03.01.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:
AÇIK RADYO YAYIN YÖNETMENİ, ÇEVRECİ ÖMER MADRA: ÖMER MADRA: Independent gazetesinden bir alıntıyla başlayabiliriz: Welcome to the future. Geleceğe hoş geldiniz! Maldivlerden Nicobar Adalarına kadar, deniz seviyesinden çok fazla yüksekliği olmayan adaların hepsi yarı boğulmuş vaziyette. 125 bin insan ölmüş. Çağın en büyük felaketlerinden biri ortaya çıkıyor: Çevre mültecileri. Bu da milyonları bulabilecek. Bu durum 2004 sonundan bir rapor gibi geliyorsa da, aslında 21inci yüzyılın hikâyesine bakıyoruz. Dünyanın önde gelen iklim bilimcilerinin uyarısı gerçekleşiyor. Kitle imha silahları yerine kitle imha ikliminden bahsediyoruz.Güney Asyadaki muazzam facianın boyutlarını tasavvur etmek mümkün değil. 9 büyüklüğündeki deprem ve 30 metreyi bulan dalga duvarı, saatte 500 kilometre hızla gelip 6 bin kilometre uzaklıktaki Somalide bile 100 kişinin ölümüne yol açtı. Dünyanın ekseni değişti, zamana artık saniye koymak gerekir denildi. Bu bir jeolojik olaymış, insan parmağı yokmuş gibi gözüküyor fakat o kadar ilginç göstergeler var ki... Reuters muhabirleri şöyle de yaklaştılar. Bağ da olabilir arasında, küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle... Yeryüzünün yapılanması son derece karışık. Hiçbir şey kestirilemiyor ve inanılmaz bir denge üzerinde duruyor. DERYA SAZAK: Güney Asyada yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan deprem ve tsunami felaketinin sonuçları, dünyayı tehdit eden ekolojik tahribatın nelere yol açabileceği konusunda da kaygı uyandırıyor. Açık Radyoda yıllardır küresel ısınmaya dikkat çeken bir çevreci ve sivil toplumcu olarak, 2005te dünyanın durumunu nasıl görüyorsunuz? Küresel ısınmanın, Güney Asya felaketini etkilemiş olacağını düşünmek hiç de spekülasyon olarak gelmiyor. Başka tuhaflıklar da yaşanıyor: Tsunamiyle yaşanan olay, dünyanın çekirdeğini etkilediği belirtilen bu ürpertici felaket, insanlığı çok yakından ilgilendiren başka sonuç doğurmuş olabilir. Bütün dünyaya bakışımız çok ciddi yara almış olabilir.Andaman Adaları ve Nicobar Adaları diye, Hindistana bağlı bir yerlerden, depremde tümüyle insanların yok olduğu yerlerden bahsediyoruz. Burada insanlığın son avcı - toplayıcı kabilelerinin, taş devri diye adlandırdığımız 30 bin sene önce, muhtemelen Afrikadan gelmiş, kendi kültürlerini olduğu gibi muhafaza etmiş yerel kabilelerin yok olduğundan bahsediliyor. Mesela Shompeinler diye adlandırılan bir kabile var Nicobar Adalarında, onlar kendilerine asla isim vermiyor, Mongoloid bir kabile deniyor. Onların yok olması, insanın belleğini ebediyen, sonsuza kadar kaybetmesi demek. Bir daha döndüremeyeceğimiz bir şey. Bizim geldiğimiz insanların tek örneği oradaydı. Karamsar olmak istemiyorum ama Güney Asya depreminin böyle de yıkıcı bir etkisi var. Küresel ısınma Doğayı sömürmeyelim Bu uyarıya aynen katılıyorum. Olayın vahametini, kozmik denebilecek boyutta görmemiz ve bütün zihniyetimizi değiştirmemiz gerekiyor. Küresel ısınma dediğimiz şey, mesela artık hiç de çevrenin büyük militanı diye adlandıramayacağımız National Geographic dergisi, Eylül 2004te kapak yaptı. Yıkıcı fırtınalar, aşırı iklim değişiklikleri oluyor. Yağmur ormanları azalıyor. İlk canlı türleri yok oluyor. Worldwatch Enstitüsünün Dünyanın Durumu raporlarında, yaşamın başlangıcından itibaren her biri evrimsel başarısızlığı ve fakirleşmeyi temsil eden, beş büyük nesil tükenmesinden söz ediliyor. Altıncı büyük nesil tükenmesi, insan kökenli olacakmış. Ekolojik bozulmanın kökeninde insan var. İnsanlık doğayı katlederek kendi sonunu getiriyor. Bence bu tespit insanlık tarihinin en önemli projesi. 1972de Rioda dünya zirvesi yapıldığı zaman, ilk defa olarak insanların doğaya egemen olmak, sömürmek şeklindeki anlayışı değişmeye başladı. Bütün canlıların hayat kaynağı olan doğanın bitimsiz olmadığı, endüstri medeniyetinin bakışıyla alabildiğine sonuna kadar, insan için bunları kullanabiliriz mantığının değişmesi gerektiği Rioda dile getirildi. Dünya kaynakları, bu fosil yakıtlar yenilenebilir değil. Bu enerji kullanımındaki anlayış değişmezse bütün yeryüzü değişmek zorunda kalacak. Sonunda doğa buna büyük reaksiyon vererek silip süpürecek gibi görünüyor. Biyolojik yapıda stres belirtileri... Bilim adamları, dünyayı tehdit eden bu değişimi epeydir tartışıyor. İhtiyaçlar sınırlanmalı Temel tüketime dayalı, Noam Chomskynin deyimini kullanırsak, yaratılmış ihtiyaçları sınırlandırmalıyız. Araştırmalar en sıcak on yılın 1990larda ortaya çıktığını gösteriyor. Bu müthiş bir şey. Her yaz bir öncekinden daha sıcak. Bu da sınırsız yıkıma yol açıyor. Büyük su akıntıları var. Meksika Körfezinden çıkan 30 Amazon Nehri büyüklüğündeki sıcak su akıntıları, binlerce metre derinden kuzeye çıkıyorlar, Grönlandın etrafından geçip soğuyarak tekrar iniyorlar. Aynı enlemde Sibiryada eksi 40 - 50lerde soğuk yaşanırken, İngilterede, İskoçyada, Kanadada, ABDnin New York gibi doğu yakasında ılıman bir iklim var. Gulfstream adını verdiğimiz akıntı. Şimdi bunun kopması ihtimalinden söz ediliyor. Buzulların erimesinden dolayı, tuz oranı değişiyor, tatlı su fazla geliyor. Bütün denge değişince, birdenbire iki yılda dünyanın bir mini buzul çağına geçmesi mümkün görülüyor. Britanyanın, ABDnin doğusunun buzullaşması olası. Muazzam bir soğuma olacak. Buzul çağına girilecek. Üstelik bunu Pentagon raporları söylüyor. Bu döngü nasıl değişecek? Kyoto, 10 yıl içinde yüzde 2lik karbon dioksit ve sera gazı etkisi dediğimiz, dünyayı bir fanus içine alacak, güneşin ışınlarının dışarı çıkmasını önleyen partiküllerin azaltılmasını öngörüyor. Bush yönetimi Kyotoyu imzalamıyor. Oysa yüzde 2 bir yana, yüzde 70den aşağısı bu medeniyeti kurtarmaz, deniyor. 35 tane Kyotoya ihtiyaç var.Kuzey Kutbunun altındaki Alaska, Grönlandda, permafrost denilen sürekli donmuş toprak tabakası var. Üzerinde ev falan kurulabilen buzul kütlesi. Onda büyük çözülme var. Uydu çekimleri gösteriyor. Bunun çözülmesi, başta eskimolar olmak üzere, iklim mültecileri doğuracak, fakat asıl tehlike şu ki, fosilleşmiş yapı erimeye başladığı zaman, çok büyük metan gazı ortaya çıkacak. Karbon dioksidin 4 katı daha fazla etki yapacak. Bu çok yeni bir tespit. Dehşet içindeler. Bunu durdurmak gerekiyor.Tuvalu gibi bir okyanus ülkesi artık dava açmaya hazırlanıyor, ABD gibi küresel salımları yapanlara. Zaten binlerce yıldır oturdukları adaları bırakıyorlar, Avustralyaya, Yeni Zelandaya göçe zorlanıyorlar. Eskimoların genç bir reisleri var. Kadın. Sheila Watt - Cloutier diye... Geçenlerde ABD Kongresinde ve Buenos Aireste bir konuşma yaptı. ABD, Kyoto Sözleşmesini imzalamıyor... Sera gazı salımlarını zamanında geri çevirip, Kuzey Kutbunu kurtarabilirsek, gezegeni de kurtarmış olacaksınız. Eskimoların hikâyesini bir araç olarak kullanın ki, insanlarla gezegenin bir bütün olduğunu anlayabilelim. Eskiden grizu patlamasına karşı madenlere kanarya sokulurdu. Kanarya şarkı söylemekten vazgeçtiği, öldüğü anda hemen kaçmak gerekiyor, çünkü gaz yükseliyor. Eskimolar, Bizi kanarya olarak kullanın diyor. Biz bittik zaten, ama bizi kurtarmazsanız, sizin de başınıza gelecek. Cloutier, ABDnin sabote ettiği son iklim konferansında, insanlığın yaşama hakkını elinden alan bu anlayışı dava edeceğini açıkladı. Dünyanın güçsüzleri (Eskimolar) Tuvalu adaları yerlileri gibi en eski kültürleri, dünyanın en güçlüsünü dava edebiliyor. Kutup kurtarılmalı Dünyanın ekseni kaydı Bence tayin edici soru da bu, dünyaya bakışta çok temel bir değişikliğe ihtiyaç var. Tsunamiden en çok vurulan ülkeler, Endonezya, Sri Lanka, Hindistandı. Endonezya, Hindistan ve Hong Kong borsaları 30 Aralıkta nasıl kapandı? Tavan yaptılar! Hisse senetlerinde en büyük yükselişi 80 bin kişinin öldüğü Endonezya borsası yapıyor. Milyonlarca insan zarar gördü. İnşaat, enerji ve petrol hisseleri en çok yükseldi. Felakete uğrayanların çoğu yoksullardı. Sigorta şirketleri hemen, Korkulacak bir şey yok diye açıklama yaptı. Yaşanan yıkımın büyüklüğü, başta petrol, enerji ve inşaat olmak üzere bu alanda çalışan küresel şirketlerin canlanmasına, kârlılıkların artmasına neden olacaktır. Dünyanın ekseni kaydı ve piyasalar memnun!En ilginç yorumlardan biri, HSBC yöneticisi Stefan King yazdı, piyasaların kılı kıpırdamadı. Hatta, ya Londrada, New Yorkta olsaydı diye rahat bir nefes aldılar. Bu böyle sürdürülemez diyor. İspanyada bir mağazalar zinciri tek başına milyon dolarlık yardım yapacağını açıkladı. İşte burada bir umut görülebilir. Bir yandan dünyanın en kötü döneminden geçiyoruz, Irak ABD tarafından işgal edilmiş. 100 bin sivil ölmüş. Uzayın silahlandırılması, nükleer dehşetin yeniden tırmanması söz konusu. Güneydoğu Asya felaketini, bütün bu çevresel duyarlılıkla nasıl ilişkilendirmek gerekiyor. Kamuoyları küresel tehdidin ne kadar farkında? Yeni bir çağa geçiş algılanabiliyor mu? Rusya da tepki koyarak, hiç kimsede olmayan korkunç silah bulduğunu açıkladı. Öte yandan küresel ısınma tehdidi. Hükümetler de duyarsız. Buna karşılık Chomskynin şöyle bir yazısı var. Dünyanın durumu kötü ama aktivizmin olağanüstü başarıları da ortada. Bushun geçen hafta çıkardığı bir kararname var, New York Times manşet yaptı; Noel tatiline denk getirip, ABDnin 155 ormanlık arazisinde korumayı gevşetti. Milyonlarca hektarlık arazi maden, petrol arama, yazlıklara, inşaat sektörüne açıldı. Dünya bunu seyrediyor. İngiltere hükümeti tsunami felaketi karşısında G - 8lerin toplanmasını reddetti. Piyasalar kıpırdamadı Umut arıyorsak 2005 açısından çok önemli bir işaret şudur: Doğu Timor, Endonezyaya 50 bin dolar yardım yapacağını açıkladı. Bu çok önemli bir gösterge, çünkü Doğu Timorun bağımsızlık mücadelesinde Endonezya hükümeti bu ülke nüfusunun üçte birini yok etti. Bu yoksul ülkenin, insanlık adına Endonezyaya yardım elini uzatması benim 2004ü bütün bu facialardan sonra umutla kapatmama yol açtı.Endonezyaya yardım eden Doğu Timor Başbakanı Mari Alcatiriye 2005te buradan selam gönderiyoruz. Yeni yıla iyi giriliyor. Umutlanma nedeni var Hissetmek için aktivist olmalı Şimdi aktivizm zamanı... Varoluşa büyük tehdit karşısında, dayanışma kültürü gelişmeli. Susan Sontag, ötekini göremezsek bu gitmez diyor. Demokrasi hareketleri bence gelişiyor. Sınırlar ötesi bir sempati ve dayanışma olmalı. Pulitzer Ödüllü Ross Gelbspanin önerisi şu: Sürdürülebilir bir gelecek için halklar ayağa kalkmalı. Bu bilinç değişikliğini yapamazsak, sonumuz kesin geldi, diyor. Dünya böyle devam etmeyecek. İnsanı atabilir, hamamböcekleri ve birtakım bakterilere kalabiliriz. Birkaç yüz bin yıl sonra yeni türler doğabilir. Zaten memelilerin çoğu gitmiş, insansız bir dünya olabilir. Seçim bizde!F. Scott Fitzgerald şöyle demiş: Birinci sınıf zekâ testi şudur: Birbirine zıt iki fikri zihninde tutabilmek ve aynı anda işlevsel kılabilmektir. İnsan umutsuz vakaları görebilmeli, onları tersine çevirmek için kararlılıkla uğraşmalıdır. Hissedip duymak ve uğraşmak için de aktivizm. Küresel felaketten, savaşlardan kim çıkar sağlıyorsa onlara karşı mücadele edilmeli. Çevre, demokrasi ve barış hareketi birleşti. İnsanlık bu yıkıma karşı sesini yükseltmeli... Pentagondan kâbus senaryosu Ben bunları herkesi biraz da ürkütürcesine okuyunca, işte Buzul çağı geliyor diye insanlar soruyor: Hani ısınma diyordunuz? Hem ısınma hem de soğuma olacak diye anlatırken, 5 - 6 ay önce Pentagonun dünyaya nasıl baktığına ilişkin raporu yayımlandı. Buzul çağına girilmesi halinde, hem kuraklık hem soğuma olacağı için yaşanamaz hale gelecek. Beslenme zora girecek o zaman da ne olacak? Savaşlar. Nükleer çağda savaşların ne sonuç getirebileceğini kolayca kestirebiliriz. 1962de Küba buhranıyla nükleer savaşın eşiğinden dönmüştük. Pentagon da diyor ki, akıl almaz bir savaşlar çağına girilecek, çünkü gücü olan yaşanabilir yerlere gidecek. Bilimkurgu gibi. Tam bir kâbus senaryosu ama Pentagon imzalı. Pentagon raporu nedir, Açık Radyoda sıkça kaynak gösteriyorsunuz. Hak verilmez, alınır Medeniyeti ortadan kaldıracak, hatta canlı türlerinin sonunu getirecek bu durum bir grubun işine yarıyor. Torunlarını düşünmüyorlar mı? diye sorabiliriz ama bu aslında son derece rasyonel. Tröstler, muazzam lobicilik yaparak Bush gibi yönetimleri seçtiriyor. Bu gidişi frenleyecek eğilimler yok mu? Tarih boyunca demokrasi ve insan hakları yönündeki hareketlerin hepsi marjdan doğmuştur. Hak verilmez, alınır esprisi geçerliliğini kaybetmeyecek. Çevre meselesi, bütün canlılar için bir ölüm kalım meselesi haline geldikten sonra, savaş karşıtı hareketle de birleşti. ABD halkı savaşçı Bushu azledecek. Demokrasi ve insan haklarını içselleştirdik ama çevreci hareketler nedense marjinal mi kalıyor? Bir ideolojik güçlenme ihtiyacı yok mu? 1945 İstanbul doğumlu Madra, Bilgi Üniversitesinde küreselleşme ve iklim değişikliği üzerine ders veriyor. Ankarada Siyasal Bilgiler Fakültesini birincilikle bitirdi. Aynı fakültede 13 yıl öğretim üyeliği yaptı. 2 yıl Milliyette çalıştı. Göçmen işçiler konusunda bir kitabı var. Kimdir?
Şimdilerde TRT'de yayınlanan Teşkilat dizisinde başrol oynayan ve Altay karakterine can veren Tolga Sarıtaş ve eşi Zeynep Mayruk'un bebek bekledikleri iddia edildi. Çiftin çıkan haberler sonrası sosyal medya paylaşımları dikkatlerden kaçmadı.