PazarAnadolu ne kadar hoşgörülü?

Anadolu ne kadar hoşgörülü?

14.10.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

RAMAZANIN son haftasında Erzurum, Erzincan, Sivas ve Yozgat arasında kasabalardan beldelere, köylerden mezralara uzanan ve 1500 km. süren bir yolculuk yaptık. Birlikte yaşama ve birbirlerinin tercihlerine saygı gösterme konusunda ne durumda olduğumuzu anlamaya çalıştık. Öğle yemeği servisini kaldıran üniversite de gördük; kendisi oruçluyken, oruç tutmayan arkadaşına bir bardak çay ısmarlayanı da...

Anadolu ne kadar hoşgörülü

Ramazan gibi kuvvetli bir ışıkla bakınca vizöre, birlikte yaşama kültürünün ana renkleri metaforunu örneklendirebileceğimiz hemen her tona rastladık bu illerde. "Ben oruç tutuyorsam sen karşımda yiyemezsin" katılığı, "birbirine saygı duymak" şeklinde açıklanan orta yol, gönülsüz de olsa "tahammül etmeyi öğrenmek", oruç tutmayan arkadaşına çay ısmarlayıp, iftar saatini beklerken sohbet etmek... Bu renklerin içinde "mahalle baskısı" da vardı tabii. Çevreden çekindiği için kapanan kızlar, oruç tutmadığı halde bunu gizleyen ve Alevi kahvelerini sığınak olarak kullanan Sünniler, öğle yemeği vermeyerek öğrencilerinin üzerinde baskı kuran üniversite...Hepsi kendince geliştirdikleri formüllerle bir arada yaşamaya çalışıyor. Aşırı muhafazakarlıktan asla taviz vermeyip "baskı" unsurunu kullanmak... "Okumak" uğruna bu muhafazakarlığı içselleştirip cebindeki krakerle karnını bir kuytuda doyurmak... "Yersen ye, orucu sana tutmuyorum ki, bana ne?" diyerek hesabının yalnızca kendi nefsiyle olduğuna inanmak ve o doğrultuda davranmak.İşte o Türkiye fotoğrafının hikayesi. Ramazanın son haftasında Erzurum, Erzincan, Sivas ve Yozgat arasında, kasabalardan beldelere, köylerden mezralara uzanan 1500 km.'lik bir yolculuk ve bu yolculuk sırasında çekilmiş bir Türkiye fotoğrafı. Bu fotoğrafta "birlikte yaşama kültürü"nün tüm ana renklerini görmek mümkün. O renklerden hareketle doğudan batıya, kuzeyden güneye, insanların "tercih ettiği" ya da "onlara dayatılan" ettiği ara renkleri bulmak da... Akşam 10.30 civarında giriyoruz Sivas il sınırına. Sokaklar ışıl ışıl. Kadınlı erkekli kalabalıklar dışarıdalar. "Annemin bıraktığı yerden sarıl bana" dizesi Metin Altıok'un... Tam da o yerden sızlıyor insanın içi Madımak Oteli'nin önünden geçerken: "Sevmekten vazgeçtiğim gün darıl bana." Bu şehirde mi yanmıştı bütün o dizeler?Ertesi gün iki saatlik bir yolculuğun ardından Suşehri'ndeyiz.Bayram alışverişine çıkan Şeyma hanım, "Her yıl eski güzelliğinden kaybediyor ramazan. Çoğu insan oruç tutmuyor artık; sigara içip sokakta dolaşanlar bile var" diyor. İlayda Turan liseyi yeni bitirmiş: "Kadın olmak kötü bir durum burada. Mesela yürürken marketin önünden falan geçerken bakıyorlar. Büyük şehirde böyle değil. Bir gün çıkarsın bir şey olmaz, ikinci gün çıkınca 'Falancanın kızı çok geziyor' derler. Bu bizi içeriye bağlıyor."Açık bir restoranda aşçılık yapan İdris Yücel'e yaklaşıyoruz: "Ramazan sırasında açığım diye tepki görmüyoruz. Ama ramazan bittikten sonra müşterilerin potansiyeli düşüyor. Gelmeyerek bizi cezalandırıyorlar. " "Madımak olayı Sivas'ı törpüledi" Yola devam. Sırada Zara var. Zara'nın Kaplan köyünde yaşayan çoban Mustafa Ünsal'a rastlıyoruz. Ramazan bu sene biraz sıcak olduğu için epey zorlanmış. Gelip giderken eşeği kullanmak zorunda kalmış son zamanlarda. Her gün 240 koyunla birlikte 7 km. yürümek zorunda. "Bir Sünni köyü bizimki ama tutmazsam tepki görmem işim yüzünden. Havalar gelecek sene de bu kadar sıcak olursa tutmam belki. Kefareti var zaten orucun."Zara'nın veteriner hekimi Adem Çiçekli, "Zara'da mozaik yapı nedeniyle muhafazakarlık kırılıyor. Oruç tutan tutmayan rahat burada. Madımak Oteli'nden önceki Sivas, hoşgörüsüzlüğünü, katılığını törpüledi biraz Madımak olayıyla birlikte" diyor. Erdal Karapınar restoran sahibi:. "Ramazanda açık restoran Zara'da tepki görmez. Rakı içen de var şu an bizim restoranda, birasını yudumlayan da, akşam olduğunda iftarını açan da. Ben Sünniyim mesela. Oruçluyum. Hiç tepki görmedim, 15 yıldır bu restoranı işletiyorum. Son üç yıldır diğer restoranlar da açılmaya başladı. Zara Sivas'ın en rahat yeri. İç içe yaşama bağlıyorum bunu. Paylaşmışlar, birbirleriyle kız almış vermişler."İşinin ehli garson Yakup Çınar özetliyor Sivas'ın durumunu: "30 yıldır çalışıyorum. İki aydır Madımak Oteli'nin tam karşısındaki restorandayım. Sivas'ın Madımak'la anılmasını kınıyorum. Ben bu işe 76 yılında başladım. 92 yılına kadar kimse cesaret edip lokantada yemek yiyemezdi. O zaman kapalıydı. Madımak'ın da etkisi olmuştur, hoşgörünün artmasında. Üniversitenin burada olması da ayrı bir etki. İletişim de önemli." Madımak'ın etkisi Marmara depreminden üç gün sonra... Erzurumlular deprem olacak söylentileri yüzünden sokağa dökülmüş. Yerel bir gazetede köşe yazıları yazan Zekiye Çomaklı'yı da uyarıyor komşuları deprem olacak diye. Balkona çıkan Çomaklı, evin önündeki mahşeri kalabalığa bakıyor; "Deprem önceden bilinmez" açıklamasını taktığı yok kimsenin. "Arkadaşlar" diye bağırıyor sonunda, "Deprem ertelenmiş, içeri girebilirsiniz."İki kadından biri, "Depremin ertelendiğini nereden biliyor?" diye soruyor. Öteki kadın cevap veriyor: "Anam o gazeteci ya. Demek ki bir yerden haber aldı." Ve dağılıyorlar. Bu kadar etkili biri Zekiye Çomaklı. Aynı zamanda Erzurum Girişimci Kadınlar Derneği Başkanı. Karlı şehrin bu Dadaş kızı, kalkınma literatüründe en dezavantajlı grup olan kadınları girişimcilik konusunda bilinçlendirmek için oluşturduğu dernekte şimdi birçok çalışmaya imza atıyor. "Kim derse ki Erzurum'da bir mahalle baskısı ya da din baskısı var; yalan der" diyor, çalışmalarıyla ilgili bilgi verirken: "Anadolu'da başını örtenlerin yüzde 95'i ben annemden böyle gördüm diyecektir." Fotoğraf çekiminden önce çantasından koca bir Nivea kutusu çıkarıp yüzünü kremliyor; rujunu sürüyor.Sonra da devam ediyor: "Kendimi modern sayarım; ama ramazanda birinin, elinde su şişesi gittiğini görsem yolda, canım sıkılır açıkçası.""Peki" diyorum, "şimdi seferiyim desem, çantamdan bir poğaça çıkarıp yesem karşınızda." "Valla, babayı ye derim, durmaz çenem.""Bu da bir tür baskı değil mi?" diyorum. "Değil. Bunun adı insanların birbirine saygı göstermesi" diye cevaplıyor.Zekiye hanımdan ayrılıp Erzurum'da dolaşmaya devam ediyoruz. İki saat içinde durumun farkına varıyor insan, hemen havaya giriyor. Bırakın yol ortasında bir şeyler yemeyi, su şişesi taşımaya bile çekiniyorsunuz. Biri hariç açık tek restorana rastlamak mümkün değil Erzurum'da. Dükkan camlarında aynı yazı: "İftarda açığız." İstisna mekan, Cumhuriyet Caddesi'nin paralelindeki ara sokakta yer alan Hemşin Pastanesi. Sağındaki ve solundaki lokantalar kapalı ama o açık. İnceden bir Erzurum türküsü çalıyor içeride. 1995'te UNESCO'dan hoşgörü ödülü alan pastanenin sahibi Nail Orhun "Benim burayı para kazanmak için açmadığımı biliyorlar. Sırf buraya gelen asker, talebe mağdur olmasın diye... Mühim olan insanın yüreğini yakalamaktır kızım; eğer yakalar ve onu hoşgörüyle karşılarsanız işi götürürsünüz" diyor. Sonra duvardaki "Ramazanda gün boyu açığız" yazısını gösteriyor: "Hoşgörü insanın yüreğinde olur. Bunu oraya asmak da yürek işidir Erzurum'da." "Dadaş, burası Erzurum. Söndür o sigarayı" Pastanede yemeğini yiyen Ahmet'e (gerçek adı bizde saklı) yaklaşıyoruz. Fransızca öğretmenliği okuyor. "Burada sanki Erzurumlular için oruç tutuyormuşsun gibi bir izlenim var" diyor: "Üniversite kantininde tost, hamburger, çay servisini kestiler. Öğle yemeği kaldırıldı. Paketli ürünler var, onlarla idare etmeye çalışıyorsunuz ama tabii uluorta değil." Hemşin'in garsonu Taner Öztürk bir adres daha veriyor: "Otogar'daki restoran. Seferi sayıldıklarından yemek yemelerine ses çıkarılmıyor. Erzurumlular da yemek yemek için oraya gidiyor. Cumhuriyet Caddesi'ndeki Gizem Pastanesi'ni geçen sene ramazanda açık diye taşladılar." Atatürk Üniversitesi'ne gidiyoruz. Ahmet'in dediği gibi yemekhanede öğle yemeği servisi ramazan dolayısıyla durmuş. Sadece iftar ve sahur yemekleri veriliyor. Kantinlerde çay yok; masalardaki kültablaları bile toplanmış. Kantinin kapısındaki yazı, şehirdekilerle aynı: "Kantinimiz iftarda açık!"Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okuyan Mehmet ile konuşuyoruz.. "Peki hasta oldunuz, ilaç filan almanız, iyi beslenmeniz lazım. Ne yapacaksınız?" Yanıt: "Hastanelere gidiyoruz, orada yemek veriyorlar."Fizik öğretmenliği bölümünü bitirmiş Gürkan'ın görüşleri ise hayli sert: "Oruç tutana saygı şart: Dün otobüsten üç arkadaş indi, sigaralarını yaktılar. 'Hey Dadaş' dedim, 'Burası Erzurum, burada sigara içilmez', söndürdüler hemen!"Beden Eğitimi Öğretmenliği öğrencisi Esra Dönmez'in yanına yaklaşıyorum. Erzurum'da kadın olmak meselesine geliyor konu. "Dersten çıktıktan sonra eve git, temizlik yap. Hep aynı. Kapalıyım ama açılabilirim de, ailem sorun yaratmaz. Ne var ki çevre 'Üniversite okudu, açıldı' der, laf söz olur diye çekiniyoruz." Üniversiteden ayrılıp Ilıca ilçesine gidiyoruz. Kahvelerin çoğu kapalı. Açık olanların önünde sohbet için bir araya gelenler var ama içeride çaydanlık kaynamıyor. Soruyorum, içinizden biri bir sigara yaksa? "Yakmaz! Ama içeride bir deli var; onu bilemeyiz." "Pastaneyi taşladılar!" Erzurum'dan karayoluyla Erzincan'a geçiyoruz. Yine aynı yazı: "İftarda ve sahurda açığız."Hülya hemşireyi kitap alırken buluyoruz. "Hasta olduğu halde oruç tuttuğu için hastalanan, orucu bozulmasın diye tedaviyi reddedenler oluyor ama bir şekilde ikna ediyoruz" diyor. Bu kez bir parktayız. İki arkadaş sohbet ediyorlar. Erzincan'daki Alevi topluluğu ve onların kahveleriyle başlıyorlar söze: "Orada oturur, bize bir saygısızlık etmezler."Sonra Sırlı Soylu alıyor lafı "Herkes hür, Türkiye'de. Yiyen yer, içen içer. Yanımda sigara iç istersen; bana ne ki, hesabını Allah soracak." İsmail Sönmez, Çağlar lokantasının garsonu. Yemek veriyor. "Açığız diye baskı görmüyoruz" diyor. "Erzincan moderen bir şehir." Kemah Çalıklar köyü muhtarı sözü alıyor: "Biz muharrem orucunu tutuyoruz. Herkesin ibadetine saygımız var. Dışarıda yiyerek dolaşmıyoruz, perdemizi çekip oturuyoruz.." Güzel Karadağ'ın kahvesinde de tül çekili. Kahvede oruç tutmayan Sünniler de var; kendi yerleri kapalı olduğu için gelip çay içiyorlar. Gençlerin sığınak gibi kullandıkları söyleniyor Alevi kahvelerini. "Lokantanın perdesini çekip oturuyoruz" İlçelerde dolaşmaya devam ediyoruz. Çağlayan beldesinde iki yaşlı kız arkadaş, bulaşık yıkıyorlar.Zeycan Aladağ, Alevi köyünde yaşayan bir Sünni. "İş görüyoruk. İftar, sahur... Çocuklarım yanında değil. Tez kaybettim kocamı" diyerek özetliyor hayat hikayesini.Fadime Yıldız en yakın arkadaşı. Her gün birbirlerine giderlermiş. Gönülden sevdikleri çok sayıda Alevi komşuları var.Arıcı Erol Doğan'ın İliç'in Boyalı köyüne bağlı Hasanova mezrasındaki evindeyiz şimdi. Yanında ailesi bir de küçük kedileri Süslü. Nilgün Doğan ana kraliçe: "Tutmuşsan tutmamışsan bu senin sorunun."İliç, Mustafa Sarıgül'ün doğduğu kasaba. İster istemez söz ona da geliyor. Erol bey "Sarıgül komşu köyden. Kendisiyle iftihar ediyoruz. Ama CHP'nin başına gelmesi için biraz erken. Biraz da hırslı" diyor. İki yaşlı kız arkadaş Alçak ve yüksek rakımlarda dört gün dağ tepe bayır ve üstelik gribal enfeksiyon eşliğinde dolaşınca; Yozgat sabahına zonklayan bir kulakla uyanıyorum. Ercan, Şifa Hastanesi'ne götürüyor beni. Hem tedavi hem iş. Reçetesini yazan Doktor Ömer'in burnuna dayıyorum dijital ses kayıt cihazını: "Yozgat'ta her şey; dükkanların, lokantaların çalışması iftar saatlerine göre oluyor. Dükkanlarda, mağazalarda, bazı büyük alışveriş merkezlerinde kasalar kapanır iftarda. Ama bunlar muhafazakarlık göstergesi değil."Odadaki Yozgatlı odyometrist sözü alıyor: "Buranın Ankara'ya yakın olmasının çok faydası var. Son dört-beş yılda eğitim seviyesi de yükseldi, kent aştı kendini. Rahat dolaşabiliyoruz. Muhafazakar bir yer değil. Herkes özgürdür ifadesi gelişiyor Yozgat'ta." Arife gününde olduğumuzdan; malum bayram alışverişleri... Pazar kurulmuş meydana. Ayar çifti ve saçlarında taçlarıyla üç küçük çocukları. Murat Ayar inşaat işinde çalışıyor. "Ramazanda halkın yüzde 90-95'i oruç tutuyor. Oruç tutmayanları dışlamak gibi bir tepki yok. Restoranlar açıktır. Ben de niyetliyim. Alıştık artık. Büyük şehirlerde fazla gün geçirdiğimiz için oruç tutmayanları yargılamıyoruz." Bisikletçi İsmail "Bisiklet tamir ediyorum, bir de testilere 'Yozgat Hatırası' yazısı yazıyorum" diyor ve ekliyor: "Cehalet daha fazlayken 80'li yıllarda ben de dahil olmak üzere, çok kişiyi dövdük oruç yiyorlar diye. Ama artık öyle değil. Baskıyla ülke ilerlemez."Nurten Akyollu, Yozgat'ın en eski eczacısı; 50 yıldır bu işi yapıyor. O da Yozgat'ın giderek modernleştiğini düşünenlerden. "Yozgat'ta oruç tutanlar tutmayanlar kamplaşması olmadı. İnsanların muhafazakarlığı eskiye göre değişti. Üniversite açıldığından beri el ele yürüyor gençler; halk da bunları görüyor, alıştı. Bir yıl öncesinde kol kola yürüyorduk eşimle ama artık biz de el ele dolaşıyoruz sokaklarda." Yerköy ilçesi Söyütlüyayla köyünden Yunus Halıcı çiftçi; eşine minnettar (!) bu arada: "Susuzluk ve sigarasızlık insanı bunaltıyor; ama iyi çok şükür. Kazasız belasız atlattık. Bir ay hanım seslenemiyor bana; biliyor çünkü sigarasızlığın beni nasıl sinirlendirdiğini." Yol üzerindeki tarlada işçiler soğan topluyor; güneş tepelerinde. Emine, Şanlıurfa'dan gelmiş çalışmaya. "Bayram tutanların" diyor "Biz çalışırken sıcaktan tutamıyoruz. Ama hiç tepki görmedik. Çalışanlar içinde tutanlar da vardı. Kimse kimseye ses etmedi. Biz burada kardeş gibiyiz."30-40 kişilik bu topluluğun başında soğanın sahibi Yozgatlı Fatma Şahin var. Henüz 26 yaşında. O oruçlu, işçileri ise öğle yemeği yiyor. "Herkesin orucu kendine" diyor Fatma hanım. "İş koşullarında kimse kimseye niye yemek yiyorsun diyemez." Yozgat eskisi gibi değil