Bu ay Milliyet Sanat dergisinin kapağında 2000’li yılların ilk çeyreğine sanat çerçevesinden bakan bir dosya göreceksiniz. 2 ile başlayan yıllardan 25’ini geride bırakırken, her sanat dalından satır başlarına göz atmak istedik. Efnan Atmaca imzalı dosyanın sahne sanatları bölümündeki maddelerden biri, DOT’un açılışı. Yıl 2005, yer Mısır Apartmanı, seyirciyi oyunun içine alan farklı bir mekân ve sahneleme anlayışı, sarsıcı metinler ve birçok şeyin başlangıcı. Tiyatro salonları yönünden gittikçe fakirleşirken tiyatro yapılabilen mekânlar konusunda hayal gücümüz bu kadar zenginleştiyse bunun ilk adımıdır diyebiliriz, DOT ve Mısır Apartmanı için. Üzerinden geçmiş 20 sene.
Ayrıca bugün her biri şöhret olmuş birçok oyuncuyu da ilk kez orada izledik. Philip Ridley’nin yazdığı, Murat Daltaban’ın yönettiği 2007 tarihli bir “Kürklü Merkür” vardı mesela, artık görenler görmeyenlere anlatıyor; kadroya bakın: Rıza Kocaoğlu, Serkan Altınorak, Tuğrul Tülek, Veda Yurtsever, Engin Altan Düzyatan, Cemil Büyükdöğerli, Cem Özeren ve Enis Arıkan. Burada kendi 21 Kasım 2007 tarihli Milliyet yazımdan alıntı yapmak istiyorum: “Oyunun ‘yıldızı’ kesinlikle Lola rolündeki Enis Arıkan. Henüz 22 yaşında ve karikatüre dönüşmesi an meselesi olan bir karakterin altından öyle bir kalkıyor ki, anlatılmaz, izlenir. ‘Nereden tanıyorum ben bu çocuğu?’ derseniz, ‘Sana çay demlesem gelir misin?’ diye sorduğu Ali Turca reklamından”.
Enis Arıkan’ı geçen hafta Zorlu PSM’de perde açan “Hayalperest”te izlerken aklımda Lola. Sonra yine DOT’ta bir efsane olan “Vur Yağmala Yeniden”, sonra “Festen”, sonra “Altın Ejderha”, sonra Craft’taki o şahane “Garaj”… “Alice” müzikalinin tavşanına, “Camdaki Kız”a ve ‘influencer’lığa kadar pek çok tiyatro oyunu, pek çok unutulmaz karakter var Arıkan’ın geçmişinde.
Gelgelelim Enis Arıkan’ın hayatından esinlenen “Hayalperest”te öyle değil. Mert Dilek’in yazdığı oyun için “hayallerine sığınarak yaşamın ve sektörün zorluklarına göğüs germeye çalışan genç bir oyuncunun trajikomik hikâyesi” deniyor, tanıtım metninde. Sahnedeki çocukluktan itibaren ünlü bir oyuncu olmayı hayal eden, bu yolda önüne çıkan kimi engelleri aşan, kimisine toslayan ama hiç istediği gibi bir işte oynayamayan Enis, bir gün bir video çekip insanlarla paylaşıyor ve yolu o noktadan sonra açılmaya başlıyor. ‘Kendisi’ olduğunda insanlar onu tanıyor, keşfediyor, kucaklıyor diyebiliriz yani.
Bana göre bu yaklaşım Enis Arıkan’ın hayli zengin aktörlük geçmişine – ve yeteneğine - biraz haksızlık olmuş. Epeyce uzun yer tutan Mekke-Medine seyahati neden gerekliydi, buna karşılık oynadığı onca rol neden metinde kendine yer bulamadı, anlayamadım.
Mehmet Ergen’in sahneye koyduğu oyun, pek çok kişinin zannettiği gibi tek kişilik değil, Enis Arıkan’ın annesini Melisa Doğu, babasını Murat Karasu, arkadaşını Sevda Baş oynuyor, ayrıca çok kalabalık bir dansçı ve oyuncu kadrosu var. Koreografi Beyhan Murphy imzasını taşıyor, müzikler ise Tuluğ Tırpan’a ait. Bir de “Kaderimin restine rest” diyen Sezen Aksu şarkısı var. Işık tasarımı Cem Yılmazer, sahne tasarımı Robert Innes Hopkins, kostüm tasarımı Ayşegül Alev.
Hayli şatafatlı, gösterişli, ışıltılı bir prodüksiyon, “Hayalperest”. Enis Arıkan’ın sahne ışığına ve sempatisine diyecek yok, alıp götürüyor. Ama bütün bunlar sağlam bir metnin üzerine kurulabilse, gerçekten bir Zümrüdüanka hikâyesi anlatılabilse çok güzel olurdu… Bizde en çok atlanan kalem bu hâlâ, halbuki işin bel kemiği.