Gruptaki ilk maçında Getafe deplasmanında sezonun en kötü oyunu ile farklı yenilgiden kurtulmuştu Trabzonspor. Ardından ligdeki Sivasspor mağlubiyeti geldi. İşler yolunda gitmiyordu. Ta ki Beşiktaş maçına dek.. Bence o doksan dakika her anlamda dönüm noktası oldu.
Dün gece Basel karşısında umutlanmama neden olan da, bu performansın Avrupa Ligi’ne yansıyacağı yolundaki inancımdı. Her şey güzel olabilirdi. Ah o basit savunma hataları olmasa. Bu kadar kolay gol yemek insanın canını sıkıyor.
Trabzonspor Teknik Direktörü Ünal Karaman, önceki gün rotasyon sinyalini vermişti. Dediğini yaptı. Basel karşısında Sosa, Nwakaeme ve Pereira gibi çok önemli üç oyuncusu ilk on birde yoktu. Onları hamle oyuncusu olarak kullandı. Ama yetmedi.
Basel, İsviçre’nin şımarık çocuğu gibi. Son 3 maçta kalesinde gol görmemiş, hücumda da etkili. Hiç pozisyonu yokken 20. dakikada bir duran toptan öne geçmesi sinir bozucu oldu. Trabzonspor’un reaksiyon göstermesi gerekiyordu ama, üçüncü bölgede istediklerini bir
Sezona beklenen performansın altında başlayan ve teknik direktörleri kısa sürede eleştiri odağı haline gelen iki takım vardı sahada. Belki ölüm kalım maçı değildi ama, kaybedenin geleceğe dönük ciddi sıkıntılar yaşaması kaçınılmazdı. Beşiktaş doksan dakika sonunda belirsizliğe doğru yelken açan taraf oldu. Trabzonspor adına ise düşünülenden çok daha kolay ve moral verici bir skor çıktı ortaya.
Karadeniz temsilcisi yoğun maç trafiği içinde kısıtlı ve yıpranmış kadrosu ile başladı Beşiktaş sınavına. Ünal Karaman’ın yaptığı tek değişiklik Avdijaj’ın yerine sakatlık tan çıkan Kamil Ahmet’e görev vermesiydi. Ne kadar isabetli bir karar olduğu görüldü.
Bu tarz oyunların kağıt üzerinde favorisi yoktur. Hele ki, iki takım da kazanarak çıkış arıyorsa. O vakit kimin sorumluluk alan oyuncusu çoksa, kim daha hırslı ise ve şans kimin yanında ise ibre ona döner.
Dün akşam Trabzonspor’un dümeninde kaptan Sosa vardı. Müthiş istekli, takımını meastro gibi yöneten Arjantinli’ye Obi Mikel de ayak
Geçen sezonun sonları sevgili Mustafa Çulcu ile sohbet ediyoruz. İstatistik tutmayı sever. Veriler çoğu zaman da işe yarar. Son on yılda Süper Ligdeki derbi maçlarının 4-5 hakem dışına çıkmadığını söylemişti.
En çok sorumluluğun Cüneyt Çakır’a düştüğünü anımsatmaya gerek yok sanırım. Hangi Merkez Hakem Kurulu olursa olsun; başı sıkışan ona sarılıyor.
Zekeriya Alp MHK’si de yanıltmadı beni. Haftanın en önemli karşılaşmasında yine Cüneyt Çakır var. Lakin, aklın yolu ile Galatasaray- Fenerbahçe derbisini yönetecek hakem sayısının aynı olması düşündürücü.
Peki neden Çakır?
Malum, iki taraf arasındaki karşılıklı suçlamalar ve futbolu kaosa sürükleyen açıklamalar ortamı çok gerdi. Bu atmosferin tribüne ve sahaya yansıması kaçınılmaz.
Üzerine hakem hatalarının eklenmesi olasılığını da bırakın. Hangi MHK riske girer ki?..
“Derbiyi kim yönetecek” diye günlerdir konuşulurken, papatyanın koparacağınız ilk yaprağında, zaten Çakır adı yazıyordu.
Geçen sezonu tüm Türkiye iyi anımsar. Koşullar öyle gerektirse de, Trabzonspor’un yaktığı gençlik ateşi örnek gösterilmiş, taraflı tarafsız herkes altyapının ne denli önemli olduğunu konuşmaya başlamıştı. Bugün Trabzonspor cephesinde işler endişe verici noktaya geldi. Son maçlarına artık iki yerli oyuncuyla çıkıyor. Elbette sakatlıklar Ünal Karaman’ı zorluyor. Ve bu süreci en az hasarla atlatmak istiyor. Ama sormadan edemiyor insan; bu gençler ne zaman şans bulacak ve kazanılacak? Sezon başında bu takımı abartmayın demiştim, keşke haksız çıksaydım.
***
Maça gelince. Skora rağmen Trabzonspor kalecisi “Uğurcan” ve “diğerleri” diye ayırmam gerek. Tıpkı son Getafe sınavındaki gibi yaptığı inanılmaz kurtarışlarla arkadaşlarını ayakta tutmaya çalıştı. Lakin onun da yapacağı fazla şey kalmıyor bazen. Bu arada yeni sözleşmesi anasının ak sütü gibi helâl olsun. Açık söyleyeyim, her doksan dakikanın ardından Trabzonspor adına olumlu şeyler değil de, Uğurcan yazmaktan sıkıldım artık.
Sahaya dönersek. Amaç futbol
Yıllar sonra Trabzonspor’u UEFA Avrupa Ligi’nde izlemek, elbette anlamlı idi. Getafe deplasmanından puanla dönmek, bu keyfin değer kazanması için iyi bir başlangıç olabilirdi. Lakin şu gerçek; Büyük oranda sakatların da etkisiyle Trabzonspor’da inanılmaz bir gerileme var. Ve hayra alamet değil.
İspanya liginde galibiyetsiz 18. sırada bulunan Getafe karşısında, ligi de düşünerek rotasyonlu bir kadro ile başladı Teknik Direktör Ünal Karaman. Bu kez savunmanın göbeğinde Campi, orta alanda Obi Mikel’in yanında Doğan Erdoğan vardı.
Şunu söyleyeyim; Getafe üst düzey rakip değil. Eksiksiz bir Trabzonspor buradan puansız dönmezdi. İspanyol temsilcisinin en büyük avantajı uzun süredir birlikte oynamış isimlerden kurulu olması. Disiplinli. Top rakipte iken en az iki oyuncu başına üşüşüyor. Fizik güçleri de bir avantaj. Az hatayla oynamazsanız canınızı yakar. Trabzonspor bunu yapamadı. Uğurcan olmasa İspanya’dan tarihi bir yenilgi ile dönmesi şaşırtıcı olmazdı.
Maça gelince.... İlk 15 dakika iki takım adına da sıkıcı bir futbol ve
Peşi sıra Abdülkadir Ömür, Yusuf Sarı ve Ekuban sakatlandı. Tamam, üç önemli oyuncunun yokluğu Trabzonspor için dezavantaj görünüyordu. Lakin bu geniş kadro neden kuruldu? Üç kulvarda birden yarışmacı olacak takım için. İyi de, onların yerine görev yapanların da hazır olması gerekmiyor mu? Teknik direktörün görevi herkesi her an oynayacak biçimde motive etmek değil mi?
Skor bir yana, dünkü kötü futbolun sorumluluğunu kimseye yıkmak gibi bir niyetim yok. Trabzonspor, birkaç isim hariç takım olarak iyi değildi.
Gençlerbirliği’ni küçümsemiyorum, ligde puanı olmayan bir rakip karşısında işi baştan sıkı tutmazsanız her türlü sıkıntıyı yaşamak zorunda kalırsınız. Sezon başından beri dilimizde tüy bitti. Trabzonspor’un yumuşak karnı orta sahası. Bu bölgede Sosa ve Obi Mikel’i yan yana oynatmak fikri, görüldü ki hata. Mikel adam kovalamayan, savunması olmayan bir oyuncu. Üstelik kontenjan senatörü gibi dolaşıyor sahada! Gününde olmayan Abdülkadir
Perşembe günü sosyal medyada Trabzonspor kulübünün paylaşımını gördüm.
AEK maçında dizinden sakatlanan Abdülkadir Ömür, Almanya’da ameliyattan çıkmış, yatağının yanı başında başkanı Ahmet Ağaoğlu.
Acaba eski bir fotoğraf mı diye, aklıma düşmedi değil. Hemen aradım, üçüncü çalışta açtı başkan:
- Almanya’da mısınız?
“Evet, az önce Abdülkadir ameliyattan çıktı, yanındayım.”
- Çok selam söyleyin, geçmiş olsun. Sırf bu ameliyat için mi gittiniz?
“Elbette. Sabah geldim, akşam emin ellere bırakıp döneceğim. Onlar benim çocuklarım. Aileleri bize emanet etti. Üzgünüm, üç çocuğumuz da kısa aralıklarla sakatlandı. Üzerlerine titriyorum. Abdülkadir’in babası aradı, ameliyatı merak etmiş. Tabii ki ben yanıt vereceğim sağlığı hakkında.”
Milli takım, Avrupa Şampiyonası grup maçlarında kötü sürprizlerin bedelinin ağır olacağı bir sürece girdi. Üç gün önce Andorra karşısında kabus görmekten son dakikalarda Ozan kurtarmıştı bizi.
Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş. Ay-yıldızlı ekibimizin Moldova’da yapması gereken, golü erken bulup rahatlamak ve kendi oyununu rakibine kabul ettirmek olmalıydı. Lakin kapanan ve sahasında millilerimizi bekleyen Moldova’nın kalabalık savunmasını aşmak zordu. İlk 20 dakika işler tam da rakibin istediği gibi gitti. Kaleyi bulan tek şutumuz yoktu. O dakikadan sonra peşi sıra tam üç pozisyon bulduk. Kanatları etkili kullandığımız bu bölümde iki kez Cenk ve İrfan Can yokladı kaleyi. Koşelev kritik müdahaleler yaptı. Ve döndük aynı sıkıcı taktiğe.
Premier ligde kulübede oturarak gerçek kimliğinden uzaklaşmaya başlayan ve bu performansı milli takıma da yansıyan Cenk Tosun’un geri dönüşü ise şık oldu. Bir taç atışında hızlı davrandık. Dorukhan, ilk kez önde yakaladığımız Moldova savunmanın arkasında topu Cenk ile buluşturdu.