Bu arada smokin giymiş bir piyanist birkaç kişiyle geliyor. Piyanist o kadar mutlu, heyecanlı ki, bu sadece gözlerinden değil, elini nereye koyacağını bilemeyişinden, yüzündeki tebessümle karışık ifadeden ve yaydığı enerjiden de anlaşılıyor. Geçiyor piyanonun başına. Tüm hareketleri kutsal bir emanete gösterilecek saygının en üst mertebesinde. Örtüyü kaldırışı, piyanoya, tuşlarına dokunuşu... Derken piyanonun sesi tüm salonu kaplıyor. Orada durup öylece dinliyorum. Tarif olunmaz dakikalar yaşıyorum. Müzik bitiyor ve diğer odalara geçiyorum. Çaykovski'nin yatak odası da mütevazilik yarışında önde gider. Yatağı belki de müzedeki en ilginç parçalardan. O kadar küçük ki, bizim tek kişilik yataklardan bile minik. Aslında divan gibi daha çok. Lambası, halısı, sandalyesi, yatak örtüsü, her şey sanki Çaykovski ölmeden önce kıymeti bilinmemiş, fazla para kazanamamış hissi veriyor. Ama böyle olmadığını, bunun mütevazi ve sakin bir hayatı seven Çaykovski'nin kendi seçimi olduğunu öğreniyorum.