Giriş sınavlarını ölüm kalım meselesi haline getirmek, çocuklarımıza ve ebeveynlere yapılacak en büyük kötülüktür. Bu tür sınavlar maraton yarışının bir parçasıdır ve birinde geride kalan, bir diğerinde öne geçebilir. Bu yüzden, sonuçlara çok büyük anlamlar yüklemek kesinlikle doğru değildir.
Son iki hafta sonu, önce liselere, sonra da üniversiteye giriş sınavı vardı.
5 milyondan fazla aday katıldı.
Kontenjanlar az, başvuru çok olduğu için bırakın kazanamayanları, kazananların pek çoğu da sevinemeyecek. Her yıl yüz binlerce üniversite öğrencisi ve mezununun yeniden sınavlara girmesi bu yüzden!
LGS’de birkaç yanlışı ya da boşu olanlar, “İstediğimiz okula giremeyeceğiz” diye büyük üzüntü içerisindeler. Üniversitelerde de durum farklı değil. Dereceye oynayan öğrencilerin ağzını bıçak açmıyor. Bu yılın en büyük mağduru onlar!..
Daha önce de defalarca yazdık, bu sınavlar çocuklarımızı değersizleştirmenin ötesinde bir işe yaramıyor!
İlgi, yetenek ve beklentilerinin neredeyse hiçbirini ölçmüyor. Son 50 yılda, dünya 50 defa değişti ama bizim MEB, YÖK ve ÖSYM’nin kafası aynı kafa, sınavlar aynı sınav, sorular aynı soru!
Daha da vahimi, merkezi sınav sistemine geçtik geçeli bu sistemden memnun olanı bulmak mümkün değil.
Yine son 40 yıldır, iktidar adayı her parti, YÖK’ü ve sınavları kaldıracağını ya da en azından değiştireceğini vadetti. Her seferinde tam tersi oldu!..
Bu sistem artık değiştirilmelidir
Sınavlar için çok önemli ölçme değerlendirme kriterleri var. Örneğin güvenilir olması. Peki, sınavlara güvenilir demek mümkün mü? Ayırt edici olmalı ama 17 bin şampiyonun çıktığı yıllar oldu. Adil olmalı ama yanından bile geçmiyor! Seçici ve yönlendirici olmalı ama ara ki bulasınız. İlgi, yetenek ve beklentileri dikkate almalı, ancak bu da kimsenin umurunda değil!..
Eğitim, yaşam ve mutluluk sanatıdır.
Peki, biz ne yapıyoruz?
Yaşamdan kopuk bir eğitim veriyor ve gençlerimizi değersiz-leştirmenin ötesine geçemiyoruz...
İşte bu yüzden, eğitim sisteminin genelini de, sınavları da yani bir üst eğitim kurumlarına geçişi, sil baştan ele almalıyız.
Bu sınav, çocuklarımızın ve velilerimizin “Çok çalışırsak kazanırız” inancını bitirdi. Ellerinden gelenin fazlasını yaptılar ve şu an pek çoğu adeta enkaza dönmüş durumda. Buna da hiçbirimizin hakkı olmamalı!
Çocuklarımızı harcamak için değil, kazanmak için çözüm yolları üretmeliyiz!..
Hangi ders önemli!
Öğrenciler gibi dersleri de değersizleştiriyoruz!
Başta Coğrafya, Tarih ve Felsefe grubu dersleri olmak üzere sosyal bilimler, spor ve sanata yönelik dersler, sınavlar yüzünden iyice göz ardı edilmişti. Çünkü sınavda bu derslere yönelik ya hiç soru yoktu ya da çok azdı. Şimdi bu kervana fen bilimleri de de katıldı.
Fizik ve Kimyacılar da dertliydi ama sanki en dertli olan Biyoloji’ye gönül verenler:
“EBA TV’de neden fizik, kimya, coğrafya yok diye bir haber yapılmış (içeriğinde ileriki günlerde o derslerde yer alacaktır deniliyor ama sorun içeriği değil) bu haberde biyoloji dersine yer verilmeyip fen dersinden sayılmamış olması ve gerekli önemi görmüyor olması biyoloji öğretmeni olarak beni çok üzdü. Günümüzdeki koronavirüsü fizik kökenli bir oluşum sanıyorum! Yarın öbür gün birileri uzaya giderken temeli biyolojiye dayanan çalışma alanlarına gerekli önem gösterilmediği için bizler biyolojik savaşlarla mücadele veriyor olacağız. Her dersin yeri ve önemi ayrıdır. Bilişim olsun, beden eğitimi olsun. Ancak biyoloji gibi günümüzün en önemli dersi, haber niteliği dahi taşımıyor. Çok çok üzgünüm...”
Özetin özeti: Cumhuriyet’in ilk yıllarında her ders için ciddi anlamda kafa yorulmuş ve müfredatın şekillenmesi yıllar almıştı. Günü kurtarmaktan vazgeçip, fabrika ayarlarıyla çağı yakalamak, sanki en doğru olanı!..