Galatasaray’ın, Bayern karşısında iç sahada oynadığı tadı damakta kalan futboldan sonra, deplasmanda da benzer bir oyunla mı oynar sorusu günlerdir aklımızdaydı. Okan Buruk bir şeyler yapacaktı besbelli, ama neydi? Adamlar evinde Şampiyonlar Ligi maçlarında en son on yıl önce maç kaybetmiş, kapanıp beraberliğe dua edelim mi diyecekti? Yoksa kaybetmek kolay, kazanmak olay deyip, ilk maçın devam filmini mi çekecekti?
Maçın ilk yarısı bittiğinde Galatasaray’ın devam filmi çektiğini anladık. Muslera ve Davinson’un ön plana çıktığı takımda, yine iyiler ve kötüler diye tahtaya adını yazdıranlar oldu. Boey ant içmiş, Premier Lig’e gidecek. Abdülkerim illa İtalya’da üst sıra bir kulüpte kendine yer bulur.
Kerem karar vermekte zaman zaman geç kalıyor ve çok top kaybı yapıyor. Bu top kayıplarını merkez yerine 3. bölgede yapsa belki bu kadar can sıkmayacak. Ama bunun en büyük sebebinin kanatta oynamıyor oluşu olduğunu da unutmayalım. Neden? Çünkü Zaha’ya yer açmak zorunda Okan Hoca. Ama maalesef ne bu
Maça çıkmayı unutan ve devre arası bittikten sonra farkına varıp sahaya ikinci yarı çıkan kırmızı-beyazlılar karşısında Beşiktaş, ilk yarısını önde kapattığı maçtan mağlup ayrıldı. Şu cümleyi anlam düşüklüğü olmadan kurmak kadar, okumak da karmaşık olacaktır. Tıpkı siyah-beyazlıların içinde bulunduğu karmaşa gibi.
Konuya ilk yarıdan başlayalım. Topun orta sahalarda dolaştığı, ilk şutun 33. dakikada atıldığı, enerjisi düşük bir ilk yarı. Bir tarafta rakip ceza sahasına sadece bir kez girmiş, hiç isabetli şutu olmayan Antalya, diğer tarafta topla daha çok oynuyormuş gibi gözüken ama topa hız katamayan, pozisyon üretemeyen, hareketsiz bir Beşiktaş. “Eyvah böyle bir maçtan nasıl bir maç yazısı çıkar” diye düşünürken, iki Beşiktaş orta sahası birden ceza sahasına girip Cenk’e pozisyon hazırladı ve siyah-beyazlılar soyunma odasına önde gitti.
Beşiktaş için olaylar da devre arasında başladı. Dönüşte yerini Rosier’e bırakan Bailly’e ne olduğunu kimse bilmiyordu. Tıpkı Aboubakar’a ne
Yılın en güzel pazarında bu köşede sizinle futbol konuşmadan önce iyi bayramlar dileyerek başlamak istiyorum. Cumhuriyetimizin, Atatürk’ün ve emanetlerinin sadece bugün değil her gün bilincinde olduğumuz, özümsediğimiz yepyeni bir yüzyıl olması temennim. Ülkenin büyük kısmında balkonların bayraklarla süslendiği bu güzel günde, tribünlerde de benzer coşkuyu görmek ise dileğimiz, mutluluğumuz.
Dün oynanan Rizespor Galatasaray maçı sarı kırmızılıların fikstürdeki en riskli maçıydı. İyi oynadığı ama enerjisinin büyük kısmını sahada yitirdiği bir Bayern maçının dönüşünde yaşanabilecek düşüşlerin riskiydi bu maç. Karşılaşmanın büyük kısmında da sarı kırmızılılar taraftarına bu sıkıntıyı hissettirdi.
Bazı oyuncular var Galatasaray’da. Mesela Torreira, Kerem, Icardi, ve savunma hattı. Her maç iyiler, hep büyük eforla oynuyorlar. Ama bir de başka oyuncular var, hep bir eksik, hep bir dağınık, takıma yardımları düşük. Bir yanda iki maçtır iğneyle oynayan Icardi fedakarlığı
İki namağlup takımın karşılaşmasında, seriyi kimin kaybedeceğini tahmin etmenin zor olmadığı bir karşılaşma izledik dün akşam. Bu sene her maçı deplasman olan Hatayspor, ligin liderine karşı ayrı bir plan yapıp, alışık olmadığı şekilde üçlü/beşli savunma ile sahaya çıktı. Bunun bedelinin ne olacağı ise ilk yarıda belli oldu. Çok fazla pozisyon hatası, çok pas kaybı ve kalesinde gördüğü üç gol... Fenerbahçe karşısında maça çıkarken herkesin aklında şu olmalı, fazla risk almamak, kontrolü kaybetmemek, bildiğinden şaşmamak gerek. Yoksa bu Fenerbahçe affetmez.
Son dört maçında ilk on dakika içinde golü bulan sarı-lacivertliler, sadece kazanmıyor başka bir şey izletiyor. İşte o başka bir şey nedir, gelin onu konuşalım.
Mesela bu takım ligin en az gol yiyen takımı. Kazanma alışkanlığını savunma güvenliğiyle pekiştirmek liderlik oyunudur. Fenerbahçe ilk yarı rakibine kaleyi göstermeyip Hataylı futbolcuları sıfır şut çekerek soyunma odasına gitmek zorunda bıraktı. Yani kazanırken savunmak, fişi erken çekmek, oyun
Çocukluğumdan beri yazının her türlüsünü yazmayı çok sevdim. Biraz sevdiğimden biraz şansım yaver gittiğinden yazmayı işim haline getirebildim. Bu sayfalarda sporla ilgili yazmayı çok seviyorum. Ama branşın ne olduğundan bağımsız, galip geldiğimiz bir milli müsabakanın ardından yazmak yazıların en keyiflisi.
Hepimizin dolabın arkalarında kalmış milli formalarımızı yeniden çıkardığımız Hırvatistan maçının ardından dün Letonya galibiyetiyle 2024 Avrupa Şampiyonası’na gitmeyi garantiledik. Turnuvaya az bir süre var, oyunumuzda hala eksiklerimiz çok. Ama ümidimiz ve inancımız yüksek bu sefer. Takım yeni hocasıyla daha bir takım görüntüsünde, hoca üst perdeden sadece sızlanıp suçlamak yerine, daha net, daha çözüm arayışında. Öğretmen veya baba figürü değil, oyuncuların içlerinden biri gibi. Her oyuncunun gol sevincinde bu kadar kısa sürede kendisine koşmasını sağladı. Belli ki, herkes sadece işini yaparsa, bu ekip, bu takım turnuvada yüzümüzü güldürecek. Ama dediğim gibi, herkes liyakatle
Şampiyonlar Ligi’nden moralli dönen bir Galatasaray’ın konsantrasyon olarak sorun yaşamayacağı ama fizik tempoyu da nasıl çıkaracağını merak ettiğimiz bir karşılaşmaydı Antalya deplasmanı. Ligi sezon başında değil de adeta Fenerbahçe maçından sonra açan Antalya’da Nuri Şahin’in her zaman üç büyüklere karşı özel plan yaparak sahaya çıkacağını da tahmin ediyorduk. Peki maç öncesi tahminlere ne kadar yakın bir karşılaşma oldu?
Nuri Şahin’in takımı oyuna Galatasaray’ın merkeziyle forvet hattının bağlantısını presle keserek başladı. Galatasaray 11’inde ise bir kanadın arkasında Kazımcan’ın Zaha ile uyumsuz oyunu, diğer kanadın önünde Barış Alper’in top kayıpları veya aldığı topları verimsiz kullanışı, takımın hücum organizasyonlarında kanatları etkisiz hale getirmişti. Bu durumda ilk yarıda Galatasaray’ın elinde sadece savunma arkasına atılacak toplar alternatifi kalmıştı ki, o bir iki deneme de son vuruşlarda etkili olamadı.
Okan Hoca ilk önlemini Barış Alper’i oyundan alarak devre arasından dönüşte aldı.
Galatasaray bir Şampiyonlar Ligi takımıdır. Dün akşam eksikleri ve hazır olmayan oyuncularına rağmen ortaya koyduğu karakter bunu bir kez daha gösterdi. Okan Hoca’nın sahaya çıkarken birçok mikro planı olduğu, karşılaşmanın ardından hocaya bir soru soracak olsam, “Taktik defterinde kaç plan vardı, kaçını uyguladı?” olurdu.
Muhtemelen maçın ardından birçok yabancı gazete hikayeyi Zaha üzerinden görecektir. Zaha, Old Trafford’a heybesindeki öfkesiyle gelmiş. Adeta, “Bir zamanlar fakir ama gururlu bir genç vardı” dermişçesine tek başına kafa tuttu ManU’ya. İlk yarı takımı oyunda tutan golüyle rakibi Dalot’u çaresiz bırakıp görkemli bir güç gösterisi yaptı.
Karşılaşmanın ilk yarısında Galatasaray özellikle merkezi almakta çok zorlandı. Çift 6 numara ile oynamak, pas dağıtımını zorlaştırırken, Kerem de yeni rolünde, yüksek fizik mücadelenin olduğu maçta topu tutmakta zorlandı, Icardi ile kurmaya alışık olduğu bağı kuramadı. Biraz oyuncu tercihleri, biraz fizik güç eksiğiyle
Galatasaray yoğun fikstürde dün taraftarı önünde coşkuyla maça başladı. Yoğun pres, oyunu rakip ceza sahasına yıkma, girdiği pozisyonları mutlaka şutla sonlandırma... Her şey sarı-kırmızılılar için kitabına uygun şekildeydi. Ama tek sorun, 18 tane şut çekip hiç gol atamadan devre arasına gitmiş olmasıydı.
Öncelikle ilk yarıyı ve sarı-kırmızılıların neden skoru bulamadığını konuşalım. Ankaragücü kalecisi Bahadır’ın hakkını hemen teslim ederek de başlayalım. Dün konsantrasyonu, çıkardıları, performansı ile tek başına takımdı.
Galatasaray’da bu sene en çok merak edilen konu, Kerem ve Zaha birlikte nasıl oynayacak sorusuydu. Bu soruya, Zaha’nın sol açık, Kerem’in ise Icardi’nin arkasında adeta bir 10 numara gibi başladığı dünkü maçla pek de olumlu bir cevap bulamadık. Sarı-kırmızılılar, bu sezon kapalı savunmalara karşı set oyunu oynamakta zorlanıyor. Kerem ise bu tarz oyunun beyni olan forvet arkasında bağlantı oyununda aksadı. Markaj altında pas yapmakta ve topu ayağından çıkartmakta zorlandı. Kerem’in iyi olduğu oyun,