Hüseyin Çağlayan’ın ne kadar özel bir yetenek olduğunu hepimiz zaten biliyorduk.
Ama London Design Festival kapsamında verilen The Panerai London Design Medal’e layık görülmesi bir kez daha kanıtladı, Hüseyin Çağlayan’a dünya çapında ne kadar değer verildiğini.
Londra Tasarım Madalyası çok önemli bir ödül.
Daha önce ödüle layık görülenler arasında Marc Newson, Thomas Heatherwick ve David Adjaye gibi değerli isimler var.
Hüseyin Çağlayan büyük ödülü alırken, diğer üç ödülü bakın kimler alacak?
Mimar Eva Jiricná yaşam boyu başarı ödülüne, MIT profesörü Neri Oxman ise tasarım inovasyon madalyasına layık görüldü.
Gelecek vaat eden tasarım ödülü ise moda tasarımcısı Grace Wales’e verilecek.
Bir yaz daha çok hızlı geçti. Şehre dönmeden önce son tatil kaçamağı, Amalfi kıyılarında bir gezintiyle yaza veda ediyoruz
İstanbul’dan Napoli’ye 1 saat 45 dakikada uçuyorsunuz. Napoli’nin pisliğini görüp de gözünüz korkmasın sakın. Arabayla ya da tekneyle yaklaşık 2 saatte Amalfi’desiniz. Amalfi Limanı’ndan Ravello’ya çıkış da bol virajlı yollarda döne döne 15-20 dakika sürüyor. Sonra Ravello’nun içine araba girmediği için otellere tırmanış başlıyor. Bu aşamada yanınızdakilere takılıyorsunuz, “Bundan sonra sırada engelli 300 metre var” diye. Nefes nefese merdivenleri tırmandıktan sonra gördüğünüz manzara karşısında nefesiniz iyice kesiliyor. Amalfi kıyılarının en sevdiğim noktası kesinlikle burası.
Ravello’nun üç ünlü oteli var. Bunlarda kalmak gerekmiyor. Ama gidip görmek şart. Biri Palazzo Sasso. Görüp göreceğiniz en romantik otellerden biri.
Diğeri Caruzo, Ravello’nun en piyasa oteli. Belvedere diye ünlü bir restoranı var.
Diğeri ise bahçesiyle meşhur Villa Cimbrone. Burada mutlaka bir yürüyüşe çıkılmalı. Hotel Rufolo’nun bahçesinde klasik müzik konserleri oluyor. Villa Maria’nın yanındaki butik Carla’dan el yapımı sandaletlerden alınmalı. Ravello’nun seramikçileri de meşhur.
İstanbul-Bodrum uçağından iner inmez kendimi Torba’daki Casa dell’Arte’de buluyorum.
Ardan Özmenoğlu’nu ve Siyah Beyaz Galeri Sayfiye sergisindeki işlerini görmek için.
Casa dell’A’rte, sadece bir otel ya da galeri değil, çağdaş sanat koleksiyonuyla açıldığından beri Bodrum’a değer katan bir yer.
Siyah Beyaz Galeri ise Ankara’nın en köklü sanat galerilerinden ve sadece sergileriyle değil iyi bir kitleyi bir araya getirme özelliğiyle de biliniyor.
Bu sergide de Alev Mavitan, Ali Şentürk, Ardan Özmenoğlu, Argun Okumuşoğlu, Aykut Cömert, Bahadır Çolak, Beril Ateş, Bihrat Mavitan, Daniele Sigalot, Ebru Döşekçi, Fırat Engin, Gökhan Tüfekçi, Halil Vurucuoğlu, Mustafa Horasan, Murathan Özbek, Nihat Kemankaşlı, Sıtkı Kösemen ve Yılmaz Aysan’ın eserleri yer alıyor. Ardan Özmenoğlu’nun Van Gogh’dan ilham alan Vincent vs Ardan eserinden gözlerimi alamıyorum.
Ardan’ın 2005-2017 yıllarında yaptığı post-it eserlerini topladığı 10 cm x 10 cm’lik yeni kitabı da bir sanat eseri gibi.
İşte bu yüzden New York’ta Metropolitan Museum of Art kütüphanesinin arşivine girdiğini öğrenince şaşırmıyorum, sadece seviniyorum.
Kimsenin eğlencesine, kutlamasına karışmak istemeyiz.
Yeni evlenecek bir çifte sadece mutluklar dileyebiliriz zaten.
Ama bir de içinde yaşadığımız zamanın gerçekleri var.
Bütün dünya gösterişten uzaklaşmaya, sadeleşmeye çalışırken, İngiliz Kraliyet Ailesi’nin biricik prensi Harry ve Meghan Markle bile düğünlerini mümkün olduğu kadar sadeleştirmek için ellerinden geleni yaparken, dört kişinin ellerinde taşınarak yapılan kına gecesi ister istemez göze batıyor.
Hayır, bu sadece gelinin gecesi olsa yine bu kadar konuşulmayabilirdi.
Ama söz konusu, toplumsal konularda duyarlılıkla ve sosyal sorumluluk projeleri geliştirmekle bilinen ünlü bir oyuncu damat olunca, durum ister istemez değişiyor.
Yıllarca özenle, emekle, stratejiyle inşa edilen kariyer bir anda yerle bir oluyor ve akıllarda tek kalan fotoğraf ne yazık ki kına gecesi oluyor.
Evet, çelişkiler içindeyiz.
"Annenizin evlenmeden önceki kızlık soyadı?"
Dün bu soruya kaç kere cevap verdiğimi saysam inanamazdınız.
Artık ilk 2 harfi geçtim, 3. harfinden 8. harfine hiç düşünmeden nokta atışıyla, kendimden son derece emin cevaplayabiliyorum.
“Harfleri tersten say” deseniz onu da pekâlâ yapabilirim.
Harfleri tersten sayarken aynı anda TC kimlik numaramı da tuşlayabilirim gerekirse.
TC kimlik numaramı zaten ezbere biliyordum, artık onu da tersten sayabilecek kıvama geldim.
Gün içinde her konuşmada en az 5 kere tekrarlayarak.
Onu da geçtim, şimdi bir de nüfuz cüzdanı seri numarasına kadar geldi konu.
Bir bayram daha böyle geçti. Bodrum nüfusu 2 milyona çıktı, trafik zaman zaman kilitlendi, plajlarda yer bulunamaz oldu. Biz hâlâ astronomik lahmacun-ayran fiyatlarını köpürteduralım, Türkiye’de olmasına rağmen menülerinde lira yerine sadece euro olan restoranlar aldı yürüdü, euro’nun hızlı yükselişine rağmen. Bir yanda mega yatlar, bir yanda lüks mağazaları talan eden Ortadoğulu ve Uzakdoğulu yabancı turistler… Bir yanda paparazzilere denize girerken görüntü vermemek için tatil boyunca kat kat giyinen Carla Bruni-Nicolas Sarkozy, bir yanda birlikte tatil fotoğraflarını sosyal medyada paylaşan Defne Samyeli-Cem Yılmaz… Bir yanda bayram ve paylaşım derken, bir yanda en medeni olacaklarını beklediğimiz kitesurf’cülerin cenneti Akyaka’dan korkunç çöp manzaraları… Bir yanda uçak fiyatlarından şikayet, bir yanda ek seferlere rağmen dolu uçaklar, hatta cuma, cumartesi, pazar, pazartesi tek bir uçakta 1 kişilik bile yer olmaması… İşte bir bayramdan daha geriye kalanlar...
Panellerden müzik festivallerine
Şimdi şehre dönüyoruz. Bakalım eylülde bizi neler bekliyor? Contemporary İstanbul 20 Eylül itibarıyla başlıyor. Galeriler ekonomik durumdan şikayetçi; bir kısmı fuara katılamıyor, bir
Son günlerde tanıdığımız, sevdiğimiz çok değerli isimlerin ölüm haberleri ardı ardına geldi.
Eskiden sadece güzel manzaralar, yemekler, tatiller, tatlı hayatlar paylaştığımız Instagram, artık acı haberlerin de duyurulduğu bir mecra aynı zamanda.
Evet, kabul etmek lazım, Facebook’tan, Twitter’dan daha fazla zaman geçiriyoruz Instagram’da.
Ama doğrusu artık şuursuzluk derecesinde çok zamanımız Instagram’da geçtiği için her şeyi olağanlaştırabiliyoruz.
Ölüm döşeğindeki aile bireylerinin hasta yatağında bilinci kapalı fotoğraflarını Instagram’da paylaşan da oluyor, ölüm ilanını ve cenaze bilgilerini paylaşan da...
Haberleşme kısmını anlayabiliyorum, kolay ve hızlı olduğu için...
Ama hastaların mahrem anlarını paylaşmayı anlayamıyorum işte...
Hikayeyi başa saralım.
Hollywood’un en ünlü yapımcısıydı.
Birçok filmiyle Oscar kazanmıştı, sayısız Hollywood yıldızına da Oscar kazandırmıştı.
Sonra ise kendi kurduğu, kendi adını taşıyan yapım şirketinden bile kovuldu.
Önce yönetim kurulu istifa etti, kendisi bir süre şirket yönetiminden uzak kalacağını ve tedavi göreceğini açıkladı.
Daha sonra sular durulmayınca avukatı bile istifa etti.
Sonunda, şirketin yaşaması için tek çareye başvuruldu ve kendi kurduğu şirketten kovuldu.
İşindeki başarısızlığından dolayı değil, cinsel taciz suçlamalarından dolayı.