Kerim Afşar, dost sofralarında keyiflendiğinde bu şarkıyı söylermiş.Yeryüzündeyken alemin hayranlıkla seyrettiği adam, dün gökyüzüne, alemi seyre çıkmıştı. Ve bizler Ankara Sanat Tiyatrosunun (AST) o küçük, tanıdık, sıcak salonunu dolduran bir avuç hayranı, onun "Güz misafirleri"ydik.Naaşının yer aldığı sahnenin arkasında Galile rolündeki ak saçlı, ak sakallı portresi asılıydı. O sahnede en son Uğur Mumcuyu oynamıştı. Rol bu olunca, teklif için evine gelen gençleri kıramamış, "Tiyatro tanrısı beni göreve çağırıyor" deyip kolları sıvamıştı."En kötü rolünü bugün oynuyor" dedi sahne arkadaşı, yoldaşı Rutkay Aziz, sahnede titreyen sesi, bitap gövdesiyle...Ardından "seslendirme sanatçısı" diye yazmıştı bazı gazeteler... Oysa o, en sıkıntıda olduğu günlerde dahi seslendirme yapmaya, reklama çıkmaya yanaşmamış, "Ben Mustafa Kemali seslendirmiş adamım, bana yakışmaz" demişti."İki şeyi tartışmaz ve tartıştırmazdı" dedi Rutkay Aziz:"Biri Muhsin Ertuğrul, diğeri Mustafa Kemal..."ASTın dar merdivenlerinden son kez, bir grup eski dostun omzunda, o ikisinin fotoğrafları arasından geçerek çıktı.***3 yıl önce, yine bir güz sabahı İbn - i Sina Hastanesinde bir odanın kapısında buluşmuş, içerideki hastayı görmek istemiştik. Odaya girdiğimiz anda başucundaki doktor "Maalesef hastamızı şu anda kaybettik" demişti.Yanımda sendelemişti.Yataktaki adam benim hocam; onun radyo yıllarından kadim dostu Mahmut Tali Öngörendi.3 yıl sonra, hasta yatağında düşen bu kez Afşar oldu. Kendini iyi hissettiğinde hastalara Galileden tiradlar okuduğunu anlattılar.Ya baygınken?.. Bir tiyatrocu, sancılı gecelerde ne kabus görür?Kendisini hiç tanımadığı bir kostüm içinde, hiç bilmediği bir rolde görürmüş Kerim Afşar...***ASTtan sonra, cılız bir kortejle yürüyerek gittiğimiz Büyük Tiyatroda, - onu ilk kez Küheylanda izlediğim sahnede - "hiç tanımadığı bir kostüm içinde, hiç bilmediği bir rolde" uzanmış yatıyordu.Önce perdeye fotoğrafı düştü; sonra salona sesi... o duygusallaşınca şiir gibi okşayan, öfkelenince gürleyip kırbaçlayan mağrur, vakur, güzelim sesi, kendi hayatını anlatıyordu; dünyayı bunca güzelleştirdiğine hiç değinmeden...Kalabalık, yoksul bir ailede babasız büyümüş bir çocuğun, okulda müsamereyle başlayan tiyatro yaşamının nasıl perde kapatmadan 45 yıl sürdüğünü anlattı. Sonra, bugün arkasından ağıt yakan kurumunun nasıl onu "Emeklilik yaşı geldi" diye kapının önüne koyduğundan söz etti.Buna rağmen arada "Tiyatro tanrısı göreve çağırdığında" yine koşarak geliyordu.Onun dışında oltasını alıp "İhtiyar Balıkçı" rolünde Akdenize iniyordu.Ta ki, perde bir daha açılmamacasına inene kadar...***Çıkışta kızı Pınar yanıma gelip, "Sizi çok severdi. Bak senin yaşında neler yapıyor diye sizi gösterip beni kıskandırırdı" dedi, ondan kalan paha biçilmez bir mirası fısıldar gibi...Büyük Tiyatrodan Ankaranın pastırma yazına çıkarken gökyüzüne baktım. Zihnimde İhtiyar Balıkçının vakur sesine yapıştırdığım o eski şarkı çınlıyordu hala:"Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi;kah inerim yeryüzüne, seyreder alem beni." can.dundar@e-kolay.net Kah çıkarım gökyüzüne, seyrederim alemi; kah inerim yeryüzüne, seyreder alem beni
Özay Şendir
New York Times’tan Erdoğan’a baskı çağrısı
28 Nisan 2025
Tunca Bengin
Varlığı da tehdit yokluğu da...
28 Nisan 2025
Cem Kılıç
‘Belirli süreli’ sözleşmeler hakkında her şey
28 Nisan 2025
Abdullah Karakuş
Depremin etkilerini nasıl azaltabiliriz?
28 Nisan 2025
Hakkı Öcal
Faşizm imkânsız diyorsanız, etrafınıza bakın ey ABD’liler
28 Nisan 2025