Temposu ve de stresi yüksek Devler Ligi’nden, iç hatlara dönüş yapmak ve oyuna konsantre olmanın zorluğunu bilenlerdeniz.
Beşiktaş’ın dünkü oyunu bu tabloyla çok örtüşüyor. Buna bir de Pepe’nin ısınırken sakatlanmasının yanı sıra Tosic ve Medel’in cezalı oluşunu eklersek, iki puanlık kaybı doğal karşılayanlar olabilir.
Artı Şenol Güneş, antrenmanlardaki çift kale maçlarında dahi yan yana dahi gelmeyecek Mitrovic-Necip ikilisini çaresizlikten yan yana oynattı. Ne var ki, Necip sakatlanıp çıkıncaya kadar iki kritik pozisyona set çekti, Mitrovic de sırıtmadı. Oyuna giren Fatih de hocasını mahçup etmedi.
Karşılaşmanın tamamına baktığımız zaman topla oynama yüzde 72, Beşiktaş’tan yana... Bu da Malatya’nın savunmasına çok adamla yaslandığının en büyük göstergesidir. Buna karşın Beşiktaş bu özelliğini pozisyon üretimine yansıtamadı, sadece Negrado’nun kafa şutunda üst direkte patlayan net bir pozisyonu var, hepsi o kadar... Malatya da Sadık’la bir pozisyon yakaladı, o da direğe takıldı.
Şartlar ne olursa olsun, sakatınız, cezalınız fark etmez, siz büyük takımsanız -ki Beşiktaş öyle- o duvarı aşacak, pozisyon üreteceksiniz. Üç puanı getirecek golü ya da golleri bulacaksınız arkadaş... Eee
Başlığa takılıp, iki teknik adamı kantara koymak gibi bir niyetimiz yok.
Şenol Güneş, kariyerine tarihi bir başarı ekledi, Devler Ligi’nden lider olarak çıkan ilk Türk takımı oldu. Helal olsun. Başkanı, yönetimi, futbolcuları, Ümraniye’deki tüm emekçileri gönülden kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz.
Gordon Milne de üç yıl üst üste şampiyon olarak Beşiktaş’ın tarihine geçen bir başka teknik adamdır. Nereye varmak istiyoruz; evet Şenol Güneş, Kartal’la iki yıl üst üstte şampiyon olarak iç hatlarda kariyerinde zirveye kanat çırpıyor. Devler Ligi’nde rekor kırdı, İngiliz meslektaşı Gordon Milne’nin rekorunu da egale edebilir. Bu şansı da yüksek bizce.
Ne var ki, iç hatlarda ligin 12. haftasındaki tablo, bu yarışın kıran kırana geçeceğini gösteriyor. Elbette Beşiktaş, liderin dört puan gerisinde olmasına karşın, tecrübesi ve kalitesiyle diğer rakiplerine oranla büyük avantajı var. Hele iç saha maçlarında bir tribün gücü var ki, adamın elini ayağına dolaştırır, alimallah... Kartal’ın son yıllardaki başarısında diğer bir faktördür tribün kalabalığı... Benzetme yerindeyse, her maçta sahanın içindeler. Bir takımla oynamadıkları kaldı, en büyük alkışı da onlar hak ediyor bence...
T
Pepe’nin kumaşını tartışacak halimiz yok, adam savunma için yaratılmış, havadan, yerden geçebilene aşk olsun. Porto maçı varken, Pepe ile yoruma girmek nereden çıktı, demeyin sakın... Uzun zamandır onunla ilgili düşüncelerim vardı, bir türlü yazma fırsatı bulamadım... Real Madrid’den, Beşiktaş’a yelken açan Pepe sert futbol yapısıyla ünlendiğini herkes biliyor....Kartal’a gelirken, bu yapısıyla bizleri hep huylandırdı, “canlı bomba” benzetmesi nedeniyle... Ne var ki, Pepe ülkemizde tam tersi bir grafik çiziyor, sanırsınız ki sinirlerini cerrahlara tek tek aldırmış, sertlikten uzak, tamamen topa odaklanmış... Bu yapısıyla, Şenol Güneş’in gözdeleri arasında ilk sırayı alıyor, alkışı da fazlasıyla hak ediyor. Pepe dün Aboubakar’a bırakın adım attırmayı, nefes alacak fırsat bırakmadı. İyi ki varsın Pepe..
Fanatik değiliz, ne var ki Beşiktaş ülkemizi Avrupa’da temsil ediyor, oynadığı futbol ve topladığı puanlarla gurur kaynağımız olmaya devam ediyor. Her türlü övgü ve alkışı fazlasıyla hak ediyor... Valla, Beşiktaş bu kulvarda bir başka oynuyor. Bırakın tribünlerin dolmasını, sokaktaki diğer renklere gönül verenleri de televizyona kilitliyor adeta, herkes evine kapanıyor, Kartal’ın
Bizlerin teknik adamların onbir ya da oyuncu tercihlerine saygı duyduğumuz kadar, eleştirme hakkımız da var... Neticede bu oyun görecelidir, size veya bize göre değişebilir.
Ne var ki bu oyunun yine bizce değişmez bir kuralı vardır, ideal onbir, ya da benzetme yerindeyse, fabrika ayarlarıyla fazla oynamayacaksınız!
Şenol Güneş kendi penceresinden haklı olabilir, Porto maçına Babel, Cenk Tosun ve Oğuzhan’ı saklamış olabilir, bu onun düşüncesi ... Ancaak, Porto’dan önce bu maçı kazanmak gibi bir zorunluluğu var Güneş’in! Hatta bu maç bir anlamda Porto’nun son provası ise ki öyle, o zaman ideal kadronun sağıyla-soluyla oynamanın mantığını nasıl savunursunuz? Haaa Pepe gibi sakatınız varsa, yerine alternatifi oynatırsınız, buna kimsenin gıkı çıkmaz.
***
İlk yarıda bir Lens’in bir de Quaresma’nın kaçardığı penaltı pozisyonu, Negrado’nun yan direğe çarpıp auta giden bir dokunuşu var, başka, yok! Nedeni de ideal onbirdeki rotasyondur! Quaresma’nın kalitesi ortada, niye penaltı ona attırılır, anlamak zor! Peki Negredo’nun asıl işi ne merak ediyoruz? Talisca var, Atiba var, var oğlu var. Bi de şu topla oynama yüzdesi var, yüzde 75 Beşiktaş, yüzde 25 Akhisar ilk yarıda. Ne var ki skor
Efendim, son aylarda sürekli yabancı oyuncu sayısını tartışıyoruz... Bu tartışmaların giderek yükselmesinin temelinde Milli Takım’ın altı maçta bir galibiyet alması yatıyor... Yabancının sınırsız olmasının elbette Türk oyuncuları olumsuz etkilediği bir gerçek... Kişisel olarak bu tartışmayı farklı bir kulvara, yani altyapılara çekmek istiyorum...
Süper Lig takımlarının doğrusu altyapılarını ben de merak ediyorum, eğitmenler yeterli mi acaba? Valla yeterli mi, yetersiz mi, bu konuda bilmeden ahkam kesmek bize yakışmaz. Ne var ki, altyapıdan oyuncu yetişmediğini bizler de gözlemliyoruz... Örnek büyük takımlar, son yıllarda altyapıdan yetişmiş kaç oyuncuyu A Takımı’na monte etmişler, ona bakalım? Ben anımsamıyorum! Şimdi ortada bir Altınordu gerçeği var, kadrosuna bakın bir tane yabancı oyuncu yok, hepsi yerli. Üstelik benzetme yerindeyse fabrika gibi, futbolcu üretiyor, satıyor, para kazanıyor. Altınordu tesislerini gittim, gördüm, tek tek gezdim, tepeden - tırnağa inceledim, hayran kaldım... Her şey mükemmel ötesi, okuluyla, statlarıyla, eğitmenleriyle valla çağ atlamış örnek bir kulüptür Altınordu...
İzmir’de, uçakla bir saat mesafede, teknik adamlarımıza, başkan ve
Eyyy futbolsever arkadaşlar, o ilk yarıda iki gol yedi diye, bu ülkenin takımını yuhalamaya ne hakkınız var? Tamam, iyi oynadığımızı söylersek ayıp ederiz, biliyoruz! Hele hele on kişi kalmış takımdan üç gol yemek elbette bize hiç yakışmadı...
Ne var ki sevgili dostlar bu takımın kötü futboluyla ilintili bir dizi mazereti olduğunu da unutmayalım lütfen... Belki farkında değilsiniz, biz anımsatalım isterseniz.
Lucescu ve ekibi, yeni bir jenerasyon, yeni heyecan ve fotoğraflar peşinde, işin özeti arayış içindeler bu biirrrrr... Arnavutluk maçındaki savunma bloğu ilk kez bir arada oynadı, uyum sağlamalarını beklemek hayalcilik olur bu ikiiiii... Artı ilk kez A Milli formayı giyen genç oyuncu sayısı altı bu üçççç... Ay-Yıldızlı ekip, Dünya Kupası’na gidemediği için özgüven kaybı yaşıyor, izleri var, henüz toparlanamadılar bu da dörtttt..
Hadi tecrübeliler alışkınlar (!), peki o gençlere tepki göstermek, onların şevkini kırmak, küstürmek ayıp değil mi? Onların tepkiye değil, desteğe ve de zamana ihtiyaçları var, lütfen bunu unutmayalım...
Dönelim maça ve gollere... İlk yarıda aslında iki golü saymazsak, çok kötü oynadığımızı söyleyemem... Özellikle ofansa çıkışlarda göze hoş gelen
Büyük hedefler için yarışan Milli Takımlarda kadroda yeni bir iskelet oluşturma adına öyle köklü oyuncu değişimlere gidemezsiniz... Hatta bunu gerçekleştirmek için mangal gibi yürek, destek ve sabır ister... Haaa hedef kaçar, zamanınız vardır ne ala, tıpkı bizim ülke Takımı’mız gibi...
Nereye varmak istiyoruz, Dünya Kupası’nı kaçırdık, şimdilerde 2020 Avrupa Şampiyonası Finalleri’ni hayal ediyoruz, startı Romanya özel maçıyla aldık, yenildik.
Dememiz o ki Mircea Lucescu’nun önünde uzun bir süreç var, Dünya Kupası’nı kaçıran kadroda istediği gibi radikal değişimlere gidebilir. Romen hoca, yeni heyecanlarla, yeni bir yarışmacı takım oluşturabilir, artı Türkiye’de bu potansiyel var, yeter ki yan yollara saparak, çenenizi yarıştırmayın, işinize odaklanın(!)... İşin özeti Lucescu bu anlamda tarihi bir fırsat yakaladı, inşallah başarır.
* * *
Kişisel olarak özel maçlarda skor tabelasına pek takılmam, hele böylesi değişimlerin söz konusu olduğu süreçte, sahadaki yeni yüz ve yeni heyecanlara bakarım. Lucescu, Atila, Okan, Emre Akbaba, Kenan Karaman, Erol ve Barış gibi altı yeni ismi aday kadroya çağırdı, sadece birini ilk onbirde sahaya sürdü.
Rakip Romanya da bizim gibi değişim içinde, yeni
Aykut Kocaman’ı severiz, sayarız. Saygılıdır, tek tartışılacak yönü teknik adamlığıdır. Kimine göre iyi, kimine göre yeterli değil...
Fenerbahçe’den kopup, Konyaspor’a kanat çırptığın süreci anımsıyorum... O süreç de sıkıntılıydı. Sürekli gitti, gidiyor, istifa etti, etmedi, tartışmaları günlerce sürdü.
Sarı-lacivertlilerin iç yapısını, yönetimini, takımı bizden daha iyi tanıdığın bir gerçek... O günleri anımsıyorum, başkan Aziz Yıldırım, senin için, “Bir daha bu kapıdan içeri giremez” diyerek kapıları kapatmıştı. Görüyoruz ki, aradan geçen o uzun süreç başkan Aziz Yıldırım’a o sözlerini unutturdu, yeniden Aykut Kocaman’a sarıldı!
Başkan Aziz Yıldırım’ın bu U dönüşüne lafımız yok, olabilir. Hatadan dönmek de bir erdemdir. Ahhh Aykut kardeş ahhh... Keşke dönmeseydin, iyi olurdu! Görüyoruz ki, hep aynı, değişen bir şey yok!
Osmanlıspor maçı sonrası, “Gereğini yapacağım” dedin, biz senin istifanı beklerken, ne görelim Samandıra’da takımın başındasın... Bu tablo geçmiş Fenerbahçe dönemini hatırlatıyor. Belli ki, sen de dersler çıkaramamışsın hocam!
Yönetim kanadının seni bırakmaması normal. Çünkü 6 ay sonra kongre var. Ancak söz de ağızdan bir kere çıkıyor. Ne dersin sevgili hocam?
Topal