Bugünlerde birbirine sarılıp heykel gibi donmuş çiftler var sokaklarda. Etraflarından geçerken gördüklerinden dolayı taşlanmasını dileyecek kadar nefret dolu olanlarla, taçlanmalarını dileyen sevgi dolu olan insanların tam ortasında, öyle duruyorlar, dondurdukları zaman içinde, sonsuz bir anlığına.
Hiç kuşku yok, o an, içinde bulundukları an, nasıl yoğun bir sevgi doludur. Yaşları; yaşamın öğretileri kadar çok olmasa bile,
yolculuklarının şu anki durağında Aşk molası vermişler.
Bizler ise onların dondurdukları zaman diliminin dışında kendi anlarımızın içinde, o anlarının durağından geçerken sevgilerine tanıklık ediyoruz. Varlığını hissettiğimiz sevginin nasıl güçlü bir sesi olduğunu duyarak içimizdeki keyifle ya da nasıl berbat bir ses bu diye sinirlerimizi bozdukları için öfkeyle.
İstanbul hakkında bilgi sahibi olanların hemen hatırlayacağı bir kahve satış noktası vardır. Baharatların satıldığı Mısır Çarşısı yakınında. Her zaman kalabalık, her zaman gürültülü ve hep kokuludur. İçinde olduğunuz an tüm duyularınız aktif olur. Yolda sadece kendisi olduğuna inananlar tarafından itilip kakılmalar, baharatlardan gelen binbir çeşit kokular, satış için bestelenmiş şarkılar, daha önce hiç görmediğiniz ve muhtemelen de bir daha hiç görmeyeceğiniz yeni pazara çıkmış nesneler, belki de ömrünüz boyunca
'hiç bu kadar lezzetlisini yemedim'
diyeceğiniz tatlar bulunan bir alandır. Kalabalığın yoğunluğuna oranla kısacık ya da bitmek bilmeyen uzun bir sürede içinden geçerken; aynı anda kaç yaşanan ana tanıklık edeceğiniz sizin alıcılarınıza bağlıdır.
Kapısında metrelerce kuyruk olunan kahvecinin etrafa yaydığı kavrulmuş kahve kokusunun içinden geçerken siz; 'bu bulutun hep içinde kalsam' keyfini sürerken 'of... ne iğrenç kokuyor bu kahve' diyen bir ses; ete kemiğe bürünmüş olarak önünüzden geçiverir. O an çok basit gördüğünüz bir beğeni seçeneğinizin bile sadece size özel olduğunu fark edersiniz.
'Sevmeyen, sevilmeyen size göre belirlenmez'
tabelasını gözünüze sokuverir karşınıza çıkan bir pano, tıpkı seven ve sevilen için de olduğu gibi.
Sevdikleri ya da sevmedikleri ile ilgili olarak eleştirirken başkalarını, kendi içimizdeki mutfağa göre davrandığımızı fark etme anıdır. Karşı masanızda sabah kahvaltısı eden anne, baba ve yeni yeni kendi yemeye başlamış bir çocukları olan aile gördüğünüzde yüzünüzde oluşan yumuşak bir gülümsemeyi; annenin çocuğunu, patates kızartmasını ketçapa batırmadan yediği için azarlamasına tanık olduğunuzda da tutabilir misiniz?
Eleştirebilir miyiz o çocuğu, yarın önümüzden geçerken buram buram içimize çektiğimiz kahvenin kokusuna laf ederse? Sevmeye zorlanarak oluşturulmuş bir duyu arşivi tarafından tasnif ederken tüm kokuları.
Biz hiç bıraktık mı kendimizi kendimize, neyi ne kadar sevdiğimizi öğrenmek için.
Beden kimyamızın neleri ne kadar sevdiğini öğrenmek için. Sevmeye zorlanmadan sevdiklerimizi. Sevmek zorunda olmadan sevdiğimiz ne varsa hepsini bildiğimize emin miyiz? Bedenimizdeki kimyasalların damak tadımızdan çok sağlıklı olmak ve kalmak için bizden talep ettiklerini duymayı denedik mi ya da başardığınızda farkı görebildik mi?
Doğanın mı yoksa Endüstrinin mi bir parçasıyız? Hangisiydik? Ne olduk?
Belki de doğallıktan uzaklaştıkça, sevgiyi rafine etmeden kullanamaz olduk. Kızarmış patatesi ketçapsız yemenin doğruluğunu tartışırken, küçük bir çocuk tarafından kahvaltıda yenip yenmeyeceğini tartışmayı gözden kaçırmak gibi.
Elimizde, bedenimizde, içimizde, varlığımızda en güçlü etkiyi sağlayan muhteşem bir kaynak var:
Sevgi !
Saflığı ile tüm hayatımıza dalga dalga etki sağlamasın diye üstünü örtüp sonra da sevgi eksikliği çektiğimiz için araya araya gezmediğimiz market, bakmadığımız raf kalmadı diye şikayet eder miyiz? Duymaktan hiç hoşlanmadığımız şu laf yüzünden:
Aradığınız Aşk stoklarda bulunamamıştır!
Facebook sayfamda düşüncelerinizi paylaşabilirsiniz
Birol Boyacıoğlu
brlbo.com