Hafta içindeki Krasnodar maçından sonra Trabzonspor’un hedefinin Avrupa değil, lig olduğu konusunda naçizane fikir beyan etmiştim. Uzak kulvarda yürümek ve sonuç almak artık çok zor.
Dolayısıyla Süper Ligin mazereti olmamalı. Dün gece bu anlamda önemli bir maç izledik. Son ana kadar heyecan üst düzeyde idi. İki takım da UEFA liginde zorlu bir doksan dakika oynamıştı. Başakşehir süper lige iyi başlamasa da, sakat futbolcuları döndükten sonra kısa sürede toparlanan bir ekip. Çok kaliteli ayakları var ve savunmada önlem almazsanız her an başınıza dert açabilir. Öyle de oldu. Rakip kalede ciddi pozisyonlar üretti.
Trabzonspor ise hücum kurgusunda zayıf kaldığı fazla idi. İlk yarıda bir karambol pozisyonu dışında Başakşehir’i zorlayamadı. O dakika gerçekten ilginç idi. Hani top kaleye girmek istemiyorsa, ne yapsanız nafile diye. Başakşehir kalecisi Mert ve savunmacıları adeta duvar ördü skorun değişmemesi adına. Meşin yuvarlak bulamadı üç direğin arasını.
Her teknik direktörün oyuncu tarcihlerine her
Medyada, batmak üzere olan Trabzonspor’un devlet desteği ile ayakta kaldığı ve kulübe ayrıcalık yapıldığı yolunda saçma sapan bir tartışma başladı.
Bu ülkede futbol, yıllardır siyasetin ilgi alanından çıkmadı. Hep beraber yürüdüler.
İstisnasız, hemen her kulübün siyaset ile ilişkisi oldu. İsteyerek, bilerek, talep ederek...
Genç nesil anımsamaz. Küme düşen kulüpler darbeci paşaların talimatı ile lige döndü. Mahkemeler ligdeki takım sayısına müdahale etti. Devleti yönetenlen Futbol Federasyonu Başkanı atadı. Merkez Hakem Kurulu başkanlarına bile eli uzadı siyasetçilerin.
Gelelim yakın geçmişe ve günümüze.
Burada Fenerbahçe kulübünü ve dönemin başkanı Aziz Yıldırım’ı Şükrü Saraçoğlu’nun yeniden inşaası konusunda ayrı tutarak söylüyorum.
Stat yapmak için siyasetçilerin kapısını aşındırmayan, özel izin çıkarmak adına takla atmayan, tarihi mekanları ranta kurban etmeyen, “Atatürk” isimli tesisleri arenaya çevirmeyen kaç kulüp var?..
UEFA Avrupa liginde “ya tamam, ya devam” niteliğinde bir maçtı Trabzonspor için. Grup sonuncusu Krasnodar’ı yenip ilk galibiyetini almak, iddiasını sürdürebilmek adına çok önemli idi. Beceremedik. Her şey istediğimiz gibi giderken pis bir golle teslim olduk. Umutlarımız kısa sürede bitti.
Teknik direktör Ünal Karaman’ın dün geceki rotasyon tercihi savunmadan yana idi. Hüseyin- Hossein ikilisi yerine Fernandes ve Campi ikilisiyle başladı.
Bunun anlamı çok netti; Bu takımda asil-yedek yok. Hak eden formayı giyer. Bunun karşılığı tek kelime ile adalet idi. Lakin kim oynarsa oynasın, savunmada en küçük bir hatanın dahi telfasi yok.
Trabzonspor oyuna kontrollü başladı. Sağda Pereira, solda Novak’ın kanat organizasyonlarındaki etkisi, Yusuf Sarı ve Abdülkadir Parmak’ın orta alandaki baskılı oyunu ile birleşince, daha üretken olan taraf temsilcimiz oldu.
Nwakaeme, Sörloth, Yusuf ve Sosa ile yakaladığımız ciddi pozisyonlar vardı ilk yarıda. Bir tanesi olumlu sonuçlansa, maçın kaderi değişebilirdi.
İkinci bölüm temsilcimiz adına
Şu an Süper Lig’in en iyi forvet hattı, kuşkusuz Trabzonspor’da. Yeni transferler Sörloth ve uyum sürecini atlatmaya çalışan Sturridge, üçüncü bölgede kaliteleri tartışılmayacak isimler. Onlara bitirici tim elemanı olarak gününde bir Nwakaeme’yi de ekleyin. Hele Ekuban ve Abdülkadir Ömür sakatlıktan döndüğünü düşünün. Dümende de zor anlarda sihirli sopasını çıkaran kaptan Sosa varsa, değmeyin Ünal Karaman’ın keyfine. Ligin en çok gol atan takımlarından birinin hocası unvanı, kaç kişiye kısmet olur?
Lakin takım savunması konusundaki zaaflar çözülmüş değil. Bireysel hatalar nedeniyle kolay gol yeme alışkanlığı sürüyor ve zaman zaman sıkıntı yaratıyor. Belki bu sorunların da üstesinden gelinecek ama, sabır ve hoşgörü şart.
Gaziantep karşısında oyuna fırtına gibi başladı bordo-mavililer. 14 dakikada iki klas gol, iki usta ayaktan geldi. Önce Sörloth’un asisti ve Sturridge’in ligdeki ilk nefis golüne tanıklık ettik. Hemen ardından bu kez
Hadi itiraf edelim. A Milli Takımı seyretmekten zül duyduğumuz günlerden, maçın son dakikasına kadar inancımızı yitirmediğimiz bir futbolcu topluluğunu izlemenin heyecanını yaşıyoruz.
Yepyeni bir jenerasyon. Kendilerine güvenen pırıl pırıl gençler. Teknik direktörlük kariyerinde nokta koymayı bilmeyen bir hoca. Ve ay-yıldızlı ekibi seyretmekten büyük keyif alan milyonlarca insan.
İyi de bu kadar kısa sürede ne değişti?
Şenol Güneş sihirbaz mı? Şapkadan tavşan mı çıkardı? Yoksa bu çocuklar dünyanın sekizinci harikası mı?
Bir kaç basit yanıt geliyor aklıma;
Artık milli takımda “papaz” oyuncu devri bitti. Göğsündeki ay-yıldızın hakkını verecek onlarca neferimiz var. Emre Belözoğlu bile Burak Yılmaz’ı değiştirebiliyor ise...
Egolarının tutsağı olmuş, yeri geldiğinde cismi, olmadı oyuncusu ile kavga eden teknik direktörler dönemi kapandı. Kimse mekan basmıyor. Başarısını hazmedemeyenlere inat, mütevazı, kendiyle barışık, futbolcularına bilge bir öğretmen gibi yaklaşan milli takım sorumlumuz var. Unvanı sadece bu ve işini hakkıyla yapıyor.
Türk futbolunda yılların alışkanlığıdır. Kulüp başkanları, yöneticiler, teknik adamlar, futbolcular ve hatta bazı yorumcular hakemi baskı altına alıp, kararlarında etkili olmaya çalışırlar.
Önemli bir maça mı atandınız? Hemen eski defterler açılır; “Falanca hakem filanca maçta şu takım lehine düdük çalmıştı.” Ya da “Bu hakem X takımı tutar. Yine bizi yakmaya geldi.” Daha da abartanlar, “Birileri hakemler üzerinden ligi dizayn ediyor” paranoyası ile saldırıya geçer.
Zamanın federasyonları ve Merkez Hakem Kurulları, yalandan da olsa hakemin arkasında durur, en azından öyle hissettirirdi.
Bugün işler hakem açısından daha güçleşti.
Neden?
Nihat Özdemir başkanlığındaki federasyon ve Zekeriya Alp MHK’si saf değiştirdi!
Resmen hakemlere cephe aldılar. Bunu da net biçimde beyan ettiler.
Milli maç arasına kazanarak girmek, Trabzonspor için bulunmaz bir fırsattı. Hem moral motivasyon, hem sakatların düzelerek takıma katılması anlamına gelecekti üç puan. Zirveye yaklaşmak da cabası. Çok zor, ama mükemmel oldu. Adeta yoktan var etti galibiyeti. Silkindi, kendine geldi, inandı, yüreğini koydu, mücadele etti ve kazandı.
Hafta içindeki Basel maçı, dün akşam ilk yarıdaki kötü oyun için asla mazeret olamaz. Ve bir oyuncu topluluğu dört günde bu denli farklılık gösteremez. Tıpkı Ç.Rizespor’un durumu gibi. Onlardaki değişim tam tersi, olumlu yöndeydi. Geçen haftaki 5 farklı yenilginin yaralarını çabuk sarmış ve kazanmak için her yolu deneyen bir rakip vardı Trabzonspor’un karşısında.
İlk yarıda istediği hiçbir şeyi yapamadı bordo-mavili ekip. Nwakaeme ile bulduğu net pozisyon hariç, hücumda son derece etkisiz, orta alanda kontrolü kaybetmiş, savunmada aksayan bir bir takım izledik. Rizespor’un Melnjak ile bulduğu gol evlere şenlikti. Önce Hosseini, ardından Abdülkadir Parmak onu seyredince,
Bu sezon hakem camiasında ilginç olaylar yaşanıyor.
Önce Bülent Yıldırım ve Serkan Çınar’ın Süper Lig kadrosundan çıkarılması, şimdi de Suat Arslanboğa’nın Türkiye Futbol Federasyonu ile yaptığı profesyonel hakemlik sözleşmesinin feshedilmesi.
Bunlar alışık olduğumuz şeyler değil.
Yıldırım ve Çınar’ın geçen sezon yönettikleri maçlar ile ilgili sıkıntıları biliniyor. Merkez Hakem Kurulu hakemliklerinin neden bittiğine dair net bir açıklama yapmadı. Kararı herkes kendi kafasına göre yorumladı ve bir sonuca vardı. Böyle olmamalıydı. Gerçek ve gerekçe ne ise anlatılmalı, insanlar zan altında bırakılmamalı idi.
Gelelim Suat Arslanboğa’ya. Hakemliğini savunma pozisyonunda değilim. Yakından tanırım, insan olarak düzgün biri olduğunu biliyorum.
Beşiktaş- Başakşehirspor maçının son on dakikasında kendisine yakışmayan üç önemli hata yaptı. MHK’ye göre bunlardan bir tanesinin affı yoktu. Adem Ljajic’in hakemi itmesi ve cezasız kalması, bardağı taşıran damla oldu.