29.12.2015 - 10:18 | Son Güncellenme:
Bel çevresi kalınlığının erkeklerde 94, kadınlarda 80 santimetreden fazla olmasının kalp ve damar hastalıkları açısından en önemli risk faktörleri arasında yer aldığı bildirildi.
Memorial Antalya Hastanesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü'nden Uzm. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, karın bölgesinde oluşan fazla miktarda yağlanma ile kendini gösteren 'metabolik sendrom' hastalığının insülin direnci, diyabet, kan yağlarında dengesizlik, hipertansiyon ve koroner kalp hastalığına yol açabileceğini söyledi.
Kronik hastalıklar ve obezite belirtileri veriri
Metabolik sendromun, insülin direncinin, bozulmuş karbonhidrat toleransı, şeker hastalığından en az birinin bulunması, hipertansiyon, iyi huylu kolesterol düşüklüğü ve kan yağları yüksekliği gibi belirtilerle kendini gösteren önemli bir hastalık olduğunun altını çizen Uzm. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, özellikle karın bölgesinde ciddi ölçüde yağlanmanın obeziteye yol açtığını, kadın ve erkeklerde bel çevresi genişliğinin olması gereken değerlerin çok üzerine çıkacağını söyledi. Yazıcıoğlu, hastalığın, doğru beslenme ve düzenli egzersiz içeren bir yaşam tarzı değişikliği gerektirdiğini ifade etti.
Tedavinin ilk aşaması kilo kontrolü ve hereketli yaşam
Uz. Dr. Gökhan Yazıcıoğlu, kilo kontrolünün sağlanmasının, metabolik sendromun öncelikli tedavisi olduğunu belirterek, "Bunun için de kilo vermeye yardımcı sağlıklı beslenme ve düzenli egzersiz bir yaşam biçimi haline getirilmelidir. Bazı hastalarda diyet ve egzersiz ile birlikte ilaç kullanımı gerekebilir. Yüzde 5-10'luk kilo kaybı bile metabolik sendromun tüm bileşenlerini kontrol altına alabilmek için yeterlidir.
Yüzde 7 oranında kilo vermek ve hareketli bir yaşam şekli benimsemek, şeker hastalığı oluşma riskini ortalama yüzde 50 oranında azaltmaktadır. Metabolik sendromda beslenme tedavisinin amacı, insülin direnci sorununu ve buna bağlı bozuklukları önlemektir. Alınan kalorinin yağ miktarı yüzde 25-35 oranında tutulmalı, bunun da büyük kısmı zeytinyağı, fındık ve kanola yağı olmalıdır. Soya, ayçiçeği ve mısırözü yağı daha az oranda tercih edilmelidir. Bunun yanında fındık, ceviz, badem, keten tohumu yağı tercihen tüketilebilir.
Omega-3 yağ asitlerinden zengin beslenme ve özellikle balık tüketimi önemlidir. Karbonhidrat oranı toplam kalorinin yüzde 45-55'ini oluşturmalı ve daha çok tam tahıllar, meyve ve sebzeler, kuru baklagiller, tahıllı ve yulaf içeren kahvaltılıklar tercih edilmelidir. Kalorinin kalan kısmı proteinden alınmalıdır. Derisi çıkarılmış tavuk veya hindi, yağsız dana eti ile yağsız veya düşük yağlı süt ürünleri bu alandaki sağlıklı seçeneklerdir" dedi.
Et ağırlıklı beslenme alışkanlıklarına sahip olan kişilerin, kırmızı ette bulunan yüksek miktardaki doymuş yağ oranını göz önüne alarak, et tüketim miktarı ve sıklığında dikkatli olması gerektiğine dikkat çeken Uzm. Dr. Yazıcıoğlu, öğünlerde 2-3 köfte kadar et tüketiminin, günlük et gereksinimini karşılayacağını kaydetti. Etin ızgara, fırın ve haşlama yöntemleriyle pişirilmesi gerektiğini söyleyen Yazıcıoğlu, kızartma ve kavurma yönteminin sağlıklı olmadığına dikkat çekti.
Uzm. Dr. Yazıcıoğlu, "C ve E vitamini içerikli besinlerin tüketimine özen gösterilmelidir. Bunun için de sebze ve meyve, salata, taze sıkılmış meyve suları sofrada tercih edilmesi gereken seçeneklerdir. Hamurlu, şerbetli ve ağır tatlılar yerine, vücudun şeker ihtiyacı sütlü ve meyveli tatlılardan az porsiyonlarla karşılanmalıdır. Günlük tempolu yürüyüşler ve düzenli egzersizler bir yaşam şekli haline getirilmelidir" şeklinde konuştu.