Her yıl programını heyecanla beklediğim Marka Konferansı bu yıl benim için ayrı bir heyecan kaynağı.
Çünkü bu yıl katılımcılar arasında ben de varım.
13-14 Aralık’ta Hilton Bomonti’de gerçekleşecek organizasyonda alanlarının önde gelen isimlerinden Nick Jones, Matthew Slotover ve Enis Karavil ile sahnede röportaj yapacağım.
Size biraz içeriden bilgi vereyim.
Hazırlıklar son hızla devam ediyor, ardı ardına toplantılar yapılıyor, her detay ince ince düşünülüyor.
Ayşegül Yürekli Şengör’ün Marka’yı 18 yıldır nasıl zirvede tuttuğunu bu kez yakından deneyimleme şansı buluyorum.
İçerik bizim işimiz fakat sahnede olmak karşındaki insanla birebir röportaj yapmaya ya da bilgisayar başında çalışmaya benzemiyor.
İşte çalışan kadının dramı!
18 yaşından beri ehliyetim var ama cumartesi akşamı hayatımın ilk trafik cezasını yedim.
Hem de araba kullanmadan, sadece bir araç içinde arka koltukta otururken!
İnönü Stadı’nın önünde araba durduruluyor.
Olağan bir trafik polis kontrolü derken, polis şoförün telefonunu istiyor, telefondaki Uber aplikasyonuna bakıp 4000 liralık trafik cezası yazıyor.
Bunu yazarken de şoföre soruyor, “Sen Ubercilerin Whatsapp grubunda yok musun?”
“Gruptaki şoförler bizim burada kontrol yaptığımızı yazmıştı, neden bu yoldan geldin?” diye şoförü azarlıyor.
Üstüne ben daha hiçbir şey soramadan ehliyetimi isteyip bana da 292 liralık bir trafik cezası yazıyor!
THY’nin İstanbul - Hong Kong hattının 15. yılı şerefine bir grup gazeteci Hong Kong’a uçuyoruz, THY Basın Müşaviri Yahya Üstün ile birlikte.
Hong Kong, Uzakdoğu’nun en güzel büyük şehirlerinden biri. Çin’in güneydoğusunda, eski İngiliz sömürgesi, şimdi ise tamamen bağımsız. Sadece bir finans merkezi değil, Uzakdoğu kültürünü ve yemeklerini sevenlerin favorisi. Zaten o yüzden İstanbul-Hong Kong uçuşları hep dolu. Sadece yerli müşterilerle değil tabii, yabancı yolcular ağırlıkta THY’nin uçuşlarında. Ne de olsa THY ‘Widen Your World’ sloganının hakkını veren global bir şirket.
Hong Kong’un geleneksel noodle’cısı
Hong Kong’da ilk dikkat çekenler güzel restoranlar, sonsuz alışveriş, ünlü mimarlardan dev binalar. Sokakta gezerken dev binaların arasında kendinizi küçücük hissediyorsunuz. İlk akşam daha saat farkına alışamadan bir Türk restoranına gidiyoruz, The Sultan’s Table. Restoranın dekoruna hayran kalıyoruz, yemekler daha iyi olabilir, ama yine de Hong Kong’da bu kadar güzel bir Türk restoranı bulmak bizi hem şaşırtıyor, hem de sevindiriyor. Ertesi sabah Ngong Ping adlı teleferikle Hong Kong’a tepeden bakanlar da, soluğu Disneyland’de alanlar da oluyor, Central’da kalıp şehri gezenler
Son zamanlarda izlediğim en iyi Türk filmi: Ayla.
Gişede başarılı olsa da sinema eleştirmenleri de basın da Ayla’ya hak ettiği değeri ve yeri vermedi.
Basın daha çok yapımcı Mustafa Uslu ve yönetmen Can Ulkay’ın senarist Yiğit Güralp’le arasındaki gerilime odaklandı.
Oysa ilişkilerden çok ortadaki filmi konuşmak gerekiyordu.
Filmi tartışacak olan eleştirmenler de filme hak ettiği ilgiyi göstermedi.
Bizde âdet, sanat dünyasında da belli isimlerin dokunulmazlığı var, filmlerini beğenseniz de beğenmeseniz de iyi yönetmen ya da iyi oyuncu sıfatını bir kere aldılarsa, bir daha yaptıkları iş kötü bile olsa kimse söylemeye cesaret edemiyor.
Ünlü yönetmenlere iyi değil diyemedikleri gibi iyi olana da hakkını teslim etmedikleri oluyor.
Ayla, gerçek görüntülerden oluşan belgesel ve film görüntüleriyle iyi harmanlanmış.
Ne üstümde bulunduğum yerin para birimi var ne de gideceğim adres hakkında herhangi bir fikrim.
Ama telefonuma bakarak, yolu izleyebiliyorum, elimi cüzdanıma atmadan istediğim yerde olabiliyorum.
Tam da bunun üstüne Uber’in kullanıcı ve sürücü bilgilerini hacker’lara kaptırdığı ve üstelik onlarla savaşmak yerine 100 bin dolarlık fidyeyi ödedikleri ortaya çıkıyor.
Tam 57 milyon kişinin hesabı söz konusu.
Ad, soyadı, email’in yanı sıra kredi kartı bilgileri de var tabii çalınanlar arasında.
Uber, yasalara aykırı davranıp hacker’larla işbirliği yapıyor.
Bu, hacker’lara yeni bir kazanç kapısı sağladığı için asla kabul edilmemesi gereken bir şey.
THY’nin İstanbul-Hong Kong uçuşunda medyayı yakından ilgilendiren dört yazı okuyorum Financial Times’ta.
Biri Vanity Fair’in 25 yıllık yayın yönetmeni Graydon Carter’dan boşalan yere New York Times Kitap bölümünün başındaki Radhika Jones’un getirilmesi ve dergide küçülmeye gidileceğiyle ilgili.
Carter yılda 2 milyon dolar kazanırken, Jones’un yıllık maaşı 500 bin dolar olacak.
Hayır, sadece aynı görev için erkekler kadınlardan daha çok kazandığı için değil, sektördeki büyük zararın da etkisi çok.
Dergicilikte 2012’de 13.6 milyar dolar olan reklam pastasının 2021’de 6.7 milyar dolara düşmesi bekleniyor.
Tirajın ise yüzde 23 düşmesi bekleniyor.
Okurun hafızası yok mu?
Diğeri Vanity Fair’in önceki yayın yönetmenlerinden Tina Brown’ın piyasaya yeni çıkan kitabı ‘The Vanity Fair Diaries’in eleştirisi.
İstanbul Doors’un kurucuları Londra’da Good Food Society adlı yeni şirketleriyle Frescobaldi adlı bir İtalyan ve Yosma adlı bir Türk restoranı açmışlardı. Bu hafta ise Hovarda adlı bir Ege restoranı açtılar.
Londra’da restoran sektörüyle ilgili kiminle karşılaşsam aynı şeyi soruyor: “Hovarda’ya gittin mi?” Hemen arkasından da ekliyorlar, “Harika olmuş, çok para harcanmış.” Bir restoran için tabii ki tek kriter ne kadar para harcandığı değil. Ama Hovarda daha resmi olarak açılmadan yaptığı yemek tadımlarıyla Londra’nın konuşulan restoranları arasına girdi. Hakkasan ve Wagamama gibi markaların yaratıcısı Alan Yau’nun Yamabahçe adlı pideciyi açmasıyla Londra’da Türk mutfağı zaten gündemdeydi. Şimdi Hovarda’nın açılışıyla da Türk restoranlarının Londra’daki yükselişi devam edecek belli ki.
Daha sonra sırada Londra’da şube açmaya hazırlanan Nusr-et ve Rüya var. Hovarda, Levent Büyükuğur öncülüğünde Good Food Society’nin üzerinde uzun süre çalıştığı bir proje. Malum, Levent-Rıza-Bülent Büyükuğur ve Berk Ekşioğlu, İstanbul Doors Group’un yüzde 74.25’ini Doğuş Grubu’nun yeme-içme-eğlence şirketi D.ream’e sattıktan sonra Londra’da Good Food Society’yi kurmuştu.
İlk restoranları şarap ve
Akaretler’de Füreya sergisi: Küratörlüğünü Karoly Aliotti, Nilüfer Şaşmazer ve Farah Aksoy’un üstlendiği sergi çağdaş Türk seramiğinin en önemli isimlerinden Füreya Koral’ın iç dünyasına bir yolculuk.
Bu yıl 60. yılını kutlayan Kale Grubu tarafından hayata geçirilen sergide, yenilikçi anlayışıyla seramik-mimari birlikteliğinin öncü isimlerinden de biri olan Füreya’yı anmak kadar anlamak da gerektiğinin önemi vurgulanıyor.
Sergi, 40 yaşında seramikle bir anlamda yeniden doğan, sanatın iyileştirici ve dönüştürücü gücünü kendinde cisimleştiren bir figür olarak karşımıza çıkan Füreya’nın bilinmeyen yönlerine de ışık tutuyor.
Füreya’nın ürettiği seramik nesnelerin, tabaklar, porselenler ve duvar panolarının yanı sıra fotoğrafları, kişisel eşyaları ile aile bireylerine dair bilgi ve belgeler de sergide yer alıyor.
Bugün Akaretler Sıraevler’de açılan sergiyi 18 Ocak’a kadar gezmek mümkün.
Karaköy’e yeni mekân: Neu x Colonie
“Herkese yetecek kadar paylaşımcı...
Gerektiği kadar sosyal...