz. Ama iletişim yalnızca gözlem yapmak demek değildir. Peki nedir gerçek iletişim?
İçerisinde yaşadığımız çağı, iletişim araçlarının çokluğunu göz önünde bulundurarak,
Dans spor mudur? Yoksa sanat mıdır? Dans ile ilgili düşündüğümüzde aklımıza gelen sorulardan birisidir bu. Albert Einstein “Dansçılar, Tanrının atletleridir!” diyerek, dansın hem bedensel bir performans hem de ruhsal bir yaratıcılık gerektiren bir iş olduğunu vurgulamış.
Dans etmek atletik olarak bir beceri istiyor, bu yadsınamaz bir gerçek. Fakat atletik becerinin ötesinde, derin bir tutku ve yaşama sevincidir bizleri dans ettiren. Kendini ifade edebileceğin sanat dalları arasında dans, bedenimiz ile yeniden tanışmak gibidir.
Bir bebek büyürken yavaş yavaş kendisine yeni beceriler katmaya başlar. Emeklemeyi, ayakta durmayı, yürümeyi, koşmayı öğrenir zaman içerisinde. Dans ederken ve yeni dans figürleri öğrenirken, hayatı tanıyan bir bebek gibi oluruz adeta. Tamamen anda oluruz, tamamen bedenimize ve kendimize odaklı, harekete odaklı oluruz. Eğer bu açıdan düşünürsek, dans etmek sürekli kendimizi tanımaya devam etmek demektir. Dans etmek, ruhumuzdaki devinimleri dışa vurmak demektir. En önemlisi ise dans etmek özgürlük demektir.
Sanayi
Her zaman ilk dansın nerede ve nasıl şartlar altında yapıldığını hayal etmişimdir. Dans kayıt altına alınması çok güç bir sanat olduğundan, tarihte bu konuya dair pek az veri bulunur. Mağara duvarlarındaki resimlerden, antik kitaplardan ve mitolojik efsanelerden ilk dansın nasıl olduğunu tahmin etmeye çalışırız.
Benim ilk dans tasvirim gece vakti ateşin etrafında toplanmış, ayaklarını yerlere vuran ilkel insanların, çıkardıkları sesler ve attıkları çığlıklar ile gerçekleşmekte. O günün avını gerçekleştirmiş olmak ya da yeni ve korunaklı bir yaşam alanı keşfetmiş olmak neden olmuş olabilir buna.
İlk dansın nedeninin böyle olabileceğini düşünmemin sebebi, dans etmenin her şeyin ötesinde bir kutlama olduğuna inanmam. Hayatta yaşanan küçük mutluluklardan, başarılan büyük başarılara kadar her şeyi kutlamak için dans ederiz. Bir bebeği gözlemlersek, mutlu olduğunda dans etmeye başladığını ve değişik seslerin bu dansına eşlik ettiğini görebiliriz. “Sevinçten havalara uçmak” tabiri de çok mutlu olduğumuz anlarda yaptığımız dansların
Dans etmeye yeni başladığımda 20 yaşındaydım. İlk öğrenmeye başladığım dans tekniği, Çağdaş Dans oldu. Yerde yapılan hareketlerle, vücut ve yer çekiminin ilişkisini deneyimledim. Daha sonra yavaş orta seviye de ve ayakta dans etmeyi deneyimleye başladım.
Okulun ilk yıllarında Müzik olmadan, sessizliğin içerisinde kendi ritmimizi yakalamaya çalışarak dans etmeye çalışırdık. Daha sonra, fondaki müziğe aldırmadan, çalan melodiyi sadece bir arka fon olarak düşünerek dans etmeye devam ettik.
Üniversite öğrenciliğimin ileri yıllarında Bale ile tanıştım ve çok katı bir disiplin ile dans etmeye çalışmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimledim. Bale pratiği yaparken, vücudun tüm uzuv ve kaslarının farkındalığında olarak, bedenin bütününde bir hakimiyet sağlamak amaçlanır. Çağdaş dansın serbest bırakma tekniği ile Balenin kontrol etme tekniği arasındaki farkı deneyimlemek, dans etmenin ne kadar farklı biçimlerde algılanabileceğini anlamamı sağladı.
Daha sonra, müziğine olan hayranlığımın da etkisi ile Hip Hop dansına merak saldım. Afro Amerikalı
Kendimizi enerjik hissetmediğimiz, yataktan çıkmanın dahi büyük külfet geldiği günler hepimiz için olmuştur. Belki bir önceki günün etkisinin hala üzerimizde olması, yeni günün sorumluluklarının ağırlığı gibi sebepler neden olmuştur buna. Ya da sadece yataktan çıkmak istemiyoruzdur işte o kadar. Eminim herkesin bu tip durumlarda enerjisini yükseltmek için başvurduğu çeşitli yöntemler vardır. Kimisi kendisine okkalı bir kahve demler, kimisi soğuk duşun altına atar kendisini. Kimisi pencereden kafasını çıkartıp derin nefesler alarak yükseltir enerjisini, kimisi dingin bir biçimde sessizliği dinleyerek. Liste böyle uzayıp gider. Hiç kimsenin yöntemine, isteğine çamur atacak değilim elbet. Bedenimiz ve ruhumuzun bizden talep ettiği her ne ise o, doğru olan yöntemdir zaten bizler için şüphesiz. Yeter ki duyalım onları, dinleyelim tüm hücrelerimiz ile…
Ben kendimi enerjik hissetsem de hissetmesem de güne başlamak için müzik dinleyenlerdenim. Ama müziği hareketsizce dinlemek, pek uygun değildir
Bizden geçti artık, bu yaştan sonra çok zor, bu işlere küçük yaşlarda başlamak lazım… Mesele dans etmek veya beden ile ilişkili birçok sportif aktivite olduğunda insanlardan en çok duyduğum ve tüylerimin ürpermesine sebep olan cümlelerdir bunlar. Kendimizi rakamlar, değer ölçüleri, kalıplar ile o kadar kısıtlamışız ki, daha bir eyleme başlamadan olmayacağını yapamayacağımızı düşünerek kendimize engeller koyuyoruz. Bedenimizin bu tip disiplinleri icra etmek için uygun olmadığı ile ilgili düşünceler üreterek, gerçeklikten uzaklaşıyoruz. Oysa hareket etmeye ruhumuz ile başlarız bilinç ona eşlik eder ve dünyevi yansımasını bedenimizde görürüz. Yani demem o ki her şeyi zihnimizde yaratıyoruz. Engelleri kendimize zihnimiz ile koyuyoruz, sınırlar çiziyoruz, çıkmazlar yaratıyoruz…
Kendimizi evlerimize kapattığımız ve belki de daha evvel hiç olamadığı kadar kendimiz ile vakit geçirdiğimiz bu dönem, bazı alışkanlıklarımızı ve zihinsel kalıplarımızı değiştirmek için büyük bir fırsat
Bacağını alıp kafasına kadar kaldırıyor, kollarını türlü türlü uç pozisyonlara sokuyordu. Yerlerde yuvarlanıyor, ayağa kalkıp yeniden defalarca yere düşüyordu. Bedeni ne kadar içinden çıkılması zor gibi gözüken pozisyonlara girse de yüzünde asla bir acı belirtisi olmuyordu çünkü henüz iki yaşında bir bebekti.
Bebekliğimizi hatırlarsak ya da o zamanlara ait görsel kayıtlarımıza bakarsak görürüz ki bebekken bedenlerimiz son derece rahat, ağrılardan ve kasılmalardan uzak, esnek bir haldedir. Dünyaya geldiğimizde, tıpkı zihinlerimiz gibi bedenlerimiz de son derece yalındır. Bir bebeğin bedeninde kolay kolay kırık olmaz (uç örneklerin dışında). Bir yetişkinin kolaylıkla sakatlanacağı bir düşüş yaşayan bebek, eğer etrafındaki insanlar tepki vermezlerse ağlamaz bile, kalkıp oynamaya devam eder.
Bunun nedeni bebeklerin bedenlerinin daha güçlü olması değildir. Bebekler bedenlerini yetişkinlere oranla çok daha serbest biçimde kullanırlar. Örneğin bir düşüş sırasında, yetişkin kendisini kasarken, bebek serbest
Yatağının içinde, gözlerini kapatıp sonsuzluğun nasıl bir his olduğunu algılamaya çalışan küçük bir çocuk. Tanrıyı, dünyayı, ebedi yaşamı, var oluşu hayal etmeye çalışıyor. İçinden şu sözleri tekrarlıyor “Ben bu bedenden ibaret olamam!”
Kendimi bildim bileli, hayattaki soyut kavramlar üzerine derin düşüncelere dalmışımdır. Eminim herkes, hayatının bir döneminde bu kavramlar üzerine düşünmüştür. Madde üzerinden açıklanamayan, elle tutulup gözle görülemeyen gerçeklikler nelerdir? Hissiyatları nasıldır? Madde dünyasının ötesinde nasıl bir gerçeklik var? Bu tip sorular herkesin kafasından, bir dönemde olsa geçmiştir.
Benim işim beden ile alakalı olduğu için, bu soruların cevaplarını da beden üzerinden bulmaya çalıştım. Tecrübem ve kendi üzerimde yaptığım gözlemlerden yola çıkarak algıladığım gerçeklerden biri şu oldu ki, bedenimiz, ruhumuzun bu dünya üzerindeki manifestosudur. Bir başka değişle, üst benliğimiz, zihnimiz ve