Jon Fosse: Söylenmedi hiç sana layık düşler 'Nobel'den önce!
Jon Fosse, Nobel'i 'söylenmeyeni dile getiren yenilikçi oyunları ve düzyazıları' için kazandı. İsveç Akademisi, ödülün Jon Fosse'ye gidişini işte bu sözlerle duyurdu. Türkiye'de de sevilse de yeterince büyük övgüler kopartmayan ancak Nobel'den sonra yeniden keşfedilecek olan Jon Fosse için daha önce söylenmeyen, ona layık düşleri, sözleri içten dışa taşırma zamanı o zaman şu an... Yüz kere, yüz bin kere sanata!
Norveç edebiyatını Kuzey Avrupa'daki diğer edebiyatlardan az biraz ayırmak gerekiyor. Karl Ove Knausgaard'ın oturup şöyle hayatının en "Bu kadarı da anlatılmaz ya" dedirten detaylarına kadar satır satır tarihe not düştüğü 6 ciltlik meşhur 'Kavgam' serisi -araya İzlanda ve Finlandiya'yı da dahil ettiğimiz için İskandinav yerine daha doğru bir kullanımla- Kuzey Avrupa edebiyatına olan ilgiyi de artırdı. Ama Norveç edebiyatını bahsi geçen Danimarka, İsveç, İzlanda ve Finlandiya'dan ayıran belirgin farklılıklar da mevcut. Çağdaş Norveç edebiyatında kimi zaman polisiye, kimi zaman ise daha farklı türlerden eserler verse de yazarların birçoğunda ortak bir 'ayrışma' var. Dag Solstad'dan Jo Nesbo'suna ve Ingvar Ambjörnsen'ine kadar birçok yazar, adlarını yalnızca Türkiye'de değil tüm dünya çapında rahatlıkla duyurabiliyor. Bunda elbette Türkiye bazında konuşursak müthiş çevirmenlere sahip olmamızın da etkisi var. Daha önce kıymetli çevirmenler Deniz Canefe ve Banu Gürsaler Syvertsen sayesinde okuduğumuz 1959 doğumlu Jon Fosse ise son dönemin en dikkat çeken Norveçli edebiyatçılarının başında geliyordu. Son yıllarda adı sık sık Nobel bahislerinde de geçen Jon Fosse, bugün 2023 Nobel Edebiyat Ödülü'nün sahibi olarak yalnızca prestijli bir edebiyat ödülünün sahibi olmadı, aynı zamanda tarihe not düşülen ufak ama bir hayli önemli bir detayla neden bu ödüle kavuştuğunu değil tam olarak nasıl bir dünyada nefes aldığımızı da bizlere hatırlattı.
3 eseri Türkçeye kazandırılmıştı
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra tek kutuplu bir dünya düzeninde geçen yıllardan sonra, bilhassa Rusya-Ukrayna Savaşı'yla birlikte dünya yeniden enteresan bir iklim içinde buldu kendini. Doğu ve Batı arasında bir köprü görevindeki Türkiye, jeopolitik konumunu avantaja çevirecek kadar zengin bir ülke, bu cepte. Ama bunun haricinde Türkiye'de gerçekten Batı'dan Doğu'ya müthiş sanat eserlerini takip eden, kıymetli okuyucular da var. Monokl Yayınları'nın iyi çevirilerle Türkçeye armağan ettiği Jon Fosse, Türkiye'deki sıkı edebiyat hayranlarının gayet iyi bildiği ve daha da önemlisi 'iyi' bildiği bir yazar. İyi yazan, incelikli ve kendine özgü bir yazar o. 'Sabahtan Akşama' ve 'Üçleme'sini okuduğunuzda onun hem beyin hem de kalp olarak minimal nokta atışlarında bulunduğunu, kendine bir has 'denge' yakaladığını, taklit edilmeye kalkışılamayacak bir alışılagelmişlik ve çaktırmadan farklılığa sahip olduğunu görüyorsunuz. Fosse'nin önemli yapıtlarından biri olarak görülen 'Melankoli'si geçtiğimiz aylarda sonunda Türkçede kendine yer bularak onu daha da iyi anlamamız için iyi bir vesile olacak. Fakat tam da dünyanın birden farklı 'kafa'larda olabildiği bir dünyada Jon Fosse gibi bir yazara Nobel gibi prestijli bir ödül verilirken ödülün verilme gerekçesi oldukça manidar.
Söylenmeyeni dile getirdiği için ödüllendirildi!
Jon Fosse, Nobel'i 'söylenmeyeni dile getiren yenilikçi oyunları ve düzyazıları' için kazandı. İsveç Akademisi, ödülün Jon Fosse'ye gidişini işte bu sözlerle duyurdu. Bu açıklama tam olarak nasıl bir dünyanın içinde olduğumuzu bizlere hatırlatıyor. Üretimlerinin başından sonuna 'idealist' olanların ödüllendirildiği Nobel Edebiyat Ödülü bu yıl Jon Fosse gibi iyi bir yazar olduğunu Türkçeye kazandırılan 3 kitabıyla gayet iyi bildiğimiz bir isme gitti. Dostoyevski'den günümüze insan psikolojisini irdeleyen pek çok yazardan farklı noktalara tespit edebildiğini iyi bildiğimiz Fosse'nin 'söylenmeyeni söylediğine' daha da çok tanıklık etmemiz için ise elbette yazarın daha çok eserini Türkçede görmemiz gerekiyor. İsveç Akademisi'nin, çoğunlukla Doğu'daki ülkelerde görmeye alıştığımız sansür, otosansür gibi kavramlara adeta gönderme yaparak özgürlüğü, düşünce özgürlüğünü, sanatı, sanatın gücünü, idealizmi, söylenmeyeni söyleme cesaretini ödüllendirmesi ise son derece kıymetli. Vasatın primlendirilmediği, söylenmeyeni söyleme cesareti ve özgürlüğünün takdir gördüğü, idealist bir üretimin er ya da geç ama muhakkak ödülle taçlandırıldığı bir gelenek ise elbette tüm dünya için gerekli olan şey. Fosse'nin ne kadar iyi bir yazar olduğunu, onun eserleriyle daha çok buluştuğumuzda daha da iyi ortaya çıkacak. Ancak tam da bu noktada Norveççeden Türkçeye iyi eserleri iyi Türkçelerle kazandıran Deniz Canefe ve Banu Gürsaler Syvertsen gibi çevirmenlerimize, Monokl Yayınları gibi kıymetli yazarları Türkçeye kazandıran butik ama bir o kadar da kıymetli yayınevlerine de sahip çıkmamız gerekiyor. Yapabileceğimiz tek şey okumak, okumaya devam etmek ve bir teşekkürü onlardan çok görmemek. İyi ki sanat var, iyi ki edebiyat var, iyi ki hafıza var. Yeter ki Fosse gibi söylenmeyeni en orijinal ve sanatsal şekilde söyleme cesareti olanları ödüllendirelim. Bugün edebiyat kazandı, yarın da edebiyat kazanacak, 2123 yılında dünya hâlâ dönmeye devam ediyorsa, evet o zaman da kalemi güçlü olan, iyi edebiyatçılar ve edebiyat dostları kazanacak. Türkiye'deki okurlar arasında Jon Fosse'ye belki bugüne kadar hiç ona layık düşler, sözler, kelimeler söylenmemiş olabilir ama vakit varken, Jon Fosse henüz hayattayken dökelim içimizdekileri artık. Eğmeden, bükmeden, idealist, kararlı bir şekilde. Zaten Nobel tam da bu yüzden hayatta olan isimleri taçlandırıyor. Savaşların ortasında kalsak dahi köprü olan biziz, o zaman en çok da sanatın, sanatçının kıymetini öyle küstürmeden, öyle üzmeden, dökmeden bilelim. Nice kitaplara, ağaçlara, şiirlere, portakallara, insana ve insanı bizzat irdeleyen ve ileriye taşıyan sanata; yüz kere, yüz bin kere sanata!
twitter.com/mayksisman
instagram.com/mayksisman
youtube.com/mayksisman
can.sisman@milliyet.com.tr