Hani sıkça verilen bir örnek var, ilkokulda bir çocuk saçınızı çektiyse sizden hoşlanıyor demekmiş. Kendisini nasıl ifade edeceğini bilemediğinden, muhtemelen kendi de anlamlandıramadığı ‘hoşlantı’ duygusunu bu şekilde dışa vurarak ilginizi çekmeye çalışırmış vs. Böylece ilk aşk ihtimaliniz doğrudan çöpe gitmiş oluyor, neyse ki daha çocuksunuz.
Sonra ergenlikle beraber başka bir acılar, hayal kırıkları, hüsranlar silsilesi. Aşkın acısını mutluluğundan daha kıymetli sanma halleri, sağdan soldan da şarkıyla türküyle, duvar yazısıyla, aforizmayla pompalandığı için “sevip de kavuşamamanın” hikmetine inanmalar, sevdiğini belli etmemeler, kıskandırmalar, üzülüp üzmeler derken insanın bir durup “Bir dakika ya, ben bu dünyaya sürünmeye gelmedim herhalde, bu işte bir terslik var” demesi zaman alıyor. Ondan sonra şanslıysa asıl anlamlı olanın birini sevip onunla birlikte mutlu olmak olduğunu, yoksa üzülmek için çok şükür başka birine ihtiyaç olmadığını ve asıl faydalı nasihatin “Seviyorsan git konuş” olduğunu idrak ediyor.
Ama yani zaman alıyor dediysem 50’li yaşları kastetmiyorum. Acılı filmlerin unutulmaz yönetmeni bile olsan aşkı ıstırapla özdeşleştirmenin bir yaşı var, olmalıdır. Sanıyordum ben. Oysa bir süredir “Bu enerjisini film yapmaya verse ya” diyeceğimiz Twitter paylaşımlarının ardı arkası kesilmeyen Zeki Demirkubuz, karlı karantina gecemize bir yen, aforizma bıraktı hafta sonu: “Aşk; kendine dönük olarak acı çekmek, ötekine dönük olarak acı vermek arzusu taşır”. Buyurunuz. Okudum, birkaç defa, belki biraz daha okursam hayatın anlamını keşfederim diye ama yok, olmadı. Hani insan elbette dilediği gibi yaşayabilir, isterse aşkının büyüklüğünü döktüğü ve döktürdüğü gözyaşı miktarıyla ölçebilir de “aşk budur” gibi olayı maniye dökünce iş değişiyor.
Eğer amacı insanları kızdırıp bir hareket yaratmak idiyse ki başardı - , saç çeken oğlan çocuğundan farkı kalmıyor. Yok ciddiyse o daha fena. Bu söylemi ve bunu pohpohlayan edebiyatı lise şiir defterlerimizde bırakmamış mıydık biz?
Kardan beklediklerimiz
Normal bir kış mevsiminde olması gereken şey oldu; kar yağdı diye hep birlikte neşeye boğulduk, neredeyse şükür duasına çıkacak hale geldik. Sanırım bunu unutmamamız gerekiyor. Belli bir yaşın üstündekilerin hatırlayabildiği bir geçmişte başka bir hayatımız, olağan haliyle akıp giderken kıymetini bilmediğimiz şeyler vardı; yazlar sıcak olurdu, kışlar soğuk. Yağmur ve zaman zaman kar yağardı, aralarda da iki bahar olurdu hani. Bir de tatlı pastırma yazı, kasım başına falan denk gelen. Artık kışa geçmek üzereyken son sıcaklar yüzünü gösterdi diye mutlu olurduk. Ocakta pastırma yazı diye bir şey olmaz mesela, onun adı iklim krizi düpedüz. Yazın olan su baskınları, aniden bastıran dolular gibi.
Bir süredir doğada hiçbir şey olması gerektiği zaman ve şekilde olmuyor. Bu yüzden hızla bilimkurgu filmine dönen hayatımızın orta yerinde, tam da yağması gerektiği zaman yağan kardan beklentimiz büyük. Ters yüz olan dengeyi düzeltmesini, barajları doldurmasını, susuzluk tehlikesini bertaraf etmesini bekliyoruz öncelikle. Hani “Kar yağsın da mikroplar ölsün” diye bir cümle duyardık küçükken, onu da bekliyoruz kuşkusuz. Biraz daha büyük düşünürsek, aşıya da denk geldi hazır, kalkarken covid’i de alıp götürürse çok makbule geçer.