Perşembe günü sosyal medyada Trabzonspor kulübünün paylaşımını gördüm.
AEK maçında dizinden sakatlanan Abdülkadir Ömür, Almanya’da ameliyattan çıkmış, yatağının yanı başında başkanı Ahmet Ağaoğlu.
Acaba eski bir fotoğraf mı diye, aklıma düşmedi değil. Hemen aradım, üçüncü çalışta açtı başkan:
- Almanya’da mısınız?
“Evet, az önce Abdülkadir ameliyattan çıktı, yanındayım.”
- Çok selam söyleyin, geçmiş olsun. Sırf bu ameliyat için mi gittiniz?
“Elbette. Sabah geldim, akşam emin ellere bırakıp döneceğim. Onlar benim çocuklarım. Aileleri bize emanet etti. Üzgünüm, üç çocuğumuz da kısa aralıklarla sakatlandı. Üzerlerine titriyorum. Abdülkadir’in babası aradı, ameliyatı merak etmiş. Tabii ki ben yanıt vereceğim sağlığı hakkında.”
- Abdülkadir nasıl başkan?
“Operasyon başarılı geçti. Zor bir süreç. 4 veya 6 ay arası zaman veriliyor. Hormonlar gelişim halinde olduğu için, daha erken iyileşme ihtimali var.”
- Umarım. Morali nasıl?
“(Gülerek) Pek iyi değil.”
- Nasıl, çok mu üzgün?
“Yok yok. Buranın yemeklerini beğenmedi. Canı kaşarlı tost istedi söyledim, onu yiyecek. Taburcu olunca bulacağız bir formül.”
Uzun yıllardır hasretiz bu tarz yöneticiliğe. Samimi, sevgi dolu ve içtendi her cümlesi. Biraz da utangaçtı sesi.
Hazır yakalamışken sordum;
- Kritik maçlar öncesi ciddi eksikler var.
“Şanssızlık. Biz aylardır bu yüzden bağırıyoruz, rezerv lig diye. Gençleri hazır tutalım, gerektiğinde takıma koyalım diye. Yusuf, Uğurcan, Abdülkadir, Hüseyin nasıl çıktı? Zor günlerde şans buldular, hakkını verdiler. Şimdi de sakatların yerini dolduracak ve Türk futboluna kazandıracağımız oyuncularımız var. Fırsat olabilir.”
Bitmediler!
Çabucak unutuyoruz. İki yıl önce ekonomik olarak bitti denen Trabzonspor küllerinden doğuyor. Hâlâ eleştireni ve beğenmeyeni olduğunu biliyorum Ağaoğlu’nun. Özellikle de Trabzon cephesinden.
Kısa zamanda yapılan doğru işleri takdir edilmesinden geçtim. Yıpratma odaklı haber ve yorumlar sadece Trabzonspor’a zarar vermekle kalmayacak, gelinen noktayı kıskançlıkla izleyenlerin ekmeğine yağ sürecektir.
Yılların tahribatı dünden yarına düzeltilemez. Bunca emeğe ve fedakârlığa azıcık saygı gerekiyor.
Bu tabloya benim de diyeceğim var; Helal sana Ahmet başkan, sakın mütevazı olma!
Arda! Bunlar da senin manşetlerin...
Arda Turan’ın aldığı 2 yıl 8 aylık adli hapis cezasının ertelenmesi, üçüncü sayfa haberlerini aşmamalı idi aslında!
Barda taciz iddiası, kasten yaralama ve ruhsatsız silah bulundurma suçları “eski” bir milli futbolcuya ait olunca, yargının ve medyanın bakış açısı değişti!
Mahkeme kararından sonra “manşeti” attı ya Arda!
O zaman bize de geçmişi anımsatmak düştü;
- Arda; Sivasspor maçında yardımcı hakeme saldırdı, hakaret etti, 16 maç ceza aldı, Tahkim 10 maça indirdi.
- Arda; milli takımda prim kavgasına karıştı, ay-yıldızlı ekipten uzaklaştırıldı.
- Arda; milli takım uçağında gazetecinin boğazını sıktı.
- Arda; Galatasaray antrenmanında takım arkadaşı Caner’i yumruklayarak dudağını patlattı.
- Arda; Atletico Madrid'de yardımcı hakeme kramponunu fırlattı.
- Arda!.....
Arda’nın futbol manşetleri bunlar. Diğerlerini siz takdir edin!
Güneş adamı yakar!
Lige verilen milli arada, spor gündemi hiç de yakışık almayan noktalara çekildi.
2002 Dünya Şampiyonası öncesi de medyada bazı kalemler A Milli Takım Teknik Direktörü Şenol Güneş’i hedef almış ve futbol dışı yaklaşımları ile tepki toplamıştı.
Güneş ise, tarihimizde ilk kez dünya üçüncülüğü madalyasını kazanarak yanıt vermişti.
Bugüne dek daha büyük bir başarımız var mı? Yok. 2020 Avrupa Şampiyonası finallerine katılma olasılığımız yüksek mi? Fazlasıyla.
O halde Şenol hocayı yıpratmak ve hepimizin sahip çıkması gereken bu milli takıma zarar vermek kime ne fayda sağlayacak?
Yeni bir fikir mi ürettiniz, farklı bir bakış açısıyla yol mu gösterdiniz? Yoksa milli takım ve kulüp geçmişi parlak, Anadolu’dan kopup gelmiş bir teknik adamın duruşu mu rahatsız etti sizi?
Gelelim içimizi ısıtmaya devam eden ay-yıldızlı ekibimize.
Moldova galibiyetine ne kadar sevindi isek, Tiran’tan gelen müjdeli haberle de o denli mutlu olduk.
İzlanda’yı mağlup eden Arnavutluk, 11 Ekim’de A millilerin rakibi. Aynı gün İzlanda-Fransa maçı var. Grubun en kritik haftası. Arnavutluğu asla küçümsememeli ve Fransa sınavındaki gibi; inançlı, akıllı, enerjisini sonuna kadar kullanacak bir oyuncu topluluğu ile çıkmalıyız sahaya.
İnsanlar tuttukları takım üzerinden Güneş’in tercihlerini eleştirmek yerine, ulusal duygularla yürek birliği yapmalı.
Elbette her şey dört dörtlük değil. Kişiler üzerinden hırpalama kampanyalarını kendi ligimizde yeterince beceriyoruz.
Rahat bırakın da, Şenol Güneş ve öğrencileri bize hasret kaldığımız Avrupa şampiyonası finalini göstersin...
Özür borcu
Geçen hafta “Adalet için VAR, hakem için değil” başlıklı bir yazı kaleme almıştım.
Merkez Hakem Kurulu eski başkanı Yusuf Namoğlu ile mevcut başkan Zekeriya Alp dönemi arasında görev yapan Sabri Çelik ve kuruluna değinmemiş olmam, haklı olarak bazı dostlarımı üzmüş.
Haklarını teslim etmem gerek. Namoğlu sonrası Video Asistan Hakemliği sıkıntılı bir süreç yaşamıştı. 3.5 aylığına görevi kabul eden başta Çelik olmak üzere, Mustafa Çulcu, Muhittin Boşat ve her üye, elini taşın altına koymayı göze almışlardı. Ve şu anki VAR kadrosunu, TFF yönetiminin muhalefetine rağmen kabul ettirmiş, dolayısıyla çok yürekli bir kararın altına imza atmışlardı.
Şimdi Zekeriya başkanın eli rahat ise, bunu Sabri Çelik MHK’sine borçludur.
MHK gibi kritik mevkilerde görev yapanlar ne denli iyi niyetli davransa da, hakemler kadar hata yapabiliyor. Çelik ve ekibinin devamını engelleyen, iki Galatasaray maçındaki atamalar ve sonuçları olmuştu. Yoksa, kamuoyunun bilmediği çok konuda mücadele verip, hakemliğin gelişimi için çaba göstermişlerdi.
Buradan Sabri Çelik ve arkadaşlarına bir özür borcum olduğunu itiraf ediyor, samimiyetlerine sığınıyorum.