Dans etmeye yeni başladığımda 20 yaşındaydım. İlk öğrenmeye başladığım dans tekniği, Çağdaş Dans oldu. Yerde yapılan hareketlerle, vücut ve yer çekiminin ilişkisini deneyimledim. Daha sonra yavaş orta seviye de ve ayakta dans etmeyi deneyimleye başladım.
Okulun ilk yıllarında Müzik olmadan, sessizliğin içerisinde kendi ritmimizi yakalamaya çalışarak dans etmeye çalışırdık. Daha sonra, fondaki müziğe aldırmadan, çalan melodiyi sadece bir arka fon olarak düşünerek dans etmeye devam ettik.
Üniversite öğrenciliğimin ileri yıllarında Bale ile tanıştım ve çok katı bir disiplin ile dans etmeye çalışmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimledim. Bale pratiği yaparken, vücudun tüm uzuv ve kaslarının farkındalığında olarak, bedenin bütününde bir hakimiyet sağlamak amaçlanır. Çağdaş dansın serbest bırakma tekniği ile Balenin kontrol etme tekniği arasındaki farkı deneyimlemek, dans etmenin ne kadar farklı biçimlerde algılanabileceğini anlamamı sağladı.
Daha sonra, müziğine olan hayranlığımın da etkisi ile Hip Hop dansına merak saldım. Afro Amerikalı vatandaşların, özgürlük arayışları sonucu bir isyan çığlığı olarak ortaya çıkan Hip Hop kültürü, bir halkın özgürlük arayışının simgesidir. Böyle bir arayış sonucu ortaya çıkan kültürün dansı da, bir o kadar özgür ve isyankardır. Hip Hop dansında, kullanılan teknikten ziyade, dansçının özgür iradesi ve isyankar ruhu ön plandadır. Belli hareket kalıplarına ve öğretilere sığdırılamayacak kadar sıra dışı ve asidir Hip Hop dansı. İsyan duygusunun beden bulmasını Hip Hop ile gözlemledim.
Hip Hop dansı ile çalışmam ile hemen hemen aynı zamanlarda, Capoeira ile tanıştım. Brezilyaya Portekizli sömürgeci güçler tarafından getirtilen, Afrikalı köleler tarafından geliştirilen Capoeira, Savunma sanatlarının Dans ile harmanlanmış halidir. Aynı Hip Hop gibi, özgürlük ve isyan ateşinin sonunda var olan Capoeira, saldırgan ve tehlikeli olduğu kadar özgür ve estetiktir. Dansın dövüş ile nasıl harmanlanabileceğini ve nefretin aşka ne kadar yakın olduğunu Capoeira sayesinde öğrendim.
Bütün bu yolculuğumu sizlerle paylaşmamın sebebi, Dansın bir müzik eşliğinde yapılan hareketler bütünü olmaktan ziyade, çok güçlü bir ifade hatta var oluş biçimi olduğunu anlatmak. Dans, insanlık tarihi kadar eski bir Sanat, ve Dans ederken amaçlanan şey estetik görünmenin çok daha ötesinde. Yeri geldiğinde kalıpları ve çizgileri keskinleştirirken, yeri geldiğinde o kalıpları ve çizgileri darmadağın edebiliyor. Bazen disiplinin ve çalışmanın simgesi iken, bazen özgürlüğün çığlığı olabiliyor. Kimisi güçlenmek için dans ediyor, kimisi kendisini bulmak için. Kimisi için bir kur yapma biçimi iken, bir diğeri için ibadet olabiliyor dans. Ama bütün bu tanımlardan ötede, aslında her birimiz yaşamımız boyunca fark etmeden dans ediyoruz. Güne başlarken yataktan çıkma şeklimiz günü selamlama dansımız mesela. Ya da duş alırken su dansımızı yapıyoruz, tamamen bize özel olan. Öfkelenip ne yaptığımızı bilmeden bir oraya bir buraya hızlıca yürürken öfke dansımızı, neşeden havalara zıplarken mutluluk dansımızı yapıyoruz.
Aslında rüzgârda savrulan yapraklar, tepemizde dolaşan kuşlar, doğada var olan her varlık kendine has dansın her gün sergiliyor. Bulutlar ahenkle şekil değiştirirken, Güneş ve Ay karşılıklı Valslerini bizlere sergiliyorlar her gün. Eğer bakmasını bilirsek her olaydaki iyiliği görebileceğimiz gibi, her yerdeki dansı da görebiliriz. Eğer farkına varabilirsek kendi dansımızı daha coşkulu bir hale getirebiliriz. Sözlerimi Mevlana’nın hayatın her anının bir dans olduğunu anlatan şu sözleri ile noktalamak istiyorum:
"Dans et kabuğundan çıktığında. Sargılarını söktüysen dans et. Dans et kavga kıyametin tam ortasında. Kanın kaynarken dans et. Dans et tam anlamıyla özgür olduğunda."