“Nisan, mevsimlerin nişanlanmasıdır” der Füruzan. Her yıl gerçekleşen bu şahane nişan töreninde mevsimlere takılan en güzel mücevherlerden biri de İstanbul Film Festivali. 44 yıldır bu hiç değişmedi. Üniversite yıllarımda, çarşaf gibi açılan festival kâğıtlarına görmek istediğim filmleri işaretlerken nasıl heyecanlıysam bugün tek tıkla bilet alma döneminde de aynı heyecanı yaşıyorum. Bütün kitapları okuyamayacağını bilip kabullenmiş insanın metanetli hüznü festivalde tüm filmleri göremeyecek olmanın hüznüyle aynı. O yüzden payıma düşenle mutlu olmayı öğrendim. İş, güç derken, bir üniversiteli gibi sinemalar arasında mekik dokumak zor. Ama biliyorum ki başladı nişan. Festival, haberi verdi. O zaman tadını çıkarmak lazım. Şunun şurasında yaza ne kaldı?
Böyle bir ruh hâliyle başladı bu çarşamba. Öğle saatlerinde metrodan inip Taksim Meydanı’na çıktığımda seslerini duymaya başladım törenin. İstiklal Caddesi’ne girdiğimde festivalin notaları daha belirgindi. Hava da bir başka güzel oluyor bu zamanda. Az şekerli bir sıcak. Cadde hareketli. İki film göreceğim. İki farklı dünyadan yeni insanlarla tanışacağım. Zor zamanlardan geçerken kendime hediye ettiğim bu nefes aralığında hayatım boyunca çok inandığım sanatın iyileştirici gücüne teslim olacağım. Şifa bazen de bir sinema filmi değil midir?
Büyüme hikâyesi
İlk film Atlas Sineması’nda. Zeynep Köprülü’nün yönetip senaryosunu Selin Sevinç ile birlikte yazdığı “Su Yüzü”. İncelikli bir büyüyememe hikâyesi. Hayatı geçmiş travmaları nedeniyle suyun altında nefessiz kalarak geçen genç bir kadının, Deniz’in suyun yüzüne çıkma çabası. Annesi evleneceği için doğduğu kasabaya geliyor Deniz. Babasını yıllar evvel kaybetmiş. Anne, damat adayıyla bir motosikletin üzerinde kahkahalar saçıyor. Bu görüntüyü evin penceresinden görüp içerliyor Deniz. Annesi içeri girdiği anda kızıyla arasındaki duygusal gerilimi iyi oyunculuklar üzerinden kolayca hissediyoruz. ‘Karşılıklı’ sıcak davranma gayretindeler ama yıllardır konuşulmadığı için sesi kısılmış kelimeleri birbirlerine geçmiyor. Farklı karelerde arkadaşlarıyla görüyoruz Deniz’i. Yaşıtlarının yanında daha da belli oluyor büyüyememişliği. Kendine odaklı, kimseyi içtenlikle dinlemiyor. Cılız ama saldırgan bir öfkesi var. Annesinin canını yakmak için, eliyle yetiştirdiği ve düğününde taşıyacağı çiçeği, toprağına bira döküp öldürebiliyor. Karakterin seyirciyle arasına koyduğu mesafe yüzünden “Nedir bu kızın derdi?” desek de, filmin devamında araladığı kapıdan girip gerçeğini gördüğümüzde bu büyüyememiş kadına yakınlık duyuyoruz. Onun travmalarıyla, geçmişiyle, annesiyle ve arkadaşlarıyla yüzleşip su yüzündeki nefis dansına ortak oluyoruz. Samimi ve içten bir film.
Şiirsel bir üslup
Filmin başında izlediğimiz reklamlar, sonrasında yönetmen ve oyuncularla söyleşi derken ikinci filme çok az bir zaman kalıyor. Neyse ki fazla uzak değil. Hemen Atlas’ın karşısında, Beyoğlu Sineması’nda “Asit Bulutlarının Üzerinde”. En sevdiğim yemek faslı. Bir sonraki filme yetişmenin telaşıyla yenen. Hızla hesabı ödeyip ikinci filme gidiyorum. İranlı sinemacı Ali Asgari’nin, otobiyografik belgeseli. Alireza Khatami ile birlikte yönettiği “Fani Dizeler” filminin Cannes’daki prömiyerinden sonra İranlı yetkililer tarafından Ali Asgari’nin seyahat etmesi yasaklanmıştı. Belgeselde Asgari’yi Tahran’daki evinde görüyoruz. Birtakım adamlar eve gelip aramalar yapıyor, yönetmeni sorguya çekiyor. Sorgunun sonunda Asgari’nin evinin penceresinden bizim de gördüğümüz asit bulutlarını kaydettiği filmin hard diskini alıp gidiyorlar. Oysa el koyamayacakları asıl hard disk yönetmenin zihninde, ruhunda, anılarında. Belgesel boyunca şiirsel bir üslupta koyu griler içinde bu hard diskten özgür parçalar izliyoruz. Annesini, kız kardeşlerini, anılarını, dışarı çıkıp şehrin üzerinde uçma arzusunu. Dokunaklı ama umut veren bir film.
Nişandan ayrılmadan önce Mephisto’ya uğrayıp, canım Iris Murdoch’un Ayrıntı Yayınları’ndan henüz yeni dilimize çevrilen ve kimi eleştirmenlerce en iyi romanı kabul edilen “Oldukça Onurlu Bir Yenilgi”yi alıyorum. Festival hatırası olsun. Benden mutlusu yok şimdi. Bir an evvel kitaba başlama heyecanı ile eve dönüyorum. Dileğim şu: Nisan, mevsimleri nişanlamaya devam ettikçe var olsun İstanbul Film Festivali. Çok olsun.
İyi pazarlar.
Özay Şendir
İlkbahar sonu savaş senaryosu
20 Nisan 2025
Abbas Güçlü
Aynı dili konuşamıyoruz
20 Nisan 2025
Zeynep Aktaş
Yatırımcının rotası denge ve seçicilik
20 Nisan 2025
Ali Eyüboğlu
“Yarım asrı geçti hâlâ şarkılarımız dillerde!”
20 Nisan 2025
Güldener Sonumut
Brexit, konfederasyon modeli ve Kıbrıs sorunu
20 Nisan 2025