Yılmaz Güney Kürt değil mi? Neden öyle yazmıyorsunuz hiçbir yerde....” 3. Roma Türk Film Festivali’nin basın toplantısının finali, La Repubblica gazetesi yazarının bu sorusuyla gerçekleşti... Ferzan Özpetek’e göre bunun hiç önemi yoktu. Onun için de “İtalyan yönetmen” diyorlardı... “Türk” diyorlardı. İkisinden de hoşlanmıyordu. O yönetmendi... Uğur Yücel ise bu durumların yeni durumlar olduğuna bilgece dikkat çekti. Öte yandan Fatih Akın örneğini verdi. Alman mıydı, Türk mü? Şahsen ben sinema dünyasına çağdaş sanat dünyasından bir örnek vermek istiyorum. İtalyan gazetecinin sorusunu hiç de tahrik amaçlı değil son derece önemli bulduğumu da eklemeliyim.
Çağdaş sanatta Diyarbakırlı sanatçılar Avrupa’da 1990’ların sonundan itibaren katıldıkları Avrupalıların sergilerinde Kürttüler. Kürdistan’dan geliyorlardı. Elçilik devlet sergilerinde ise Türk. Aslında İtalyan gazetecinin sorusu bu çifte etiketlenmeyi ifşa etmesi açısından kıymetli her şeyden önce.
Sinema dünyasına Türkiyeliyi önermek isterim öte yandan... Lakin İtalyancada Türkiye’den dediğinde hiç Türkler demek gibi de olmuyor. Çünkü o Türklerin içinde Viyana kapılarına dayanan Türkler var. Ama artık o Türkler yok ki... Roma’ya gelmiş filmlerini gösteren Türkiyeliler var... Öyle değil mi?
Yeşilçam hemen şimdi!
Uğur Yücel aynı zamanda çok ilginç bir tespitte bulundu. Yücel’e göre Yılmaz Güney, Kürt olabilirdi lakin Kürt sineması yapmamıştı. Yeşilçam’dan gelen ona yön vermiş bir isimdi. Uğur Yücel’in Yılmaz Güney sinemasına ilişkin bu tespitini tartışmalıyız. En az İtalyan gazetecinin sorusu kadar... Yeşilçam’ın ne olduğunu konuşmamızın tam sırası çünkü... Turizm ve kültür bakanı müsteşarına göre 45 milyon film izleyicisi olduğu için Türkiye’de... Yılda üretilen 65 filmin en iyileri bir türlü görünecek salon bulamadığı için... Birbirinden yetenekli genç oyuncular çıktığı için son yıllarda...
Yeşilçam’ın ne olduğu üzerine düşünmeliyiz.
Yeşilçam’ın ne olduğu bize epey yollar gösterecek çünkü... Yeşilçam bize kim olduğumuzu işaret edecek. Oradan kim bağımsız kim bağımlı, kim folk kim değil, çıkacak ortaya. Yeşilçam üzerine düşünüp onun yanılsamayla gerçeği nasıl buluşturup dramı epik olana nasıl buladığını bulabilirsek en burnumuzda tüten kareleriyle... Bunun çağdaş sanata da faydası olur hem... Başta video-art üretimimize...
Bir film izleyicisi, büyük bir Yılmaz Güney hayranı olarak yazıyorum... Yeşilçam hemen şimdi... Postunu ya da antisini belleyerek, bellekleri tazeleyerek daha farkında bir Türkiye sineması için...
Filmler ikiye mi ayrılır, güzel ve çirkin?
Bir başka tartışma konusu da bir filmin ikiye ayrılıp ayrılmadığıydı... Uğur Yücel, Soğuk filmini sahaflardaki kitaplara benzetti. Ama örneğin yeni çektiği Hint filmi uyarlamasını havaalanında bulduğunuz çok satan kitaplara... Bir yolculukta okurdunuz o kadar... Ferzan Özpetek ise farklı düşünüyordu. Özpetek’e göre güzel filmler ve çirkin filmler vardı... Ticari ya da sanat filmi ayrımına inanmıyordu. Fakat ikisinin de hemfikir olduğu konu şuydu: Bir filmin ne olduğunun hiçbir önemi yoktu. Filmi çektiğin zaman değerliydi. Yani süreç... Özpetek’ten alıntılıyorum:
“Filmin çok iyi olmuştur. Gösterime girdiği gün fırtına kopar. Kimse gidemez. Eleştirmen karısıyla kavga etmiştir filmi beğenmez... Film bittikten sonrasının bir önemi yok. Önemli olan çekmek... Çekmek... Çekerken beğenmek... Birlikte iyi hissetmek...”