Hiç ağır kaçmaz başlık. O statta maç seyredip evine dönmeye çalışan herkes, uzun zamandır aynı çileden şikayetçi.
Son olarak perşembe gecesi Sparta Prag maçından sonra yaşadık. Araçlar kitlendi kaldı. Otoparktan çıkan binlerce araba iki şeritli yolda adeta düğümlendi.
Trabzon Emniyeti’nden yüz tane trafik polisi görevlendirsen ne yazar? Gözlerimle gördüm, bu sinir harbinde polislerin de sigortası attı. Bağırıp çağırmaya, vatandaşla ağız dalaşına girmeye başladılar, hiç hoş değildi.
Ben ve sevgili İskender Gönen, maç bitiminden sonra 5 kilometreye yakın yürümek zorunda kaldık. Ne bir taksi ne dolmuş.
Bu işin bir de kışı, karı, yağmuru var. Resmen eziyet insanlara. Maç izlemek isteyenler gece yarısı eve girecek, ertesi sabah gün ağarırken işe gidecek.
Sen altyapıyı tamamlamadan denizi doldurup “ne güzel stat” yaptık diye övünürsün ama, büyük maçlarda Akyazı’ya gelenlere de “tahliye sorununu” çözmeden Çin işkencesi yaşatırsın. İnanın, biri kalp
Gerçekten kâbus gibi bir maç izledik. Hele son bölümlerinde yüreklerin ağıza geldi, turun gitme riskinin tavan yaptığı bir mücadele vardı. Uzatma dakikalarında tüm aksiyonlar yaşandı. Prag’ın on kişi kalması, Sosa’nın yaptırdığı penaltıyı Ekuban’ın kaçınması, skorda eşitlik varken Çek temsilcisinin ikinci gol için olağanüstü gayreti, Trabzonspor adına “kötü bir derse” dönüşebilirdi. Lakin uzatmanın da uzatmasında ani atakta rakibi sadece kalecisiyle yakalayan Novak’ın bitirici vuruşu, tribünlerin derin bir oh çekmesii sağladı.
Gelelim doksan dakikaya. Ünal Karaman’ın geçen haftaki maçta tek başına Trabzonspor’un başına bela olan Kanga’ya aynı serbestliği vermeyerek Sparta Prag’ın en etkili oyuncusunu durdurma planı doğru idi. Abdülkadir Parmak Gabonlu oyuncuyu sürekli rahatsız ederek onun kurduğu pas trafiğini önemli oranda aksattı.
Ünal hocanın Prag’da oldukça etkisiz kalan yeni transfer Obi Mikel’li kulübeye çekmesi de olumluydu. Ve tabii Alxander
Duygusal milletiz. Empati yapmayı beceremiyoruz. Bu yüzden tepkilerimiz kimi zaman orantısız, bazen haksızlık boyutuna ulaşıyor.
Yusuf Yazıcı’nın Trabzonspor’dan ayrılışı sırasında da yaşadık bunu.
Dün “Trabzon’un çocuğu” diye övgüler yağdırdıkları Yusuf’u, çirkin ve seviyesiz yorumlarla hedefe koymaya çalışan bir kitle var. Özellikle sosyal medyada yoğunlaştı bu garip tipler.
İnsanların tercihlerine saygı göstereceksiniz. Yusuf kaçıp gitmedi ki Trabzonspor’dan. Kısa zamanda yeteneğini gösterdi, Avrupa kulüplerinin dikkatini çekti ve hayatının kararını verdi. Günahı, sevabı ona ait.
Üstelik kulüp tarihinin en pahalı oyuncusu olarak iz bıraktı. İlk etapta 16.5 milyon euro kazandırdı. 25 maç oynarsa 1 milyon euro daha gelecek. Bordo-mavili kulüp bir sonraki satıştan yüzde 20 pay alacak.
Başkan Ahmet Ağaoğlu, garanti sübabını da koydu sözleşmeye. Yusuf’un Türkiye’den bir başka kulübe kiralanması veya satılması halinde, Trabzonspor’a 20 milyon euro tazminat ödenecek.
Söyleyin tanrı aşkına. Bu
Yeni transferlerin gizemi, giden yıldızların burukluğu bir yana, hayat devam ediyor ve teknik direktör Ünal Karaman’ın sezonun ilk resmi maçı olan, Sparta Prag karşısında sahaya çok farklı bir kadro çıkaracağını düşünmüyordum. Hoca yanıtmadı. Yusuf Yazıcı’nın yokluğunda hazır olduğuna inandığı Obi Mikel ile başladı, başkaca risk almadı. Almadı da diğerlerinin geçen yılki performansından eser yoktu.
Hazırlık maçlarında 33 oyuncu denemenin, bu ciddi sınavda Trabzonspor’u zorlayacağını kestirmek zor değildi. İlk bölümde berbat bir takım vardı sahada.
Savunmada ve orta sahanın göbeğinde çok aksadı. Kademe ve pas kayıpları üst düzeydeydi. Obi oyunda kaldığı sürede hayal kırıklığı yarattı. Sosa’nin bedeni sanırım Avusturya kampında kalmıştı. Hâl böyle olunca, iki Abdülkadir ve Nwakaeme’nin yükü ağırlaştı. Gol umudu Ekuban’ı uzun süre topla buluşturmakta zorlandı bordo-mavili takım.
Sparta Prag, eski gücünde olmasa bile, kendi liginde 4 maç oynamış ve daha hazır görününen taraftı. Ateşli
Trabzonspor Başkanı Ahmet Ağaoğlu’nun heyecanını anlıyorum. Bu yüzden yaptığı açıklamalara, verdiği bazı sözlerde duramamasına ve sert çıkışlarına hoşgörü ile bakılması gerektiğini düşünüyorum.
Maalesef balık hafızalı bir milletiz. Yaşanan sıkıntıları ve acıları bir anda unutup, her şeyin en iyisini istemek gibi bir huyumuz var.
Buna bir de Karadeniz insanının tez canlılığını ekleyin, Trabzonspor’u yönetmek, gerçekten zor zanaat.
Ekonomik olarak tükenmiş ve kapısına kilit vurulma aşamasına gelmiş bir kulübü 1.5 yıl gibi kısa bir sürede ayağa kaldırmak, herkesin başarabileceği bir iş değil.
Ekibi ile birlikte elini taşın altına koyduğu vakit bıçak kemiğe dayanmış, bırakın futbolcu alacaklarını, kulüp personelinin bile maaşı ödenemez hale gelmişti.
Trabzonspor bitkisel hayatta idi. Doğru teşhis, doğru tedavi ve müdahale ile hayata döndü. Bazı yöntemleri benimsemesem de, kriz en az hasarla atlatıldı.
Bu gerçeklerini unutursak, beklentiler hayal kırıklığına dönüşebilir. Trabzonspor’un transfer politikalarını eleştirenler, UEFA denetiminde
Medya olarak yanlışları eleştirmek görevimiz. Ancak doğru gördüğümüz ve inandıklarımızı da takdir etmeyi bilelim.
Kabul etmek gerek. Merkez Hakem Kurulu zor ve can sıkıcı bir dönemde iş başına geldi. Zaman kısıtlı, yapılacak çok iş vardı. Bu, tamamen Türkiye Futbol Federasyonu’nun tasarrufundan kaynaklandı.
Zekeriya Alp MHK’si, ilk icraat olarak klasmanları açıkladı. Hangi yöntemle? Tüm hakemlere geçen yılki performanslarını yansıtan karne niteliğinde tablolar gönderdi.
Sıralama yapıldı, hak eden terfi etti, notu yetmeyen yerinde saydı veya kategori düştü. Tartışma yok, torpil yok.
Anımsayın, geçmiş yıllarda onlarca itiraz Tahkim Kurulu’na taşınır, bir dolu tatsızlık yaşanırdı. Bu kez ne oldu biliyor musunuz? Tek kişi Tahkim’e gitti.
Ne anlama geliyor bu? Herkes nerede olması gerektiğini biliyordu.
İki örnek var
Son olarak Futbol Federasyonu eski başkanı rahmetli Hasan Doğan döneminde tanıklık etmiştik.
Bazı hakemler hakkında dedikodular ayyuka çıkmış, peşi sıra gelen kötü yönetimler çeşitli senaryoların yazılmasına neden olmuştu. Ve kurunun yanında yaş da yanmıştı.
Uzun yıllar FİFA kokartı takmış Bülent Yıldırım ve bana göre Süper Lig’in vasat hakemlerinden biri olan Serkan Çınar’ın yeni sezon üst klasman listesine alınmayışı da aynı mantığın sonucu.
Aslına bakarsanız Sabri Çelik başkanlığındaki MHK görevde kalsaydı, benzer uygulamayı yapacaktı, belki de daha geniş kapsamlı.
İhale yeni başkan Zekeriya Alp’e kaldı.
Kaldı da...
Yıldırım ile Çınar’ın hakemlik yaşamlarının bittiğine işaret eden bu tercih, bazı soruları da beraberinde getirdi.
“Kulüp Lisans talimatına harfiyen uyulursa, Türk futbolu üç yıl içinde kurtulabilir..”
Bu sözler Futbol Federasyonu Başkanı Nihat Özdemir’e ait.
Durumun ne kadar vahim olduğunu futbolun patronunun ağızından duymak da, bir o kadar acı.
Aslında kibar konuşmuş Özdemir.
“Mali anlamda çökmüş, rekabet adı altında etik değerlerini yitirmiş, sıfırlanma noktasına gelmiş Türk futbolundan söz ediyoruz” diyebilirdi.
Ve o Türk futbolunun tek kurtuluşu, sözde yıllardır var olan “Kulüp Lisans ve Mali fair-play kriterlerine” harfiyen riayet etmekten geçiyormuş!
Kimse kusura bakmasın, kulüpler ve onları yönetenler kadar, Futbol Federasyonlarının da sorumluluğu bulunuyor gelinen noktada.