Dünyadaki '68 Mayısı elbette bize de gelecekti ve geldi. "Masum öğrenci istekleri" olarak.. Fakat kısa zamanda dejenere olup bir silahlı maceraya dönüştü ve "9 Mart askeri darbesi"ne hazırlanırken 12 Martı yarattı
      30 Mayıs günü De Gaulle'ün radyodaki "Fransız halkına seslenmesi" bittiğinde hemen bütün Paris halkı "Yaşasın De Gaulle!" diye bağırarak ve Fransız milli marşını söyleyerek yollara döküldü. 2 bin metre uzunluğundaki ve 70 metre genişliğindeki Champs - Elysees o gün öğleden sonra bu haldeydi.
      BU ayın başında bir gün
- '68 Mayısının üzerinden otuz yıl geçmişti - Paris'te Drouot müzayede salonundaki bir sergiyi gezerken olayların değerlendirilmesinin zamanla nasıl değişebildiğini düşündüm. Gezdiğim sergi bir afiş sergisiydi. Fiyatlar 200 ile 3000
frank arasıydı. Sadece bir tanesi için 6300 frank isteniliyordu.
      Bu afişler otuz sene önce bütün Paris'i ayağa kaldırmıştı; dünyada geniş akisler yaratmıştı. Şimdi, böyle bir fiyatla satışa çıkarılıyorlardı. En pahalı olanı, devrin meşhur
"CRS SS"i idi. AfiÅŸlerin
"Eski Güzel Sanatlar Okulunun Halk Atelyesi"nde hazırlandığı belirtilmişti. Artık
"Halk Atelyesi" filan kalmamış, okul da asıl adını tekrar almıştır. Zaten bu,
"Eski '68'liler"in çocukça bir özentisiydi; hareketlerini Fransız veya Bolşevik ihtilallerine benzetmekten keyif duymaktaydılar. O olaylarda da mevcut isimler değiştirilmişti ya..
      Ama onlarda, başkaldırılan iktidar ve düzenler yıkılmıştı.
'68 Mayısının, bazılarınca Salon İhtilali, onun baş hedefi General de Gaulle'ün 30 Mayıs saat 16.30'da Fransız milletine seslenmesiyle sabun köpüğüne dönüşüverdi. General tıpkı 1940'daki
"Londra hitabı" ve 1961'deki
"Cezayir çağırısı"nda olduğu gibi tarihi konuşması için radyoyu seçti.
"Fransızlar!" diye başlayan seslenmesinde
"bugünkü şartlar altında çekilmiyorum. Benim halktan aldığım bir görevim var. Onu yerine getireceğim" diye devam ediyordu. Fransa bir diktatörlükle tehdit olunuyordu. Onu, milletçe çaresiz kalıp kabul edecekleri bir iktidara mecbur etmek istiyorlardı.
Bu, totaliter bir komünist iktidar olacaktı. Hayır! Cumhuriyet teslim olmayacaktır, halk kendini toplayacaktır. Kazanan, özgürlük ile birlikte bağımsızlık ve barış olacaktır. Yeni bir seçime gidilmek üzere Meclis feshediliyordu. General sözlerini
"Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Fransa!" diye bitirdi.
      Radyodaki konuşma sona erdiğinde hemen bütün Paris heyecan içinde La Marseillaise'i, Fransız milli marşını söylüyordu. Aniden toplanıveren müthiş bir kalabalık De Gaulle lehinde tezahürata başladı.
      İhtiyar General, Elysee sarayındaki
"Horozlu kapı"ya bakan çalışma odasının penceresinden sokakta
yükselen korkunç uğultuyu mağrur, ama belki gözleri yaşlı dinliyordu.
      Yanında kimse yoktu.
      Yenilenen seçimlerde halk ondan tarafa oy verdi.
      Champs - Elysees üzerinde yüzlerce mavi - beyaz - kırmızı Fransız bayrağı dalgalanırken Quartier Latin'in sökülmüş kaldırım taşları üzerine dikilmiş kızıl bir bayrak kaderine terkedilmiş halde romantik ayaklanmanın sanki hazin sonunu simgeliyordu.
      Genelde '68 Mayısı diye bilinen hareket sadece Fransa'da olmadı.
Bu, tatmin edilmemiş, bir şeyler arayan, ne aradığını da pek bilemeyen bir gençliğin, en çok öğrencilerin "kurulu düzen"e başkaldırmasıydı. Önce, 2. Dünya Harbinden sonra daima olduğu gibi Amerika'dan, Berkeley Üniversitesinden, daha 1964'te çıktı. Yavaş yavaş Batı Avrupaya sirayet etti. - Demir Perde gerisindeki Prag İlkbaharı gibi olayları bunlardan ayırmak lazımdır.-
      Hareketin iki özelliği farkedildi:
Fransa hariç, hiç bir yerde işçiler "zibidiler" dedikleri gençlere katılmadılar. Hatta Berkeley'de, Batı Berlin'de onları yuhaladılar, yumruklarını göstererek kovaladılar. Paris'te işçiler gençlere destek verdiler ama anlaşıldı ki ücretlerini arttırmak için onları kullanmaktadırlar.
İkinci bir özellik bazı ülkelerde gençlerin başını yabancı öğrencilerin çekmesiydi: İngiltere'de, Pakistanlı Tarık Ali, Fransa'da "Alman yahudisi" Cohn - Bendit gibi..
     Â'68, Türkiye'ye gelmezlik edemezdi. Geldi. "Masum öğrenci istekleri" olarak.. Çünkü Türkiye'de Ãœniversite öğrencilerinin sorunları vardı ve bunlar Nanterre öğrencilerinin seks sorunlarından daha ciddiydi. AKÄ°S dergisi 20 Ekim 1967 tarihli sayısında şöyle diyordu:
1967 - 68 ders dönemine de üniversite gençliği gene karamsar bir hava içinde giriyor. Gençlik sesini duyuracak yollar aramaktadır. Bu kıpırdanışlar iyi kanalize edilmezse bir anarşi ortamı doğması işten bile değildir." Nitekim Nanterre'deki olaya benzeyen bir olay, ondan altı ay kadar önce İstanbul üniversitesinin açılış töreninde çıktı: Konuşan Devlet Bakanının sözünü öğrenciler kestiler ve isteklerini sıraladılar. Gençlerden biri Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencisiydi ve Deniz Gezmiş adını taşıyordu. Ancak öğrenciler göz altına alındılar. Buna rağmen, İsmet İnönü'nün deyimiyle "masum öğrenci istekleri"nin mücadelesi barış içinde sürdürülebildi ve fiiliyatta hayli mesafe kaydedildi: İmtihan yönetmeliklerinden kantindeki
yemek fiyatlarına ve ders kitaplarının zamanında sağlanmasına.. Ancak delik o kadar büyük, yama o kadar küçüktü ki boykotlar işgallere dönüştüğünde, gene İnönü'nün belirttiği gibi
"ikisinin de bir olduğu, zira ikisinin de bir huzursuzluğu vurguladığı"nı anlayacak yerde
"sağ eğilimli iktidar" bunu kendisine karşı bir meydan okuma diye algılayınca
"Bizim '68"in niteliÄŸi deÄŸiÅŸti.
"Masum öğrenciler" de yerlerini daha radikallere - İsmet Paşa onlara
"haytalar" dedi - bırakmak mecburiyetinde kaldılar.
      Böylece
"Bizim '68" Fransa'daki ve İngiltere'dekinin aksine, Almanya ve İtalya'da görülen "kanlı silahlı çete eylemleri"ne dönüştü. Üstelik, onlarda, olmayan
"sağcı öğrenci - solcu öğrenci çatışması" olayın trajik unsurunu oluşturdu.
     Â
Bunun perde arkasındaki "manipülatörler"i demokratik devrim hareketi" diye bir 9 Mart asker - sivil darbesi beklerken 12 Mart, başlarına - o dönemin deyimiyle - balyoz gibi iniverdi.      Ama "Bizim '68"in hikayesi başka bir dizinin konusu edilecek kadar ayrı önemdedir ve pek, şimdi "nostaljik takılan" bazı "68'liler"in göstermek istedikleri gibi değildir.
     Â
BÄ°TTÄ°