Güneş Helios ile Şafak Theia’nın kardeşi Ay, nam-ı diğer Selene, her zaman ki gibi, iki atla kuşanmış ışıl ışıl parlayan gümüş tekerlekli arabasıyla turlarken gökyüzünü, aşağılardan gelen bir kaval sesi duyar. Dağ başında; tek başına, ordan oraya zıplayan kara keçilerini otlatan çoook yakışıklı bir çoban görür. Gün boyu dağların tepelerinde mis gibi çayırlarda otlattığı sürüyü, gece kaval senfonisiyle dinlenmeye alan bu çoban, kendini de salar o mis gibi çayıra sere serpe. Selene için bu görüş her gece, her gece tekrarlanınca, aşık olur gözlerini kamaştıran çoban Endymiona’a. Gece olunca da uzanır üzerine gümüş ışığıyla, sarmalar sevdiceğini. Ne zaman doğarsa doğsun, ilk sevdiğine gider koşa koşa ona ışıltılarıyla sarılmak için. Fakat hava şartları malum, bazı geceler zifir olunca hasretlenir yürekler. Aşk bu tabi, sayılırken dakikalar, gün olunca geçen süre huzursuzluk başlar. Fakat bu korkulu bekleyiş geçiverir, ay görünür görünmez gökyüzünde.
Yok artık, daha neler!..
O kadar da değildir di mi? Elimizde bizi biz yapan en değerli kaynağımıza da virüs bulaşmaz di mi?
'Sevgimizi de kaybetme ihtimalimiz var mıdır?', diye düşünmemiz gerekir mi?
Endişelenmeli miyiz?
Bu kadar büyük bir nüfusu barındıran dünyada, sevgisiz kalabilir miyiz?
Sevgisini kaybetmiş bir kalabalığın içinde var olunabilir mi?
Tüm bunlara, 'Sanmam!..' diyesi geliyor ilk anda insanın ama şu son zamanlarda hiç sanılmayanlara şahit olununca da, olur mu acaba diye bir tereddüt sarıveriyor aklını, sanmam diyenin.
Bu kadar endişeli ve korunaklıyken, aralarımıza konulan mesafenin, göz göre göre bizi daha da huzursuz ettiğini söylemek için "konunun uzmanı" olmaya gerek yok. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylenen, yeni bir dünya düzeni için hangi arada hazırlanmamız gerekiyordu da biz kaçırmış olabiliriz ki? Biz dünyanın daha güzel olması için çabalarken, daha da huzurlu bir yuva olması için hayaller kurup, nesiller yetiştirmeye çalışırken, bu gelen değişim haberleri, bizi bizden bile uzaklaştıracak kadar güçlü bir korku salmaya başladı bile. Her geçen gün, yavaş yavaş "tatil" modundan çıkıp, endişe moduna geçmeye başladık, dünya nüfusundaki azalış rakamlarının i
Çalan bir müziğin ritmine kendini kaptırmış, bir yandan salına salına dans ederken, bir yandan da ritmini hücrelerinde hisseden; mutlu bir aşık !
- Ona bu soruyu sorsak; muhtemelen dansı kesip cevap vereceğini beklemek çok anlamlı olmaz. Çünkü aşk hali; hormonlu olup olmadığıyla ilgilenmeyi gerektirmez. İlgi alanının tamamı, aşk denizinde kulaç atmaktır. Peki; dans edeni, biraz yaklaşıp incelesek, anlayabilir miyiz hormonlu mu yoksa hormonsuz mu içinde bulunan aşk?
İçindeki mutluluğun keyfini çıkara çıkara, bedenin tüm coşkusunu, yüreğindeki sevginin sevinciyle buluşturmaya çalışıyor.
- Mutluluk; bu dans ritmine eşlik eden, çoşku dolu duyguların bedeni ele geçirip, tepeden tırnağa hissedildiği bir sonuçtur dersek. Bu sonuca bakarak duygu yoğunluğu dolu bir sürecin, mutluluk var etmesiyle karşılaştığımızı görebiliriz.
Dans ederken değişen müziğin yenilenen ritmine ayak uydurmak için soluklanırken beden, yanaklar süzülen gözyaşları ile yıkanır.
- Bu yaşlar mutluluğun içinde hüzün olduğunu da mı gösterir acaba bize? Bedenin; mutluluğunu hissederken, sebebinden önce, duyulardaki coşkunluğun etkisi ağır basacağına göre, neden gözyaşını hüzün ile birleştirelim ki?
Dans ederken değişen
Sanırsın ki; dağları delen Ferhat nihayet aşkına kavuşmuş. Değme keyfine. Hatta mümkünse hiç dokunma bile.
Kendini ödül olarak armağan ettiği sevdiğinin, böyle değerli bir ödül için, ne yaparsa yapsın karşılığını ödeyemezcesine hizmet aşkıyla paralanışına hiç aldırmadan, uzatmış ayaklarını sehpaya.
Anlatıyor, her bir dağın nasıl büyük zorluklarla delindiğini, araya giren kayaların nasıl bir aşka kavuşma uğruna ufalandığını, itinayla ve hiç bir detayını atlamadan, anlatıyor da anlatıyor.
Öyle büyük büyük kuruyor ki cümlelerini, her bir kelime, odanın duvarlarında "Senin için, Senin uğruna" diye diye yankılanıyor. Dört duvara da şiddetle çarpan bu mesajlar, uğruna eziyetler çekildiği, Şirin olduğu tahmin edilen kişi tarafından tek tek toplanıyor.
Fakat uğruna dağ delinen tarafından toplanan bu sözcükler, anlamları yüzünden iç dünyada kendilerine uygun bir yer bulamıyorlar. Hiç bir bölüm bu toplanan sözcükleri kabul etmiyor. Çünkü; 'Senin için, senin uğruna deldim onca dağı' sözlerindeki 'minnet' içeriğini kabullenecek bir tek hücre bulunamıyor. Anlamsızca, Şirin kostümündekinin içinde dolanmaya başlıyorlar.
Gel zaman, git zaman o kadar çoğalıyor ki; içindeki 'kendini sevene, bu sevgi
- Bu ne, yeni bir hayal kahramanı mı, "her eve lazım" cinsinden?
- Hayır, eski bir hayat kahramanı olur kendisi ve her evde belli bir dozda da bulunur zaten.
- Sanki Aşk olarak seni değil, temizlik departmanını ilgilendiriyor bu kahramanın varlığı. Onlar da çıkıp 'yeşil gözlü canavarı yok etmek için arap sabunu yeterlidir' mi diyecekler?
- Birincisi; ne yazık ki doğrudan beni ilgilendiriyor yani Aşk ile ilgili ve ikincisi; kendisi sevgi ile beslenen bir tür parazit olur.
- Seven bir bünyede bulunduğunu söylediğine göre, kendisi ile tanışmış olmam gerekiyor. Niye hatırlamıyorum? Kolay unutulur bir tipi olmadığına göre mutlaka hatırlamam gerekir.
- Her seven mutlaka karşılaşır diye bir kural yok. Bu severken ne kadar dengeli olduğunla doğrudan ilgili. Tıpkı hayatta kalmak için gereken dengeyi nasıl sağlıyorsan, bedenin için, içindeki sevgiyi de dengeli beslemelisin ki; Aşk huzuruyla ışıldasın da etrafında bu tür canavarlar dolanamasın.
- Peki, bu kahraman için eskidir dedin. Ne kadar eski? Benden de eskiyse sen nerden biliyosun?
- İçinde var olan Aşk olarak yanıt veriyorum: Ben güzelim!
- Tarafsız olmayı deneseydin bari.
- Niye? Öyle güzelim ki; hissedildiğim an, güzelleşmeye başlıyor zaman. Mutevazı olsam bu değişecek mi sanki?
- O halde, seni ilk hisseden için güzelsin diyebiliriz.
- Sıralamanın ne önemi var ki, sonuçta güzel olan benim.
- Sevgi için haksızlık etmiyor musun? Ne de olsa senin enerjin de ondan geliyor.
- İyi de güneşten kopmuş bir alev dalgası gibi şımara şımara dans etmek varken, güneşin enerjisinden besleniyorum diye ağır başlı mı davranmam gerekiyor?
Sevgi insanın en değerli gıdası iken, hakkında söylenecek bütün sözler de doğal olarak güzel olur. Hiç mümkün olabilir mi varlığımızın en temel duygusunun bize sağladığı sevme mutluluğunu yok saymak?
Peki, sevmek ile üzmek arasında nasıl bir bağ olabilir?
Aslında olamaz ve hatta olmaz. Çünkü; "Seven üzmez!". Aksi doğaya aykırıdır ve tıpkı insan bedeni uçar demek gibidir.
Çok iddali görünen bir söz olabilir ama bir kez de olsa, şöyle detaylıca düşünelim: Çok sevdiğiniz birisini niye üzersiniz ya da niye üzmek isteyesiniz ki; çok sevdiğiniz birisini? Bunların cevabı da sevgi ile düşünen bünyelerden çıkmaz. Belki sevgiyi araç olarak kullanan bir bünyeden çıkabilir bir cevap ama kimse de kendini bu konuma yerleştirmek istemez elbette.
- Tüm yolculuklarımıza çıkmadan önce, diş fırçamıza varana kadar detaylı listeler yapıyoruz. Ne lazımsa ve hatta ya lazım olursa diye tüm ıvır zıvırları çantalarımıza tıkıştırıyoruz, varacağımız yere kadar taşıma zahmetini görmezden gelerek. Bir çoğumuz da; o lazım olursa diye taşığı yükleri hiç kullanmadan geri getiriyor, eğer gidiş dönüşlü bir yolculuk ise çıkılan. Peki, başladığımız her yolculuk için mutlu bir son beklentisiyle bu hazırlıkları yaparken; kesin sonuç mutluluk oluyor mu? Genel istatistikleri bilmeden tahmini olarak "muhtemelen hayır" diye ses geliyor içimden.
- Aklın sesidir o.
- Aşk duruken nasıl oldu da Akıl konuya girdi.
- Aklını kullandığın içindir.
- Peki, Sevgili Akıl bu hazırlıkları yaparken nerde?
- Tüm olasılıkları düşünüp yanına 'yük olsa da' alman gerekenleri sana yazdırmakla meşgul.
- Peki sevgili Aşk, sen nerde devreye giriyorsun?