Trabzonsporlular, “ Trabzonspor kökleri Trabzon’da, dalları dünyayı sarıp-sarmalayan ulu bir çınardır…”
İşte o çınarın dalları-yaprakları gurbetteki Trabzonsporlulardır.
Yeri gelmişken; Trabzonluların, Trabzonlu olmayan Trabzonsporluları sırtında-başının üstünde taşımalı, el üstünde tutmalı! Zira onlar, bordo-mavili camianın çok büyük bir aile, koca bir çınar olmasında başrol oyuncudurlar.
Bu yazımızda Trabzonlu Trabzonsporlardan bahsedelim.
Trabzonlu olmayan Trabzonsporluları yazmayı da başka bir güne bırakalım.
Uzmanlar, “Caz müzisyenleri, özgür ve çalkantılı bir kargaşa ortamında müzik yaparlar. Belli belirsiz yapılandırılmış bir malzemeyi birbirinden bağımsız olarak yorumlarlar.
Caz, eylem ve inisiyatif demektir. Taktik disiplin düşünülmez bile. Müzisyenlerin her biri zirveye tırmanma uğraşı içerisindendir. Müzik onları nereye götürürse oraya, bazen tökezleyerek, ancak hatalarından öğrendikleriyle yeni fırsatlar yaratarak ilerlerler. Cazcılar, dinleyicisinin destekleyici enerjisinden yaratıcı güç alarak, gevşek dokulu bir yapıda, kâh birbirine arka çıkarak, kâh solo performanslarla müzik yaparlar. Cazda sonucu, müzisyenlerin bireysel performansları belirler”
Şu aralar futbolda farklı mı sanki! Her kafadan farklı sesler, değişik görüşler?
Ligler şöyle oynansın, böyle oynansın..! Şurada şöyle, burada böyle…!
Alt ligleri de düşünen yok ayrıca?
Keser gibi kendine yontanlar “ bizim dediğimiz-istediğimiz gibi olsun” düşüncesinde…
Trabzonspor resmi internet sitesinin dün yayımlamış olduğu videoda Abdülkadir Ömür, ‘karantina günlerini’ anlattı ve hayallerini sıraladı.
Keyif alarak, gurur duyarak izledik.
Doğal olarak biz de eskilere gittik ister istemez… Yıllar evvel kaleme aldığımız bir yazımız düştü aklımıza… Keyif alarak okuyacağınızı umuyoruz…
Trabzonspor’un Ömür’ü
Her ne kadar babasının çalıştırdığı halı sahada meşin yuvarlak ile tanışmış olsa da, Çarşıbaşıspor kulübünün açtığı yaz futbol okulunda 9 yaşında futbola “merhaba” dedi Abdülkadir Ömür.
En büyük servet; sağlık elbet!
Hepimizin-herkesin en büyük dileği; hayatın-yaşamın bir an evvel normale dönmesi, eski günlere dönülmesi…
Ve…
Futbola kaldığı yerden devam edilmesi…
*
Amma velâkin…
Her şeye rağmen hayat devam ediyor…
Bugün de zaman tünelinde yolculuk yaptırmak, biraz da kafanızı dinlendirmek istedik!
Hoşça vakit geçirmeniz dileğimizle…
Buyurun, başımdan geçen bir olayı hep birlikte okumaya…
***
Zeytinburnu’nun bazı sokakları birbirine çok benzer. Adımladığınız caddelerde, ilginizi çeken gecekonduların arasında gözünüze ilişecek yüksek katlı binalara bakarak yürürseniz, geri dönüşünüz öyle muhteşem olur ki; soluğu ya tren istasyonunda ya deniz kıyısında ya da başkasının evinde alırsınız!
Yazıyı okuyunca bendenize hak vereceksinizdir!
Yıllar evvel bir arkadaşımız anlatmış, biz de kaleme almıştık.
Sokağa çıkmadığımız bu günlerde hoşça vakit geçirmeniz dileğimizle…
***
Aralık ayında araçlar koro halinde meleyen keçi sürüsü gibi ilerlerken İstanbul’da…
Trabzonsporluların çok olduğu bir mekânda, günlerdir İBB-Trabzonspor maçının oynanacağı tarihi beynine kazıyan Trabzonsporlu kardeşimiz, düğününe birkaç gün kala yengeç kıskaçları gibi sıkıca kavradığı düğün davetiyesini arkadaşına uzatır:
- Evleniyorum!
Davetiyeyi cam kürede billur falına bakan Çingene gibi inceleyen genç adam, okudukları karşısında şaşkına döner:
Özlemişiz be; çimenin kokusunu, golün coşkusunu, düdüğün doğrusunu, tribünlerin dolusunu…
Koronavirüs dünyanın başına musallat olmasaydı, liglerin son virajına girilecekti bu haftalar.
Şampiyonluğa oynayan takımlarda heyecan dorukta...
Tansiyonu düşenler- yükselenler, kalbi tekleyenler, kriz geçirenler ve daha neler neler!
Hedefe yaklaşıldıkça şampiyonluk kutlaması için hazırlıklara başlayanlar…
Bir bardak suda fırtına kopartmaya çalışan yöneticiler, teknik adamlar…
Düşmeye aday takımlar, yani ateş hattında olanlar?
( Bir sonraki yazımızda takımlarımızı/futbolcularımızı nasıl bir ligin beklediğini kaleme almak dileğiyle… Evde kaldığımız bu dönemde başladığımız hikâyeler/anılar yazı serimizi de, yıllar evvel İstanbul-Üsküdar’da şahit olduğumuz ilginç bir anıyla bitirmiş olalım. )
***
Minarelerden insanda ağlama isteği uyandıran akşam ezanı yükselirken, bir martı sürüsü denize değer gibi uçuyordu.
Yağmur birikintilerine bata-çıka ilerleyen insanların tek derdi; bir an önce evlerine varmaktı.
Çünkü gökyüzünden sicim gibi boşalan yağmur, insanları kapalı mekânlara girmeye zorluyordu.
***
Üsküdar’ın ara sokaklarında koşan insanların pantolonuna yapışan çamur parçacıkları, bir iskelenin ayaklarına tutunan midyeler gibiydi…