Asu Maro

Asu Maro

amaro@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Okulda Fransızca öğrenmeye başladığımda en büyük yardımcım şarkı sözleri olmuştu. Bir şarkıyı eğer evinizde plağı, kaseti yoksa istediğiniz an dinleyemediğiniz, radyoda karşınıza çıkmasının sürpriz gibi sevindirdiği ve tabii ki şarkı sözlerinin parmağımızın ucunda olmadığı yıllar. Dinozor dinozor konuşmak istemiyorum ama kendi içinde bir güzelliği olduğu kesin bu çabanın.

Bir efsane nasıl oluştu

Özellikle de “La Boheme” gibi, “Emmenez-Moi” gibi, “Hier Encore” gibi, “La Mamma” gibi bazılarını döne döne dinlediğimi, sözlerini sökmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Neden özellikle onlar diye düşünmemişim, onu da yeni düşündüm, 44. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Monsieur Aznavour” filmini izlerken. Çünkü bunlar hikâye anlatan şarkılar. Dünya çapında 180 milyondan fazla albüm satan Fransız şarkıcı ve şarkı yazarı Charles Aznavour, kariyerinin epey başlarında keşfetmiş bunun faydasını, birinci tekil şahıs kullanırsa, birinci ağızdan anlatırsa hikâyeyi, dinleyiciye daha yakın geldiğini. Değilse araya bir mesafe girdiğini…

Haberin Devamı

Mehdi Idir ve Grand Corps Malade imzasını taşıyan “Monsieur Aznavour” filmi, gerçek bir azim öyküsü anlatıyor. Savaştan, yoksulluktan geleceksin, Fransa’ya göçmüş (Baba Gürcistan’dan, anne Adapazarı’ndan) Ermeni bir ailenin çocuğu olarak bir gün Fransız şansonunun simgesi hâline geleceksin. Rüya bile değil.

Film, iyi bir Aznavour dinleyicisi olarak bilmediğim detaylarla dolu çünkü kendisinin de isteğiyle (2018’de 94 yaşında aramızdan ayrılan sanatçının ölmeden önce yönetmenlerle epey mesaisi olmuş) onun yıldız olduğu yıllardan çok ufak tefek ve ‘çirkin’ bir adam olarak önüne çıkan engellere, başarısızlıklarına, boş koltuklara karşı verdiği savaşa odaklanıyor. “Aşk şarkısı söyleyemezsin, güzel değilsin” demişler mesela. Sahnede elini kolunu kullanış biçiminden ‘buğulu’ diye burun bükülen sesine kadar her şeyi alay konusu olmuş. Hakkında öyle yazılar çıkmış ki insan o cümlelerin bir tanesini duysa bir daha sahneye adım atamayabilir.

Ama bütün bunların onu yıldırmayıp kamçıladığını, kendisine inanmaktan vazgeçmediğini, günde 17 saat çalıştığını, asla yetinmediğini, herkes karşı çıksa da kararlarında direttiğini, kırılmayı, kırmayı, yalnızlığı (ve burun ameliyatını) göze aldığını izliyoruz filmde. Gerektiğinde yol arkadaşını da onu seven kadınları da hiç kimseyken ona yol açan Edith Piaf’ı da (Filmde Marie-Julie Baup müthiş bir Piaf olmuş) geride bırakıp yoluna devam ediyor. En büyük kayıplarında ülkeden ülkeye gezerek, konsere çıkarak, insanlarla buluşarak iyi ediyor kendisini.

Haberin Devamı

Aynı zamanda parayı hayli seven, kendisine Amerika’da Sinatra’nın kaşesini almak gibi hedefler koyan, âşık olup uğruna şarkılar yazdığı kadınları bir zaman sonra hayal kırıklığına uğratan, bencil bir adam da izlediğimizi söylemeliyim. 134 dakikalık filmi bu kadar sürükleyici ve izlemesi keyifli hâle getiren biraz da bu. Ama en çok, Aznavour’u oynamayan, kendisi bir Aznavour ‘olan’ Tahar Rahim.

Cezayir asıllı Fransız aktörün zaten hayranı çok, birçok filminin yanında “The Serpent” dizisinde oynadığı seri katille de dillere destan oldu, burada da gerçekten inanılmaz bir performans sergiliyor. Aznavour’un bütün hareketlerini bedenine yedirdiği gibi, aylarca şan ve piyano dersleri almış, bazı şarkıları da canlı söylüyor.

Haberin Devamı

Festival kapsamında bugün 19.00’da Atlas’ta, yarın 21.30’da Kadıköy Sineması’nda gösterilecek filmin Türkiye haklarının sahibi Bir Film. Filmin mayıs ayında gösterime gireceğini tahmin ederek (ve umarak) şarkı sözlerinin Türkçe çevirilerine bir daha bakmalarını öneririm. Malum, artık şarkı sözleri parmağımızın ucunda, hata kaldırmıyor.