Var oluşundan bugüne kadar hep bir yerden bir başka yere göç edip durmuş insanoğlu. Giderken de doğal olarak medeniyetini, kültürünü ve becerilerini yanında götürmüş, gittiği yerleri de gönendirmiş.
Bilirsiniz... bizim çilekeş Anadolumuz da bu hareketliliğin merkezinde yer alan, en önemli coğrafya olmuş. Büyük göçler, savaşlar... Hâlâ öyle değil mi? Evet hâlâ öyle ama, bu göçler ve savaşlar nedeniyledir ki, neresine kazma vursanız ya da hangi köşesine gitseniz, tarih ve kültür fışkırır. Farkında değilizdir ama dilimizde bile binlerce yıl geriden izler vardır aslında.
Mesela, daha pratik çözümler bulunduğu için evlerimizde pek kalmasa da sineklerden korunmak amacıyla yatakların üzerinde kullanılan cibinlikleri hatırlarsınız.
Hiç düşündünüz mü, ona neden cibinlik deriz?
Cibin, tam 5 bin yıl öncesinden günümüzdeki Türkçemize kadar ulaşmış, müthiş bir mirastır. Cibin, Sümercede sinek demektir.
Anadolu, üzerinden gelip geçen her medeniyetten bir şeyler kapmış ve kültürel anlamda müthiş bir zenginliğe sahip olmuştur ama, yine bu göçler ve kültürel etkileşimler nedeniyle dünyanın her yerinde de Anadolu’nun izleri vardır.
2 bin 600 yıl önce Perslerin işgali nedeniyle yurtlarını terk edip denize açılan tüccar Foçalıların, Akdeniz ve Karadeniz’de inşa ettiği medeniyetler bunun çok belirgin örneğidir.
Çanakkale Boğazı’nda, Lampsakos (Lapseki), Güney Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun), Kuzey Karadeniz kıyısında Krımea (Kırım), orta İtalya’nın batı kıyılarındaki Elea, Korsika adasındaki Alaia, İspanya’daki Ampurias , Güney Fransa’daki Massalia ve Nicose, bunlardan en önemlileridir. Massalia ve Nicose, günümüz Fransa’sının ikinci büyük şehri Marsilya ve meşhur tatil kenti Nice’tir. Marsilyalılar, kentlerinin Foçalılar tarafından kurulduğunu, eski liman zeminine yerleştirdikleri ve üzerinde, “Burada MÖ 600 yıllarına doğru Grek uygarlığının Küçük Asya’sı Foça’dan gelen denizciler karaya çıktı. Medeniyeti batıda ışıldatıp Marsilya’yı kurdular” yazılı bir plakayla belgelemiş.
Medeniyetler arası kültürel etkileşimin bir başka örneği de Yunanca Ola Kala kelimelerinin baş harflerinden türeyen OK terimidir. Hikâyesi de çok ilginçtir.
İzmir’in dünya ticaretinin merkez şehirlerinden biri olduğu 19.yüzyıl ve 20. yüzyılın başlarında, bugün Konak Pier olarak bildiğimiz tarihi yapı, gümrük binası olarak kullanılmaktaydı. Anadolu’dan dünyaya dağılacak olan tütün, pamuk ve incir gibi her türlü ticari ürünün kalite kontrolü genel olarak İzmirli Rumlardan oluşan gümrük çalışanları tarafından yapılır ve onlar onayladıktan sonra gemilere aktarılırdı. Çalışanlar çoğunlukla İzmirli Rumlardan oluştuğu için gümrük onayı da Rumca “Her şey tamam” anlamına gelen ‘Ola Kala’ kelimelerinin kısaltması olan ‘OK’ mührüyle yapılırdı. İzmir’den dünyanın her yerine giden bu kargoların üzerindeki ‘OK’ ibaresi, ilk olarak Amerika’daki liman çalışanları tarafından, günlük hayatta konuşma dilinde de kullanılmaya başlandı ve oradan yayılarak dünyanın en çok kullanılan kelimesi haline geldi.
İzmirli Levanten dostum Peter Papi’den dinlemiştim bu çok ilginç hikâyeyi. Hikâyenin ortaya çıktığı Konak Pier, şükür ki hâlâ ayakta. Ama hikâyeleriyle birlikte neler yok oldu neler?
Farkında bile olmadan inanılmaz bir kültürel zenginliğin üzerinde ömür tüketiyoruz. Bu zenginliği görmeyi becerebilseydik, ne Kordon Boyu’na ve Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’na koca koca apartmanları sıralardık, ne de o bilmem kaç katlı gökdelenleri şehrin böğrüne saplardık.
Benim kişisel çabam, bu farkındalığı yaratmak için...
Lütfen dikkate alın ve torunlarınızın da yaşayacağı bu şehre gözünüz gibi bakın.
OK mi?