05.04.2020 - 03:02 | Son Güncellenme:
Ceyda Ulukaya
Sema Özpekmezci, genç yaşta yakalandığı Tip 2 diyabeti sekiz yılda düzenli beslenme ve sporla yenmiş bir isim. Bu zafer ona öyle bir ilham vermiş ki, kendini Bütünsel Beslenme ve Fonksiyonel Tıp Sağlık Koçluğu eğitimlerinde bulmuş. Geçen yıl yayımladığı ve bu ay yeni baskısını yapan “Sema’nın Sağlıklı Mutfağı”, tüm bu deneyim ve eğitiminden süzülen bilgilerle hazırladığı, şekersiz ve glutensiz pratik tariflere yer verdiği bir yemek kitabı. Geçen hafta itibarıyla kitabıyla aynı adı taşıyan köşesinden benzer tarifleri Milliyet okurlarıyla da paylaşmaya başladı. Özpekmezci’yle eve kapandığımız ve mutfakla haşır neşir olduğumuz bugünlerde, beslenme alışkanlıklarımızı nasıl değiştirebileceğimizi konuştuk.
Tip 2 diyabeti beslenmeyle yenenlerdensiniz. Nasıl başardınız?
Hayatımı yanlış beslenme alışkanlarıyla sürdürüyordum. Paketli gıdalar, tatlılar, pideler... 27 yaşıma geldiğimde, birden enerjim düştü, çok sinirli birine dönüştüm, el ve ayaklarım uyuşuyordu, 20 kilo almıştım ve hep aç hissediyordum. Doktora gittim ve bana komaya girmek üzere olduğumu söyledi. “Böyle devam edersen 40’lı yaşlarını göremeyeceksin” dedi. O an tabii hüngür hüngür ağladım. Ama olayın ciddiyetini anladım. Eve gider gitmez bir çöp poşeti açtım ve mutfakta ne kadar paketli gıda, tatlı, makarna varsa attım. Ertesi gün alışveriş yaptım. Aldıklarım da öyle antin kuntin şeyler değil, hepimizin bildiği temel besinler. Tencere yemekleri yapmaya ve yemeğimi her yere taşımaya başladım.
Yumurta kapıya dayanmadan alışkanlıklarımızı değiştiremiyoruz galiba.
Şunu unutmamak gerekiyor: Bu hastalıklar bir günde olmuyor. Bedenlerimizi dinlemediğimiz için farkına varamıyoruz ama baş ağrısından tutun, cilt problemleri, bağırsak sorunlarına dek hepsi birer işaret.
Siz bunu sadece beslenmeyle mi başardınız?
Birincisi, her yere yiyeceğimi taşıdım ve ikramlara katı bir şekilde hayır dedim. Zaten vücut alıştıktan sonra canınız da istemiyor. Bir de her gün yağmur çamur demeden yürüyüş yaptım. İş çıkışı, sabah yanıma aldığım spor kıyafetlerini giyip uzun yürüyüşlere çıkıyordum. İlk 3 aydan itibaren ilaçların dozu da azaldı. Sekizinci yıl doktorum “Artık sokaktaki herhangi birinden daha sağlıklısın. İlacı bırak, böyle devam et” dedi.
Bunun örnekleri yaygın mı?
O zaman için sıra dışı bir örnektim. Doktorum “Biz bunun olabileceğini biliyoruz ama hiç görmedik” demişti. Çünkü genellikle insanlar ilacımı alayım, istediğimi yemeye devam edeyim diye düşünüyor. Sanırım Türkiye’de ilklerdenim. Dünyada da belki sayılı kişiler arasındayım. Ama şu anda birçok örneği var. Çünkü tıp da bu yönde ilerledi.
Şeker ve gluteni hayatımızdan çıkarmak önemli ama ilk etapta kulağa radikal geliyor. Kitabınızdaki pratik tarifler aslında bu önyargıyı da kırıyor.
Birden siyahtan beyaza geçme taraftarı değilim zaten. Bu psikolojik olarak da baskı yaratıyor. Bir şeyleri pat diye bırakmaktansa önce iyi şeyler ekleyin diyorum. Örneğin meyve yemiyorsanız, önce meyve yemekle başlayın. Günde bir muz yemek belki o günkü gofret ihtiyacınızı giderecek. Bir kuru kayısı yiyin. Sebzeyi artırın. İyi şeyler arttıkça zararlılar da azalmaya başlıyor, terazi gibi. Ekmek yine yiyin ama hobi olarak yiyin diyorum. Ne demek bu? Doyduğunuz şey o olmasın. Tatlıya tolerans göstermiyorum çünkü şeker bir tür bağımlılık. O yüzden şekerin alternatiflerinden gidin diyorum. Kitabımda da, sosyal medya hesabımda da, şimdi Milliyet’te de bunun seçeneklerini anlatıyorum.
Diyetle ilgili yaygın hatalardan biri de bozduktan sonra battı balık yan gider demek. Bunun için ne öneriyorsunuz?
Öncelikle buna diyet demiyorum, bunu yaşam tarzı olarak görürsek sürdürülebilir oluyor. Bugün dünyada da kabul gören 90-10 kuralı var. Yani yüzde 90 sağlıklı beslenin, yüzde 10 sevdiğiniz bir şeyi yiyin. Bunu nasıl hesaplayacağız? Günde 3 öğün yiyorsak haftada 21 öğün eder. Yüzde 10’u 2 öğün demek. Bu iki öğünde kendinizi mutlu edecek bir şeyler yiyebilirsiniz. 5 kilo baklava değil tabii ki. Bir pizzayı, keki paylaşmak olabilir. Bir sonraki öğün kaldığınız yerden devam edin, vücut bunu tolere edebiliyor.
Karantina günleri, ister istemez kaygılı geçiyor ve yemeğe yönelebiliyoruz. Bununla nasıl başa çıkacağız?
Öncelikle ana öğünlerde mutlaka doyun. Şu an kilo verme zamanı değil. Vücutlarımız hayatta kalma savaşı veriyor. Ama pideyle değil, sebzeyle, kurubaklagille doyurun. İkincisi, sırf haz amaçlı yediklerimiz var ya, onların sağlıklı versiyonlarını elinizin altında bulundurun. Zaten vakit bol, mutfağı terapi alanına çevirin. Sizi mutlu edeceğini düşündüğünüz şeylerin sağlıklı versiyonlarını hazırlayın. Üçüncü olarak yapmamız gereken de yemek dışında bizi mutlu edecek şeyleri hayatımıza sokmak. Bizi mutlu eden tek şey yemek olmamalı, eğer öyleyse zaten sorun var demektir. İster balkona çiçek ekin, ister sevdiğiniz kitabı okuyun. Bunların kıymetini anlıyoruz bu dönemde.
“Kendi yolumdan başkalarını yürütüyorum”
Bütünsel beslenme ve fonksiyonel tıp sağlık koçluğu eğitimi almışsınız. Nedir sağlık koçluğu?
Evet, ayrıca farkındalık temelli stres azaltma eğitimim var. Fonksiyonel tıp, hastalıkların kökenine inen ve yediklerimizin hastalıklarla ilişkisini de gözeten bir alan. Sağlık koçu olarak bu alandaki doktorlarla çalışıyoruz, onların öngördüğü beslenme biçimini uygulatan kişiyiz. Yani diyet yazmıyoruz. Diyelim ki doktor, glutensiz, şekersiz besleneceksin diyor. Bu, sokaktaki insana uzaydan meteor taşı getir demek gibi bir şey. Sağlık koçu bunu uygulatan kişi. O kişiye alışverişini yaptırıyor, menülerini oluşturuyor. Aslında bireysel olarak yürüdüğüm yolu, şu an profesyonel tekniklerle başkalarına yürütüyorum.
Fotoğraflar: ERCAN ARSLAN