Artık hepimiz farkındayız ki cep telefonlarımız masanın üzerinde diziliyken aramızda ne konuşursak konuşalım az sonra karşımıza bir sosyal medya platformunda ona dair bir reklam, bir paylaşım, bir şey çıkacak. Araba konuştun, muhtelif markalar; ayakkabı konuştun, sıra sıra mağazalar… Ne almaktan, bakmaktan söz ettiysen az sonra karşında. Pratik bir şey, seni arama derdinden kurtarıyor. Ve çok ürkütücü bir şey, biri bizi sürekli olarak dinliyor.
Öte yandan, son dönemde bu mekanizmanın sadece konuşulanları değil konuşulmayanları, düşünülenleri, akıldan geçenleri de anlamaya başladığından hatta parmak izinden karakter analizi yaptığından şüphelenmeye başladım. Ya da ülke insanının ruh halini bildiğinden ona göre bir şeyler sunmaya başladı. Şu sıralar sürekli olarak önüme ‘erteleme’ ve zaman yönetimiyle ilgili hesaplar çıkmaya başladı mesela. Çünkü ben kendimden şikâyetçiyim bu anlamda. Geceden ertesi gün yapılacakları sıralayıp sabah da öbür güne ertelemek gibi bir huyum var. Bitmeyen vicdan azabı. Tam Instagram’da ‘story’ deryasında dolaşıyorsun, elbette aslında yapman gereken bir ton iş var ve elbette bunların ilk sıralarında sosyal medyada amaçsızca dolanmak gelmiyor ama iş başına oturamıyorsun, canın istemiyor, oyalanıyorsun, hop, bir hesap: “Ertelemenin 10 nedeni”, “Erteleme huyundan beş dakikada kurtul”, “Erteleme özelliği ve dağınık zihinlerin bilmem kaç özelliği”.
Ne kadar çok bu konuda mesai yapan varmış, ‘hastalığımızın’ boyutlarını tespit etmemizi sağlayan erteleme haritası bile çıktı karşıma. Tabii hepsinin de amacı, bu ‘kötü alışkanlıktan’ bir an önce kurtulmamızı sağlamak. İşte erken kalkacakmışız, plan yapacakmışız, dikkatimizi dağıtan şeylerden uzak duracakmışız gibi gibi… Ve hepsinin de sonucu sadece kendinizi az öncekinden daha da kötü hissetmenizi sağlamak oluyor: Dünyada kalan son ertelemeci zihin benimki, diğer herkes bu maddeleri uygulayıp kurtulmuş, ben ne işe yaramaz insanım. (Öyleyse biraz daha internette gezineyim, zaten bir şey yapamıyorum).
Ama sonunda oradan buradan fırlayarak bana sürekli “erteleme” diye bağıran kişisel gelişimci sosyal medya korosundan ve bu ‘ertele - kendini kötü hisset - ertele’ sarmalından beni kurtaracak kitabı buldum. Sel Yayınları tarafından basılmış, adı bile şahane: “Erteleme Sanatı - Oyalanma, Savsaklama ve Kaytarma Rehberi”. Yeni değil, ben gecikmişim okumakta.
Yazarı felsefeci John Perry, kendisini “yapısal ertelemeci” olarak tanımlıyor; “başka şeyler yapmayarak pek çok şey yapan insan”. Konuyla ilgili yazıp rahatladığı kısa deneme kısa sürede “erteleme” diye arama yapıldığında karşınıza çıkan ilk madde haline gelmiş. Sonra da bu kitaba evrilmiş. Ve anlaşılan o ki hayatında yaptığı hiçbir çalışma bu kadar çok insanın işine yaramamış, “gününe neşe katmamış”.
Sanırım bu dünyada erteleyen ilk ve son insan olmadığımızı, bu yüzden kendimizi kötü hissetmemiz gerekmediğini, bir şeyleri ertelerken bir yandan birçok şeyin de altından kalktığımızı kabul etmek için önemli bir bilgi. Yalnız değiliz, hasta değiliz, işe yaramaz değiliz. Sürekli suçluluk duygusu içinde debelenerek daha faydalı ve üretken bireylere dönüşmüyoruz. Ertelemeyi de kusur olmaktan çıkarıp ona bir sanat gözüyle bakabiliriz. Mark Twain’in bir bildiği yok mudur yani, “Bugünün işini yarına bırakma, mümkünse ertesi güne bırak” derken? Bir şey de bize kendimizi iyi hissettirsin.