23.03.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
Şebnem Şenyener
Göktaşları yağdı yağacak! Oscar gecesinin sunucusu komedyen Jon Stewart’ın yerinde şakası sayesinde. Amerika siyah bir başkanı bugüne dek bir tek yeryüzünün göktaşı yağmuruna
tutulduğu felaket dolu Hollywood masallarında izledi.
Böyle masallara alışkın bir kalemin bu portreye imzasını atması sizi şaşırtmasın. O kalem ki hayalin yerinin roman, gerçeğin yerinin haber olduğundan şüphe duymadan, en başta kalemin bu iki mecrayı karıştırmasına tümden ve tavizsiz karşıdır. O nedenle birazdan okuyacağınız satırlarda bir gazeteci gibi, tarafsız, katıksız, duyduklarını, gördüklerini belgeleriyle kayda geçirdi. Amerika’nın Afrika kökenli bir başkan sahibi olma masalını, bu masalın kahramanı Barack Hüseyin Obama’nın karakterinden aktarmaya çalıştı.
Şikago. Şubatın son günü. “Rüzgarlı şehir” Şikago günlük güneşlik. Greenwood Caddesi’nde 546 numaranın önünde heybetli, beyaz sütunlu köşkün kapısında taksi bizi bıraktı gitti.
Etrafı alçak bir duvar, yeşil çitler ve pek korkutucu görünmeyen demir parmaklıklarla kuşanmış kırmızı tuğla binanın bahçe kapısı açık. Önünde park eden resmi arabadan gizli servis ajanı oldukları anlaşılan güneş gözlüklü, Lacoste tişörtlü dört köşe adamlar indi. Hareketleri hızlı. İşleri yoğun.
Günün en parlak anında, ortalıkta in cin top oynarken aniden kaldırıma düşen iki tuhaf ziyaretçiyi fark etmemiş gibi davrandılar. İçeriden çıkan benzerleriyle selamlaştılar. Nöbet devraldılar.
Köşkün sahibi, Amerikan başkanlık seçimleri
için adaylık yarışında beklenmedik bir ivmeyle Demokratik Parti’de Clinton hanedanını sarsan 47 yaşındaki Illinois senatörü Barack Hüseyin Obama. Hawaii doğumlu, kendisini Afrikalı Amerikalı olarak tanıtan, annesi Kansaslı beyaz, babası Kenyalı.
Illinois senatörü kuşağının misyonunu; sınıf, ırk ve cinsiyet ayrımını aşmış, eğitimli, evrensel bir sesle anlatma iddiasında. Hawaii’de palmiyelerin salıntılarından Endonezya’nın bataklık, yalın ayak başı kabak rutubetine, gergin Los Angeles sokaklarından Harlem’in buharlı yalnızlığına, Şikago’nun ayazında un ufak kırılan dirayete, Columbia Üniversitesi’nden Harvard Hukuk Fakültesi’ne, sonunda Afrika’ya, insanın kökenine dolanarak biçimlenen sesiyle, Barack “Görünmeyen Adam”dan doğan bir Amerikan başkan adayı karakteri.
İşte bu karakterin kendine yakıştırdığı mahalle, 19’uncu yüzyıl başında, güneyden Mississippi deltasına akan Afrika kökenli işçilerin yerleştiği bölge. Şikago Üniversitesi’nin kurulmasından sonra akademik beyazların da aralarına karıştığı güney kesimdeki köşkün manzarası, Şikago’nun tarihi eserlerinden biri K.A.M İsaiah sinagoğu.
Ayasofya’yı andıran, nitekim 6’ncı yüzyıl Bizans mimarisi ile inşa edilmiş kubbesi ile doğru orantılı, oturaklı bir camiye sahip. 1920’lerde sinagoğu inşa eden mimar, binaya yakışmayan bir baca yerine, Arapçada fener anlamına gelen minarayı ya da kendi ifadesiyle göz zevkine daha uygun gelen “Müslümanların güzel dua kulesi”ni eklemeyi tercih etmiş!
İsmini babasından aldı
Müslümanlık Barack Hüseyin Obama’nın hayatı boyunca karşısına sık çıkan sorulardan biri.
- İsmin ne senin?
- Barack.
- Aaahhaaa, Müslümansın öyle mi?
- Büyükbabam Kenya’dan, Müslümanmış. Endonezya’da iki yıl Müslüman okulunda okudum. İki yıl da Katolik okulunda. Kuran sınıfında yüz hareketleri yaptığım için hocamı sinir ettim. Katolik okulunda dua zamanı gözlerimi kapatıp sınıftan çıkardım, ne melekler indi ne de başıma taş yağdı.
90’lara dek hayatını inançsız geçiren Barack, ismini, Kenya’da Luo kabilesinden gelen babasından aldı. Arapçada “kutsanmış”, İbranicede “ışık saçan” anlamında. Babası Barack Obama, iki çocuğunu ve karısını köyünde bırakıp Hawaii’ye üniversite eğitimi için geldi. Rusça sınıfında tanıştı annesiyle.
Büyük hesaplaşma
Küçük Barack 2 yaşındayken, Kenyalı Müslüman dedesi Hüseyin Obama’nın tehdit mektupları ve Harvard Üniversitesi’nden gelen kabul nedeniyle baba Barack onu terk etti. Böylece ona ismini ve ırkını veren babasıyla, 10 yaşındayken Honolulu’da bir Noel’de sadece bir ayı birlikte geçirdi.
Doktor Barack o bir ayda, alkol kokan nefesi ve İngiliz aksanı ile oğluna anavatanı Afrika’yı, vahşi hayvanların egemenliğindeki topraklarda süren yaşam mücadelesini destanlaştırdı. Erkek çocuklarının ergenliğe bir aslan öldürerek varışını, kabilede yaşlılara gösterilen saygıyı ve sömürgelikten kurtuluşun, özgürlüğün hikayelerini destanına katarak oğluna unutamayacağı bir köken yarattı.
Barack, Harvard’da doktorasını alıp Kenya’ya dönen, sonra Başkan Kenyatta’nın hışmına uğrayarak sürüm sürüm süründürülen babasını ölümünden çok sonra, zaman perdesi hafif hafif aralandıkça, annesinin itirafları, kız kardeşinin anıları sayesinde öğrendi ve aradığı adamı kendinde buldu.
Barack anneannesi ve dedesinin evinde büyüdü. Böylece önce Mormon İncil’ini, ardından annesinin yeni kocasından Endonezya ordusunun acımasız terimleriyle erkek olmayı öğrendi. Sonra Hawaii’de Buda öğretilerini duydu.
Anneannesinin bankasındaki müdürün forsunu kullanarak onu soktuğu 1200 öğrencili kalburüstü bir kolejde üç siyahtan biriydi. Siyahlardan bulaşıcı bir hastalık gibi uzak durdu. Beyazlarla bir türlü geçinemedi. Ergenlik yıllarında ırk bıçağının ucu keskinleşti karakterinde, kolejde yaşadığı çelişkilerle biçimlenip uzun sürecek bir kavgaya dönüştü:
“Beyaz dünyasına kızgınlığımızın doğrudan bir sebebinin olması şart değildi. Bizim keyfimize göre kapanıp açılan bir düğmesi vardı o elektrik akımının. Halbuki Allah’ın belası Hawaii’deydik. İstediğimizi yapıyorduk, söylüyorduk, otobüsün önünde oturuyorduk, beyaz arkadaşlarımız bizi ötekilerden ayırt etmiyordu, biz de onları. Hatta tersine bazılarının siyahlara özendiğini bile söyleyebilirim.”
Yine de “beyaz ninesi ile dedesinden” kaçmak için kapısını kapatıp kitaplarına kapandığında karakterindeki siyah-beyaz kavgasından kurtulamadı.
Sonra Los Angeles’tan Harlem’e, Afrika Milli Kongresi’nden bir Yahudi örgütçü sayesinde, 1983’te Reagan başkanken, Demokratik Partili Harold Washington’ı ilk siyah belediye başkanı seçen, Amerika’nın en bölünmüş şehri, siyah lider Martin Luther King’in özgürlük hareketini başlattığı güney Şikago’ya gitti. Barack milliyetçilikle, ırkçılıkla, siyah güçle, İslamla hesaplaştı Şikago’da:
“Farrakhan’ın konuşmalarını ayakta dinliyordu kalabalıklar. Ku Klux Klan’ı Korelilerin desteklediği, Yahudi doktorların siyahların bebeklerine AIDS virüsü aşıladıkları türünden, Uzakdoğululara, Yahudilere düşmanlık besleyen masalları... Milletinin sorumluluğunu, onurunu silip süpürdü, paçavraya düşürdü bu masallar ve altından asla kalkamayacağımız bir yük bindirdi kimliğimize. Hem de hayatta kalabilmenin tek şartı masaldan uzak durmaya bağlıyken.”
Şikago günleri
Storyville 1917’de kapandığında, caz New Orleans’tan trene atladı, Mississippi kenarından çamurlu deltaya, dosdoğru Şikago’ya 12’nci sokaktaki istasyona indi diye anlatılır. Hikaye bu. Güneyden 75 bin siyah işçiyi, Şikago’nun güneyine, her köşesinde caz cazırdayan büyük bir işçi mahallesine taşıdı aynı tren yolu.
Sıcak cazıyla, Al Capone’uyla, yolsuzlukları, seçim hileleri, kiralık politikacıları, cinayetleri, ayaklanmaları, beyaz ırkçılığı, yangınları, kanallarıyla büyük bir şehir yükseldi delta çamurundan. Sert, kuvvetli erkeğin şehri Şikago. Bugün hâla, yasaları yapanlar kadar, yasaları bozanlar da dişli Şikago’da.
Gençliğinin enerjisiyle, Barack Şikago’da evden eve, kiliseden kiliseye, okuldan okula Afrikalı Amerikalı toplumunu örgütledi. İsa’nın Birleşik Kilisesi başrahibi Jeremiah Wright ile tanıştı. Hıristiyanlığı Rahip Wright sayesinde kabul etti. Wright ona ikinci kitabının adını, “Ümidin Cesareti” felsefesini kazandırdı ama demeçlerinde Amerika’yı “beyaz ırkçılığın yönettiğini” söyleyince Barack’ın başkanlık yolundaki en büyük engellerden biri bugün.
Yine de Barack’ın Kenya’ya gidişi, Zeytin halası, Hüseyin amcası ve sekiz üvey kardeşi ile tanışması, ardından doktora için babasının mezun olduğu Harvard Hukuk Fakültesi’ne yazılması da hayatının rahip Wright sonrası dönemine rastladı.
Barack, Harvard’dan dönüşünde, vakit kaybetmeden öğrendiklerini Şikago’da senato koridorlarında uygulamaya başladı. Kararlılığını anlatan en güzel hikayelerden biri, Illinois’un en kuvvetli siyah politikacısı, Eyalet Senatosu Başkanı Emil Jones Jr. ile ilişkisi. Barack önce ahlak komitesinin zorlu işlerinde Jones’a yardımcı oldu ve onu senato liderliğine taşıdı.
Beyaz Saray ihtimali
Vakit geçirmeden hizmetine karşılık isteyen bir öneri getirdi Jones’a. Elinden sigara düşürmeyen, ensesi kalın belediye başkanı Daley zamanından kalan mekanizmanın adamı, telefonuna “Baba” filminin müziğini seçen “Şikago stili” dedikleri türden bir politikacı Jones.
“Başkan seçilmemden hemen sonra, birkaç ay içinde beni görmeye geldi. ‘Şimdi senato başkanısın. Gücün var’ dedi. ‘Demek gücüm var, öyle mi? Ne tür bir güçmüş o?’ dedim. ‘Amerikan senatörü yaratma gücü’ dedi. ‘İyi bir şey bu! Ben bunu düşünmemiştim’ dedim. ‘Aklında senatör yapılacak biri mi var?’ dedim. ‘Var ya!’ dedi. Ben! İlginç, çok ilginç bir sohbet. ‘Dur bir düşüneyim’ dedim. Öğleden sonra yine buluştuk. ‘Hoşuma gitti. Hadi sarılalım bu işe’ dedim.”
Barack’ın yumuşak başlı, pamuk fidanı görüntüsünün altındaki kuvvetli, hırslı karakterin tümüyle açıldığı an senato yarışına girdiği o an. Durup oturmak bilmeyen, halinden memnun olmayan, durumu lehine çevirmeyi iyi bilen bir karakter.
Ölüm cezası, 2002’de, Barack’ın eline geçen altın fırsat oldu. Barack girişimciliği ve enerjisi sayesinde Demokratlara 25 yıldan beri ilk defa yönetimde kontrol imkanı sağladı. Sonunda polis ve savcıları da yanına alıp büyük başarı ile af yasasının onaylanmasına önayak oldu.
Adaylardan John Kerry, 2004 Demokratik Parti kongresinde Barack’tan açılış konuşmasını yapmasını istediğinde Beyaz Saray ihtimali belirdi karakterinde. Ve Obama ateşi Amerika’ya düştü. Üstelik, bu hareket “siyasi öncelikler konusunda sıkıntı, karakter konusunda derinleşen bir endişe, milletin hedefleri konusunda tatminsizlik” dolu, pek tekin görünmeyen bir dönemde gelişti.
Sahibinden satılık
Güney Şikago’da Greenwood Caddesi’nde 546 numaralı köşkün bahçe duvarında, Hyde Sokağı köşesinde “sahibinden satılık” tabelası asılı.
Bahçenin sahibi Obama’lar değil. 1995’ten beri Barack’ın bütün kampanyalarına mali yardım yapan ve eyalet senatosunda işlerini yolsuzlukla yürüttüğü suçlamasıyla halen Şikago mahkemesinde yargılanmakta olan Suriye kökenli işadamı Antoine Rezko’nun eşine ait köşkün bahçesi.
Şikago’da politikanın “eski çarkıyla” işlediğini andıran bir hikayesi var bahçe içindeki demir parmaklıkların. Dava Barack için yasal bir engel değil. Ama alışverişe, Şikago’da “büyük oynayan” ve rüşvet suçlamasıyla yargılanan bir gayrimenkulcünün karışmasına izin vererek “hata” yaptığını kabul etti Barack. Ardından, Rezko ve arkadaşlarının başkanlık kampanyası için yaptıkları yardımdan 100 bin doları bölge kalkındırma örgütlerine geri bağışlayarak vaziyeti kurtarmaya çalıştı.
19’uncu yüzyıldan beri Şikago’yu kavuran tek mafya ailesini nihayet geçtiğimiz eylül ayında yargıya çıkarabilen, ırkçılığa karşı büyük savaş veren sert savcı Patrick Fitzgerald sayesinde açılan Rezko davası, Barack karakterinde “siyasette değişim” iddiasına ters düşen bir ilişkinin işareti. Yaz boyunca sürecek mücadele, işte bu tür hataları ve sevaplarıyla ülkenin onu başkanlığa kabul edip etmeyeceğini belirleyecek.