“Bir martıyım ben… Yo değil, aktrisim…” Dünyanın her yerinde karakterimizin bir oyuncu olduğunu bir hamlede anlamamızı sağlayan Çehov – Nina (Martı) repliğiyle başlıyor oyun. Karşımızda ayakta zor duran, söyledikleri zor anlaşılan ama ezberi tam bir kadın. Bir aktris. Adı Nina? Ya da Emma? Ya da Sarah? Ya da Lucy? Ne önemi var… Hepsi ya da hiçbiri. Oyun boyunca emin olamayacağız. Onunla birlikte sürüklendiğimiz rehabilitasyon merkezinin o kaotik dünyasında ona eşlik eden kimse de emin olamayacak. Hayatına dair anlattığı hikâyelerin hangisinin gerçek hangisinin bir oyun karakterinden çalınmış olduğunu bilemediğimiz gibi.
Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde geçtiğimiz hafta perde açan “İnsanlar, Mekânlar, Nesneler”, bu genç kadının (Biz Emma diyelim ona) bağımlılığından kurtulma mücadelesiyle birlikte kimlik bunalımını, var olabilmek için bir başkası olma ihtiyacını, ailesiyle kopuk ilişkisini, aidiyet ve dostluk açlığını, korkularını, kaçışlarını, bir dala tutunma çabalarını anlatan çarpıcı / sarsıcı bir oyun. “Ona bağımlılığını hatırlatan insanlar, mekânlar ve nesnelerden” uzak durması gerekiyor, gelgelelim bunlar hepimiz gibi onun da dönüp dönüp kucağına düştüğü yerler. En başta ailesi, büyüdüğü ev, kendi odası, kendi çocukluğu, kendi kopartıp kopartıp kanattığı kabuğu. Her travmanın kaynağı oralarda değil mi? (Yeri gelmişken ‘travma’, önce v sonra m. ‘Tramvay’ gibi değil yani, bütün dizilerde yanlış söylendiği gibi). Ne yapacak, kaçmaya devam mı edecek, gerçeğin adını koyabilecek mi yoksa?
İngiliz yazar Duncan Macmillan’ın dünya prömiyerini 2015 senesinde National Theatre’da yapan ve sonrasında pek çok kez sahnelenen metni, İbrahim Çiçek rejisiyle karşımızda. Oyunun her şeyden önce Merve Dizdar gibi dev bir artısı var. Tamamen sahne için yaratılmış olduğunu bir kez daha kanıyla canıyla kanıtlayan Dizdar, onu zamanında gene bir İbrahim Çiçek rejisi olan “Yutmak”ta izlemiş olanların özlemini gideren, tiyatroda ilk kez izleyenleri ise şaşkınlığa uğratan bir performans sergiliyor. Fiziksel performansı da çok güçlü, seyirciye bütün değişimleriyle aktardığı duygusu da. Burada hemen Taner Güngör imzalı koreografinin de hakkını teslim etmek gerek, özellikle karakterin tedavinin başlarında düştüğü o karanlık kuyuyu, kafa ve ruh kargaşasını seyirciye yaşatan çoklu Emma’lar sahnesi unutulmaz. Tek sefer kullanılması daha da etkileyici olurdu.
“İnsanlar, Mekânlar, Nesneler”, son derece sert bir hikâyeyi ince bir mizah duygusunu da eksik etmeden anlatan bir oyun. Yönetmen İbrahim Çiçek Ceyda Balaban’ın sahne, Yakup Çartık’ın ışık tasarımının katkılarıyla soğuk, ürpertici, seyirciyi sürekli tetikte tutan bir atmosferi başarıyla kurmuş. Temposu yüksek, gerilimi yüksek, Dizdar ile beraber seyirciye de çokça gözyaşı döktürmesinden anlaşılacağı gibi tahrip gücü de yüksek bir prodüksiyon. Her unsuru özenle tasarlanıp bir araya getirilmiş. Merve Dizdar ile birlikte Selçuk Borak (hem bağımlılardan biri hem karakterin babası), Nihal Koldaş (başta annesi olmak üzere Emma’nın hayatındaki bütün otorite figürleri), Kerem Arslanoğlu, Bora Akın ve Ferhat Güneş’ten oluşan bir oyuncu kadrosu var.
Sezonun merakla beklenen işlerinden biriydi “İnsanlar, Mekânlar, Nesneler”, muhtemelen çok konuşulanlarından da olacak. “Yutmak” ile Afife ödülü alan Merve Dizdar’ın ödül jürilerini bu sezon da meşgul edeceğini tahmin etmek zor değil. Benim gönlüm ise onu bundan sonra iyi bir komedide izlemekten yana.