02.07.2020 - 11:52 | Son Güncellenme:
AA
Kurtulmuş, 30 yerel televizyonda yayımlanan "Anadolu Soruyor Programı"nın canlı yayınında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu, soruları yanıtladı.
Ayasofya'nın ibadete açılmasına yönelik tartışmalara ilişkin soru üzerine Kurtulmuş, "Ayasofya'nın statüsünün ne olacağı konusu hiçbir yabancı ülkeyi ve hiçbir yabancıyı ilgilendirmez. Bu doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti devletinin egemenlik hakkıdır ve aziz milletimizin vereceği bir karardır. Millet adına ülkeyi yönetenlerin vereceği bir karardır. Bugün de yürütmedeki bu uygulamaya karşı açılmış olan bir dava Danıştay'da görülecek, bağımsız Türk yargısı bu konuda kararını verecektir. Nihayetinde sözde kararda Türkiye'nindir bir kere herkesin bu anlamda hakkını, haddini ve durması gereken yeri bilmesi lazım." diye konuştu.
Kurtulmuş, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun Ayasofya'ya yönelik açıklamalarına ilişkin, "Sayın Pompeo'nun basına düşen açıklamasında fevkalade rencide edici cümleler de vardır. Sanki Türkiye'de var olan bizden önceki yani Osmanlı'dan önceki Türkler'in Anadolu'daki varlığından önceki Selçuklulardan önceki kültürel varlıkları sanki korumakta zorlanıyormuş ya da korumuyormuş bunlara sahip çıkmıyormuş gibi bir imajla üstten bir üslupla ders verir gibi eğer bunları yaparsanız ilişkimiz düzelir anlamına gelen sözler söylemiştir ki bunlar asla kabul edilemez." ifadelerini kullandı.
"HERKESİN HADDİNİ BİLMESİ LAZIM"
Türkiye'nin var olan bütün kültürel mirasına sahip çıktıklarını belirten Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bir kere herkesin haddini bilmesi lazım. Amerika'da 2 siyahiye müsamaha gösteremeyenlerin onları içselleştiremeyenlerin kalkıp da Türkiye'ye kültür konusunda ders vermeye hakları yoktur. Bu anlamda Ayasofya meselesi Türkiye'nin egemenlik meselesidir, egemenlik hakkıdır. Nasıl Türkiye bu konuda karar verecekse karar verir. Bir de tabii milletin beklentileri var, şu anda kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki sadece AK Parti tabanı değil AK Parti tabanının yüzde 90'lara varan kısmı MHP ve İYİ Parti tabanının çok çok büyük bir kısmı aynı şekilde. Hatta CHP ve HDP tabanının çok büyük bir kısmı önemli bir kısmı Ayasofya'nın ibadete açılması konusunda hemfikirdir.
Burada bir toplumsal bir talep var. Ayasofya'nın günün şartları içerisinde tekrar yeniden ibadete açılmasını sağlamak mümkündür. Bu şu anlama gelmiyor yani orada var olan Hristiyanlığa ait eserlerin, şimdiye kadar gözümüz gibi baktığımız o eserlerin bundan sonra da bir şekilde korunmayacağı anlamına gelmiyor, tam tersine onları da koruyarak Ayasofya'nın ibadete açılmasının artık vakti gelmiştir diye düşünüyorum. İnşallah bugün Danıştay'dan bu yönde bir karar çıkar ve uygulamayı ortaya koymuş oluruz."
"İNSANLIK DIŞI BİR DURUMDUR"
Numan Kurtulmuş, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak ve yeni doğan çocuğu ile ilgili sosyal medyadan hakaret içerikli paylaşım yapanlara yönelik, "Sosyal medyada en son olay Esra ve Berat Albayrak kardeşlerimize karşı yapılan bu saldırı gerçekten insaf dışıdır, insanlık dışıdır, ahlak dışıdır, haysiyetsizliktir ve şerefsizliktir ne derseniz deyin bunun herhangi bir şekilde 'Efendim ben fikrimi sosyal medyada açıklıyorum' ile izah edilebilir bir tarafı yoktur. Beğenmeyebilirsin, eleştir yaptığı uygulamalarla ilgili herhangi bir şey söyle herhangi bir insan hakkında ama ben bir insana kategorik olarak nefret dili ile konuşacağım hele hele yeni doğmuş bir çocuk üzerinden masum bir bebek üzerinden ve bir ailenin bir ebeveynin en önemli sevinç anlarından birisi olan çocuklarını o ele alıp ona dünyaya hoş geldin dedikleri bir dönemde çok ağır hakaretler etmek gerçekten insanlık dışı bir durumdur. " diye konuştu.
Sosyal medyada hedeflerinin özgür bir iletişim alanı haline dönüştürülmesi ve insanların hak ve hukukunu koruyabilen bir platform haline gelmesi olduğuna dikkati çeken Kurtulmuş, "Bunun mutlaka sağlanması lazım ve bu anlamda siber suçlar konusunda gerekli düzenlemelerin de belki yapılması gerekiyor. Yani buradaki en önemli hususlardan birisi de sahte hesaplar üzerinden nasılsa ben bilinmiyorum tanınmıyorum diyerek yapılan saldırılardır bunların kaldırılması lazım." ifadelerini kullandı.
Kurtulmuş, yaygın kullanım alanı bulunan sosyal ağlara yönelik, şunları söyledi:
"Bu sosyal mecralar üzerinden olağanüstü yüksek miktarlarda para kazanıyorlar, reklamlar vasıtasıyla bunların Türkiye'de kazandıkları paralar karşılığında herhangi bir vergi ödemiyorlar, hukuk bakımından eğer bu mecralar üzerinden bir suç işlenirse bunların hukuki muhatapları yok. Biz istiyoruz ki bu firmaların Türkiye'de hukuki muhatapları olsun. Bunlar diğer bütün firmalar gibi medya alanında medya iletişim alanında var olan faaliyet gösteren konvansiyonel medya nasıl burada hukuki bir takım muhataplıklara karşı karşı karşıya geliyorsa, bu sosyal medya şirketleri de aynı şekilde muhatap olsunlar. Burada var olsunlar yani af edersiniz bir sabun gibi tutamıyorsunuz bir duman gibi görüyorsunuz ama ne belli değil. Bir uluslararası şirket tamam eyvallah ama bu şirket Türkiye'de faaliyet gösterirken Türkiye ile bu şirketler daha doğrusu, Türkiye'de bir muhataplığı yok bunun olmasını arzu ediyoruz."
"SALDIRGAN FAALİYETLERE KARŞI TEPKİLER VAR"
Dünya çapındaki bazı firmaların LGBT ile ilgili destek açıklamalarının sorulması üzerine Kurtulmuş, şu değerlendirmede bulundu:
"Maalesef özellikle son yıllarda bu epeydir uzunca bir süredir devam eden bir meseledir. Bu söylediğiniz tehlike sadece Türkiye için değil bütün dünya için var olan bir tehlikedir. Burada mesela toplumsal cinsiyet yönelimi ya da cinsiyet tercihleri gibi cinsiyet sadece bir tercihmiş gibi bunun ifade edilmesi fevkalade insanlık dışı bir meseledir. Yani yaradılışa aykırı olan bir husustur, yani açık söyleyeyim bir üçüncü cinsin ortaya çıkmasının ve bunun meşru legal hale getirilmesinin çabalarıdır. Daha da açık söyleyeyim bugün dünyanın birçok ülkesinde bazı yerlerinde maalesef hemcins evliliklerin yasal hale getirilmesi erkek erkeğe ya da kadın kadını af edersiniz evliliklerin ortaya çıkarılması gibi son derece insanlık dışı, ahlak dışı, yaradılış dışı ve doğal olanın dışında bir mesele pompalanmaya çalışılıyor. Türkiye'de bu grup üzerinden sayısal olarak çok az çok Allah'a çok şükür yine bütün partilerin tabanlarında çok büyük bir şekilde bu grup grubun yaptığı bu saldırgan faaliyetlere karşı tepkiler var. Milletimiz ahlaki değerlerin ve bu anlamda aile değerlerinin korunması konusunda oldukça titiz davranıyor. Bu konudaki geleneklerine sahip çıkmaya çalışıyor."
"İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN İMZALANMASI YANLIŞTI"
Kurtulmuş, İstanbul Sözleşmesi'ne yönelik soruya, "İstanbul Sözleşmesi'nin imzalanması gerçekten yanlıştı. 2011 yılında İstanbul'da imzalandı ve Türkiye 2012'nin Kasım ayında bunu Parlamentodan geçirerek yasalaştırdı. 2014'te de bu sözleşmeye imza atan ülke sayısı 10 ülkeye çıkınca 2014'te de İstanbul Sözleşmesi, uluslararası bir hukuk metni haline getirildi. Bu metnin içerisinde iki tane önemli husus var dikkat çekmemiz gereken ve bizimle asla uyuşmayan, bunlardan birisi toplumsal cinsiyet meselesi bir de cinsel yönetim yönelim tercihi. Şimdi bunlar ve başka şeyler de var ama bu iki meselenin demin konuştuğumuz çerçevede tam da bu LGBT vesaire gibi unsurların marjinal unsurların ekmeğine yağ sürecek kavramlar olduğu ya da onların arkasına sığınarak faaliyet yapabilecekleri alanlar oldu görülüyor." yanıtını verdi.
"İstanbul Sözleşmesi evet yanlış bir şeydir, bu çok açık söylüyorum." ifadelerini kullanan Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"Bunlar çoğu arkadaşımızın, milletimizin ve çoğu arkadaşımızın kanaati de bu noktadadır. AK Parti hükümetleri bütün uygulamaları içerisinde özellikle kadının çalışma hayatının içerisinde var olabilmesi bakımdan olağanüstü ön açıcı faaliyetlerde bulundu. Bugün eğer yanılmıyorsam eğitim sistemimizin içerisinde yüzde 50'nin üzerinde yüzde 56'lara varan bir kadın istihdamı söz konusudur. Hakimlerimizin, savcılarımızın ve hukukçularımızın yaklaşık yüzde 30'una yakını aynı şekilde kadınlarımızdır. Sağlık çalışanlarımızın önemli bir kısmı kadınlarımızdır. Kadınlarımızı her yerde siyasetin içerisinde en çok kadınların önünü açan parti AK Parti'dir. Bunda hiçbir tereddüt yok. Kadın erkek fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engellerin kaldırılması başka bir konudur.
Ayrıca kadına karşı şiddet bu topluluğun kanayan bir yarasıdır, namussuzluktur, insanlık dışı bir davranıştır. Herhangi bir adam bırakın öldürmeyi, yaralamayı bir kadına eli kalkıyorsa o eli kırmak lazımdır. Bundan hiç tereddüt yok. Bu el insani bir el değildir gayri insani bir eldir. Bunlarla ilgili de yasal düzenlemelerin aşağı yukarı önemli bir kısmı tamamdır. Yani İstanbul Sözleşmesi olmazsa Türkiye'de kadına karşı şiddet artar tezide bir şehir efsanesidir. Yalan, bir yanlış propagandadır. Dolayısıyla bunları sakin bir şekilde değerlendirmek zorundayız. Türkiye'de toplumsal olarak da bunların araştırmalarını yaptırdık. Türkiye'de bütün siyasi partilerin tabanlarında İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması ya da bunun bir düzenlemeyle revize edilmesi konusunda çok ciddi beklentiler vardır. Bunun aileye zarar verdiği konusunda endişeler var."
"SÖZLEŞMEDEN ÇIKILIR"
İstanbul Sözleşmesi'nin iptaline ilişkin gelen soruya Kurtulmuş, "Tabii ki, yani siyaset şöyle bir şey değil, siyaset yukarıda bir alan ve halk ne düşünüyor bununla ilgilenmeyen bir alan değil. Halkımızda böyle büyük bir beklenti varken AK Parti olarak biz buna bigane kalmayız. Nasıl usulünü yerine getirerek bu sözleşme imzalanmışsa, aynı şekilde usulü yerine getirilerek bu sözleşmeden çıkılır." karşılığını verdi.
Kurtulmuş, basın özgürlüğüne yönelik eleştirilerle ilgili bir soru üzerine, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun TBMM grup toplantısını izlediğini, çok sayıda televizyon kanalında da konuşmanın naklen yayımlandığını belirterek, "Bu nasıl basın kısıtlamasıdır?" diye sordu.
Önce bunun sorgulanması gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, "İster konvansiyonel mecralarda ister sosyal mecralarda olsun 'benim bir sözüm var, bir muhalefetim var ve bunu yapacağım' diyen herhangi bir kimsenin sözünün kısılması söz konusu değildir. Uygulamadan söylüyorum, inanmayan herhangi birisi varsa buyursun bugünkü gazetelere, televizyon yayınlarına baksın." diye konuştu.
Gazeteci kimliğine sahip olmanın insanların suça karşı korunduğu anlamına gelmeyeceğini ifade eden Kurtulmuş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Buradaki esas mesele 'Bizim sesimizi kısıyorlar'. Hayır kim hangi alanda ne söylemek istiyorsa buyursun ama iftira, hakaret yok. Karşı tarafı bir şekilde rencide etmek, kişilik haklarına saldırmak yok. Hele hele milli güvenlikle ilgili meselelerde, Türkiye'nin milli, sır niteliğindeki olan meselelerini kamuoyuna medya vasıtasıyla ifşa etmek hiç yok. Bunları birbirine karıştırmamak gerekiyor. Sözü olan istediği şekilde söylesin, yasalar içerisinde. Medyanın vazifesi bu. Bundan memnun da oluruz."
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, sık sık "Biz iktidara geldiysek manşetlerle savaşarak geldik." dediğini anımsatan Kurtulmuş, "Hiçbir zaman 'Niye bunlar böyle manşetler atıyorlar' diyerek onları yok saymadık. Mücadele, gayret ettik ve Türkiye'de 18 yıldır iktidar yapan bir siyasi parti, hareket ortaya çıktı." ifadesini kullandı.
Burada sağlıklı bir dilin oluşmasının iktidarın da lehine olduğunu aktaran Kurtulmuş, "Birisinin çok açık, sert bir şekilde muhalefet etmesinden inanın ki rahatsızlık duymayız, memnun oluruz. Bakışı farklı olabilir ama dürüstçe, doğru ve açık bir şekilde bunu ortaya koyabilsin, birtakım yalanların, manipülasyonların ya da yönlendirmelerin, hakaretlerin arkasına kimse sığınmasın. Hem hakaret edeceksin hem de ondan sonra 'ben muhalefet ediyorum' diyeceksin." değerlendirmesinde bulundu.
"ZATEN TÜRKİYE'DE BAROLAR SİYASALLAŞMIŞ VAZİYETTEDİR"
Barolarla ilgili düzenlemeye yönelik eleştirilerin hatırlatılması üzerine Kurtulmuş, baroların sadece bir mesleki dayanışma örgütünden ibaret olmadığını ifade ederek, "(Barolar siyasallaşacak) falan diyorlar. Zaten Türkiye'de barolar siyasallaşmış vaziyettedir." dedi.
28 Şubat sürecine işaret eden Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Paletler, tanklar şakır şakır sokaklarda dolaştırıldı, askerin dipçiği, namlusu ortaya çıktı ama 28 Şubat'ta alanları dolduran cübbeleriyle maalesef 'seçilmiş hükümet gitsin' diye orduyu göreve davet edenler kimlerdi? Cübbeleriyle yürüyüşler yaptılar. 27 Nisan sürecinde Cumhuriyet mitinglerinin içerisinde yine benzer şekilde 'ordu göreve' diyenler arasında bu gruplardan, çoğunluğu tenzih ederek söylüyorum ya da orada baroda elde ettikleri yönetim gücünü kullanarak ortaya çıkanlar yok mu? Ya da baroların yönetiminde oldukları için burada elde ettikleri güçler dolayısıyla neredeyse siyasetin üzerindeki bir vesayet gibi zaman zaman da ders verir nitelikte birtakım görüşlerini dile getirenler barolar değil miydi? Türkiye'nin bu süreçte çok dikkatli olması lazım. Baroları siyasallaştırmıyoruz tam tersine siyasallaşmış olan barolarda çok sesliliğin ortaya çıkmasının önünü açıyoruz."
Bunun, "çok sesliliği sağlamak için atılmaya çalışılan bir adım" olarak bilinmesi gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Efendim 'aşırı bazı uçlar baroları ele geçirirler'... Kusura bakmayın bazı barolarımızın içerisinde aşırı sol şemsiyesi altına sığınmış ve buradan yeri geldiği zaman terör örgütlerinin lehine birtakım sözler sarfeden ve bunları da sanki baronun görüşleriymiş gibi ortaya koyanlar yok mu?
LGBT... Türkiye'de böyle bir gruba destek verenlerin herhalde oranı binde bir bile değildir. Ama kusura bakmayın bu ülkenin Diyanet İşleri Başkanı hem de cuma hutbesinde Lutiliğe karşı bir şey söylediği zaman kalkıp onu savunmak Ankara Barosuna mı düşer? Zaten radikalleşmiş, marjinalleşmiş, toplumun değerlerinden uzaklaşmış olan birtakım yönetimler görüyoruz. Avukatlar derse ki biz bu yönetimi seçiyoruz, seçsinler ama o karşı çıkışlarına karşı Ankara Barosuna kayıtlı çok sayıda avukat arkadaşımızın içinin kan ağladığını da biliyorum."
Kurtulmuş, bunun çok sesliliğin ve mesleki rekabetin artmasını sağlayacak faydalı bir adım olduğunu söyleyerek, "Burada bir düşmanlık alanı, birtakım siyasallaşma süreçleri ortaya çıkmaz. Ankara, İstanbul barosunda yönetimdeki arkadaşlar bir siyasi fikre sahip, çok açık. Bu fikre bağlı şeyler söylüyorlar hatta bazı eylemler içerisindeler. Bu bütün o baroya kayıtlı olan avukatların hepsinin görüşünü mü temsil ediyor? Böyle bir şey yok. Barolarda çok sesliliği sağlamak üzere ortaya konulmuş bir düzenlemedir ve Türkiye'ye çok büyük katkısı olacaktır." dedi.
"KİMSENİN SİYASETE AYAR VERMESİNE GEREK YOK"
Kurtulmuş, "Bazı STK'lerin 'AK Parti kendi gibi düşünmeyenleri yok etmeye çalışıyor' iddiaları siyasi bir söylem midir?" sorusuna, "Tabii ki öyledir. Cumhurbaşkanımız Türkiye toplumunun yüzde 52'sinin oyunu alan bir siyasi lider. Bizim gibi düşünmeyenler var, olacak. Yüzde 80'ini bile alsanız sizin gibi düşünmeyenler olacak. Biz siyasal düşüncelerdeki farklılıkların bir rahmet olduğu kanaatindeyiz. Ama 'siyasal rekabet yapıyorum' adı altında birtakım, hele hele böyle yarı kamusal kuruluşların güçlerini arkasına alarak kimsenin siyasete ayar vermesine gerek yok." yanıtını verdi.
Tarım işçileri ve mevsimlik tarım işçilerinin sıkıntılarıyla ilgili bir soru üzerine Kurtulmuş, bu işçilerin çalışma şartlarının iyileştirilmesinin herkesin ortak sorumluluğu olduğunu ve öncelikle büyük toprak sahibi işverenlere büyük sorumluluk düştüğünü söyledi.
Kurtulmuş, "Lokal belediyelerin, valilik imkanlarının bu anlamda devreye sokulması lazım. Hatta kamunun bazı imkanlarının devreye sokulması lazım. Daha insani, daha rahat kalabilecekleri, su, ulaşım ve sağlık başta olmak üzere her türlü desteğin sağlanması gerekir. Topyekün ve çok taraflı bir çalışmanın bu konuda iyileştirmeler yapılması için gerçekleştirilmesi gerekiyor." dedi.
"KAĞITTAN KAPLANLAR OLDUĞU GÖRÜLDÜ"
Pandemi sürecine değinen Kurtulmuş, "Bu salgın olmasaydı dünya çökmüş bir sistemle karşı karşıyaydı." dedi.
Dünya nüfusunun yüzde 1'inin dünyadaki toplam servetin yüzde 57'sine sahip olduğuna dikkati çeken Kurtulmuş, muazzam bir küresel adaletsizliğin olduğu dönem yaşandığının altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Dünya beşten büyüktür" sözünü anımsatan Kurtulmuş, şöyle devam etti:
"5 ülkenin istediği gibi yönetmeye çalıştığı bir dünya var. Zaten dünya yürümüyordu bu şekilde, bu ağır yükü kaldıramıyordu. Şimdi bunun üzerine çok ağır bir salgın geldi. Etkileri, tesirleri uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor. Salgınla birlikte dünyanın devasa büyük ülkeleri zannettiğimiz ülkelerin, kağıttan birer kaplan olduğu ortaya çıktı. Mesela ABD'nin bilmem neredeki terör örgütüyle dirsek teması kurabilecek, onlara bilmem kaç bin tır silah gönderecek kadar bir organizasyon yeteneği var ama aynı ABD'nin New York'un arka sokağındaki zenci mahallesine iki tane maske gönderebilecek bir organizasyon yeteneği yok. Ya da Avrupa'nın o devasa ülkeleri... Bütün bu ülkelerin salgın karşısında sağlık sistemlerinin nasıl çöktüğünü gördük.
Uluslararası kurum ve kuruluşların da artık hayali olduğu... 'DSÖ ne işe yarar' insanlar bunu sormuyor mu? İspanya ve İtalya'daki insanlar üyesi oldukları AB'nin ne işe yaradığını sorgulamadılar mı? AB'den çöp gelmedi bunlara, Türkiye yine yanlarına gitti. NATO diye koskoca bir kuruluş var. Hangi NATO uçağı kalkıp dünyanın neresine bir sağlık yardımı gönderdi?"
Irkçılığın yükselmesinin de bu işin tuzu biberi olduğunu belirten Kurtulmuş, "George Floyd'un öldürülmesi sadece ırkçı bir polisin maksadını aşan eylemi değildir, bir zihin dünyasının ortaya koyduğu cinayettir." değerlendirmesinde bulundu.
Dünyanın yol ayrımında olduğuna vurgu yapan Kurtulmuş, "Böyle devam etsin isteyenler olursa çok daha büyük kaosların, çatışmaların, gerilimlerin içerisine gireceğimiz bir dünya olacak ki topyekün dünyanın çöküşüne doğru hızlanan bir istikamettir." dedi.
Türkiye'nin iki yolun kavşağında olduğunu ifade eden Kurtulmuş, "Elimizi açıyoruz, 'durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak' diyoruz ve insanları doğru istikamete yöneltmeye çalışıyoruz. Bu süreç içerisinde Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu liderlik uluslararası alanda örnek olmuştur." diye konuştu.
Kurtulmuş, Türkiye'nin kendi kökleri üzerinden yeniden güçlü bir şekilde yükselen, büyüyen bir ülke olarak görüldüğünü, bunun sadece Türkiye için değil, başta İslam dünyası olmak üzere bütün gelişmekte olan ülkeler için de rol model teşkil edeceğini söyledi.
Küresel ölçekte dünya ekonomisinin çok ağır bir sarsıntıyla karşı karşıya kaldığının altını çizen Kurtulmuş, şunları kaydetti:
"Başından itibaren Hazine ve Maliye Bakanlığımız, ilgili bütün bakanlıklarımız ekonomi alanında da tedbirleri zamanında etkin bir şekilde alarak, Türkiye ekonomisinin üretim becerisini yitirmemesi üzerinde yoğunlaşıldı. Sanayide destekler veriliyor. Orta direğin, esnaf ve sanatkarın en az zararla bu süreci atlatması için ilave destekler krediler veriliyor.
Sanayideki üretim endekslerinin bir şekilde yukarıya doğru haraketlenmesi konusunda önemli destekler veriliyor. Türkiye bu süreçte ekonomi alanında ferasetli bir şekilde süreci yönetiyor. İlk 3 ay beklediğimizden biraz daha düşük oldu. Haziranda iyi kötü bir toparlanma ortaya çıktı. Bundan sonra yeni normal şartları içerisinde mesafe, maske, hijyen kurallarına uyarak üretim becerimizi artıracağız. 2021'de Türkiyenin yeniden çok daha güçlü bir ekonomiye kavuşacağına inanıyoruz."
"İSTEDİĞİ BAKANI YER DEĞİŞTİRME HAKKINA SAHİP"
"Kabine revizyonu değişikliği söz konusu mu?" sorusu üzerine Kurtulmuş, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nde "kabine değişikliği" diye bir şey bulunmadığının altını çizerek, "Cumhurbaşkanımızın zaten yetki, karar kendisindedir. İstediği bakanı yer değiştirme hakkına sahip. Anayasal olarak böyle bir gücü var. Cumhurbaşkanımız tercih ettiği zamanlarda hükümetin içerisinde bazı görevlendirmelerde değişiklikler yapabilir. Bu da son derece doğaldır. Bunun kabine değişikliği olarak konuşulması bile yeni sistemi anlamamış olmanın..." değerlendirmesinde bulundu.
Kurtulmuş, bakanlara yönelik "Özlük hakları doluyor, 2 sene var onun için" ifadelerini de eleştirerek, "Böyle bir küçük hesap olabilir mi? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bakanları dediğiniz arkadaşlarımız istisnasız bu süreçte hepsi 24 saat uykusuz yüksek bir koordinasyonla çalıştılar. Böyle bir tartışma son derece sığ bir yaklaşımdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bakanları yetkin arkadaşlarımızdır." dedi.
"ERKEN SEÇİM" TARTIŞMALARI
Kurtulmuş, erken seçim tartışmalarına ilişkin de şunları söyledi:
"Türkiye'de 'erken seçim' diye bir gündem yoktur. Siyasal şartlar itibarıyla da erken seçimi gerektirecek politik şartlar asla mevcut değildir. Türkiye, genel seçimi ve Cumhurbaşkanlığı seçimini 2023 yılının haziran ayında yapacaktır. Yerel seçimleri de 2024'ün mart ayında yapacaktır. Önümüzdeki takvim budur. Hükümetimiz bu kalan 3 sene içerisinde de canla başla mücadeleye devam ediyor. 2023'te de seçimi çok rahat bir şekilde alacak bir çalışma temposu içerisindeyiz."