Yeşilçam filmlerinden neden sıkılmıyoruz?
'Şu film ne zaman televizyonda oynasa izlemeden duramıyorum', 'Aaa bu akşam Hababam Sınıfı varmış' repliklerini sıkça duyuyoruz. Yeşilçam filmlerini takip ediyor veya televizyonda tesadüf eseri gezinirken karşımıza çıkınca duraklıyoruz. Yerli/yabancı yeni filmleri izlemek yerine, Yeşilçam yapımlarını izlemeyi tercih ediyoruz.
Çocukluğumdan beri kanallar hangisini oynatırsa yetişebildiğim, yetiştiğim bütün Yeşilçam filmlerini izledim. Taçsız Kral Yılmaz Güney’den tutun da, Bülent Ersoy’un Gülşen Bubikoğlu ile başrolünü paylaştığı filme kadar izlemişliğim var. Bir filmde yardımcı erkek oyuncu veya başrol Tarık Akan ise, o filmdeki kadın oyuncular Emel Sayın, Filiz Akın ve Gülşen Bubikoğlu’dur. Ediz Hun var ise, Hülya Koçyiğit’tir. Türkan Şoray varsa, Kadir İnanır çıkar ekranda karşımıza…
Bugünlerde izlediğimiz filmlere Amerikan replikleri serpiştiriliyor, maddi durumu en iyi olan karakterden en kötü olan karakterin kıyafetlerine kadar her şey sponsorlar tarafından karşılanıyor, tiplemelerin sevgili ve/veya aile olduklarını anlamamız için ya aynı yatakta ya da öpüşürken görmemiz gerekiyor... Konu olarak bazıları iyi mesaj veriyorlar ama onlarda da popüler oyuncular oynamadı mı, gişede hüsran!
Yeşilçam filmlerinde ise işin özünde samimiyet var, halkçılık var. En zengini ile en müşkül durumda olanın arasında, yan yana geldiklerinde bir farklılık olduğunu görebilir misiniz? Elbette görebilirsiniz ama aradaki o duvardan mesafeyi, tansiyonun çok yüksek olduğu sahne ise fark etmezsiniz bile…
Sofrada var olan yemek hepimizin sofrasında vardır, olmuştur. Tabaklar, çatallar ona göredir. Sofradaki ekmek bile, annemizin kestiği ekmekle aynıdır. Hatta anne baba rolünü oynayanlar o kadar kendini kaptırmıştır ki, bir turşu suyu için kavga edip, boşanma kararı alırlar; siz de üzülürsünüz.