Editörün SeçtikleriKatliamın Yahudi fotoğrafçısı

Katliamın Yahudi fotoğrafçısı

12.04.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Katliamın Yahudi fotoğrafçısı

Katliamın Yahudi fotoğrafçısı


İkinci Dünya Savaşı’nda altı ayını Auschwitz ve Birkenau toplama kampında geçiren Vanderwerff, fosseptik çukurunda sakladığı fotoğraf makinesiyle vahşeti görüntüledi


       Ailesini, sevdiklerini, tüm varlığını önce gaz odalarında ardından fırınlarda kaybetti. Yaşamının altı yılını, Nazi SS subaylarının fotoğrafçılığını yaparak geçiren Hans Vanderwerff, vahşeti belgeleyecek fotoğrafları çekmek adına her şeyi göze aldı. SS’lerden kaçmak için fosseptik çukurlarında saklandı. Elektrikli tellerin ardında, vahşetin orta yerinde yaşadı. Savaş bitti. Geriye sadece toplama kampında aşık olduğu bugünkü eşi Vonnie kaldı. Kanada’ya yerleşti. Yıllar sonra Hıristiyanlığı seçti ve 55 yıllık suskunluğunu Milliyet 2000 okurları için bozdu. Ve fotoğrafları ilk kez dünya kamuoyunun dikkatine sunuluyor.
       Adı Hans Vanderwerff. Yarım yüzyıl önce Musevi bir anne-babadan doğduğu için Aushcwitz ve Birkenau toplama kamplarına atılan Vanderwerff, bugün tam 82 yaşında ve bir Hıristiyan. Kanada’da yaşıyor. Kendisi gibi bir zamanlar Musevi olan eşi Vonnie de savaşın bitiminden yıllar sonra isteğiyle Hıristiyanlığı seçmiş. Çiftin aşklarının filizlendiği yer ise yine bir toplama kampı. Şu günlerde torunlarının nisan ayı sonunda doğacak olan bebekleri için inanılmaz bir heyecan yaşayan Vanderwerffler, yaşamlarından Auschwitz ve Birkenau’yu hiç çıkaramadıklarını söylüyor.

Kimse sevinemedi

       Hans, “Rus askerleri gelip kampın kapılarını açtıklarında ve bize hür olduğumuzu söylediklerinde kimse sevinç çığlıkları atmadı. Derin bir sessizliğin ardından, hepimiz yürümeye başladık. Anılar, eşyalar, evler, akrabalar, dostlar hepsi ya gaz odalarında ya da fırınlarda katledilmişti" diyerek söze başlıyor. Ancak yüzünde bir acı izi yok. Bunu da yaşanılan milyonlarca insanlık dışı cinayetin pek çoğuna tanıklık etmesine bağlıyor.
       1918 yılında Amsterdam’da doğan Hans, dört çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu. Tüm ailesi kamplarda öldürülmüş. Nazi vahşetinin patlak verdiği 1939 yılında sadece 21 yaşında olan Hans, “Göğüslerimizin üstüne sarı Yahudi yıldızları takma zorunluluğu getirildiğinde ve evlerimizden çıkarıldığımızda bir şeylerin kötü gideceğini sezmiştim. Ama altı milyon masum insanın hayatına mal olacak kadar büyük bir katliamı kimse tahmin edemezdi" diyor.

Demiryollarında çalıştı

       Hans, evlerinden çıkarıldıktan sonra beş hafta boyunca sokaklarda yattıklarını söylüyor. Anne, babası ve iki kardeşi bu arada SS subaylarının kurbanı olmuş. Kızkardeşi ise SS subaylarınca alınmış. Hans savaş sonrasında kardeşinin önce Birkenau toplama kampına getirildiğini daha sonra da gaz odalarında katledildiğini öğrenmiş: “Kardeşimi yanımızdan alırlarken yüzünde tarifi imkansız bir ifade vardı. Bu ifade öylesine belleğime kazılı ki bugün o ifadeyi gözlerim kapalı çizebilirmişim gibi geliyor"
       Elindeki derme çatma makinesiyle fotoğraflar çeken ve günlerce bir fosseptik kuyusunda saklanan Hans, “Yakalanıp götürüleceğimi ve er geç öldürüleceğimi düşünüyordum. Tek amacım çektiğim fotoğrafları saklayabilecek bir yer, bir insandı" diyor. Sonunda elindeki resimleri makinesiyle birlikte güvendiği tek insana Hıristiyan bir hemşireye teslim etmiş. Hollanda’da yaşayan aslen Alman olan bu hemşireyi çocukluğundan beri tanıdığını söyleyen Hans, bugüne taşıyabildiği ve herbiri birer belge olan fotoğrafları için “hemşire Klauber’e minnet borçluyum" diyor.

Ağır ölüm kokusu

       Yük trenleriyle kışın dondurucu soğuğunda Polonya’daki Auschwitz Kampı’na götürülen Hans, “ağır ölüm kokusu altında bilinmeyene yolculuk" yaptığını söylüyor. Kamptaki ilk günlerini ağır koşullar altında işçilik yaparak geçirdiğini söyleyen Hans, burada binlerce kişinin SS subaylarınca sadece zevk için öldürüldüklerini anlatıyor.
       “Kampta ağır işler yapardık. Başımızda silahlı SS subayları nöbet tutar ve arada bir sanki lunaparktaki oyuncak hedeflere ateş ediyorlarmış gibi bir Yahudi’yi beyninden tek kurşunla yere indirirlerdi. Tepki veremez ve kıpırtısız kalırdık.

Yolculuk gaz odasına mı?

       Aksi takdirde birkaç saniye sonraki hedefler bizler olabilirdik. Kadınları ve erkekleri çırıl çıplak soyarak ayırıyorlar, çocukları kadınların yanına veriyorlardı. Güçlü ve diri olan Yahudiler kamplara dağıtılıyor, geri kalanlar trenlere bindirilip gönderiliyordu. Herkese ne iş yaptığı, ne işten anladığı soruluyordu. Şansı olan, yeteneği sayesinde hayatta kalabiliyordu. Kamplardan seçilip götürülmek ölüm demekti. Çocuklar da götürülüyordu.. Sonra çocukların tıbbi deneylerde kullanıldığını, diğer yetişkinlerin de gaz odalarında zehirlendikten sonra fırınlarda yakıldıklarını öğrendik"
       Hans, daha sonra Birkenau Kampı’na götürülmüş.
       Ancak trene binerken gaz odasına yolculuk ettiğini düşündüğünü söylüyor. Yol boyunca dualar ederek ilahi söylediğini anlatıyor.
       “Anlatılan o yüzlerce korkunç hikayenin hepsinde kamptan sonraki yolculuk fırınlara yapılıyordu. Yolda aklımdan hep gaz odasında zehirlenirken canımın ne kadar yanacağı geçiyordu"

Kız ölümü seçti

       Birkenau’nun etrafı elektrikli tellerle çevriliydi. Bir keresinde 15-16 yaşlarında bir Yahudi kızının koşarak kendini tellere attığına tanık oldum.
       Bilerek ölümü seçmişti. Kömür haline gelen genç kızın cesedini oradan kaldırmak ve gömmek bize düşmüştü. Biz cesedi tellerden alırken SS subayları kahkahalar atıyordu. O an, o insanların şeytanın birer sureti olduğuna inandırdım kendimi"

Fotoğraf çeken SS

       Birkenau Kampı’nda fotoğraf çeken bir SS subayı ile kurduğu diyalog aslında onunla hayat arasında bir köprü olmuş.
       öBir Yahudi esir ile bir SS subayı arasında kurulabilecek en iyi diyalogtu" diye yorumladığı bu durum, önce subayın kendi resimlerini çekmesi için makinesini Hans’a vermesiyle başlamış. Ve Hans da eşsiz bir belge olma özelliği taşıyan “trajedinin vesikası" adlı fotoğrafını bu sayede çekebildiğini söylüyor.

‘Makinayı aradım’

       “Ben fotoğrafı çektikten üç ay sonra Rus askerleri serbest olduğumuzu söyledi. Herkes dışarı çıkıyordu. Ben içeride makinayı arıyordum.Hür kaldığım ilk dakika ben fotoğraflarımı arıyordum. Subay barakalarına girdiğimde masanın üzerinde çikolata ve şarap vardı. Biz yıllardır o kampta zaman zaman kendi pisliğimizi yemeye zorlanmıştık. Kanım dondu. Makineyi raftan aldım arkama son kez baktım. Sanki içeride hala SS subayları varmış gibi kapıyı özenle örtüp ağır adımlarla yürüyen umutsuz kalabalığa karıştım."
       İlk işi kalabalığın arasında kampta tanışıp aşık olduğu eşi Vonnie’yi aramak olmuş. “El ele yürümeye o gün başladık hala beraberiz" diyor Vonnie.

       Arkadaşımız Esra Demir, suskunluğunu 55 yıl sonra bozan Hans Vanderwerff ile birlikte. Tarih 1998 yazı. Yer Atlanta; CNN Center’ın yanındaki Apple Bees Restaurant. O günlerde gözlüklü ve sakalsız olan Vanderwerff’ın şimdiki hali sakallı.

Vücut Kitle İndeksi Hesaplama

Sağlığınızı kontrol altında tutmak için Vücut Kitle İndeksi (VKİ) hesaplama aracını deneyin!

VKİ HESAPLA
Yazarlar