26.08.2024 - 21:32 | Son Güncellenme:
MURAT YEŞİLDERE - Egon Zehnder Kıdemli Ortak - Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan son yirmi yıl içinde defalarca Tükiye’nin nüfus artışı konusuna ve demografik dinamiklere atıfta bulundu. Cumhurbaşkanı’nın bu konuyu ilk kez dile getirdiği ve her aileye üç çocuk hayalini paylaştığı dönem, Birleşmiş Milletler’in küresel nüfusun azalmadan devam etmesinin ancak kadın başına 2.1 çocuk doğurması ile mümkün olacağını dünya ile paylaştığı dönemle de örtüşüyordu. Kuşkusuz demografik dinamikler ve bunun tetiklediği endişeler sadece Türkiye’nin konusu değil. Hemen hemen her coğrafyada, nüfuslar yaşlanırken, hem doğurgan kadınların sayısı hem de doğurdukları çocuk sayısı azalıyor. Bir yandan “kapitalist” bir bakış açısı ile bu dinamikler, gelecekte daha az çalışan ve dolayısıyla daha az vergi ödeyen anlamına geleceği için, birçok ülkedeki kamuoyu yöneticisini düşündürüyor. Diğer taraftan Tayland, Güney Kore gibi bazı ülkeler ise, nüfusun azalması ve yaşlanmasına paralel mevcudiyetlerini devam ettirmenin, yani “varoluşlarının” sürdürülebilirliği problemini çözmeye çalışıyorlar. Gelişmiş dünyada yer alan zengin ülkeler, doğurganlık oranlarının rekor seviyede düşmesi nedeniyle “nüfus azalması”yla baş etmeye çalışırken, Türkiye’nin de üyesi olduğu Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) geçtiğimiz ay içinde önemli uyarılarda bulundu. Örgütün yayınladığı rapora göre, 1960’ta OECD coğrafyasında yer alan 38 “sanayileşmiş” ülkede kadın başına ortalama 3.3 çocuk doğum sayısı 2022’de 1.5’e inmiş. Bu sayı da, Birleşmiş Milletler’in hesapladığı dünyanın nüfusunu istikrarlı devam ettirebilme seviyesi olan, “dengeli doğum oranı” 2.1’in çok altında!
Asıl büyük soru...
Aynı raporda, 1975 doğumlu kadınlarda çocuksuzluk oranının, 1955 doğumlu kadınlar ile karşılaştırıldığında İtalya, İspanya ve Japonya’da iki kattan fazla artış gösterdiğinin de altını çizmiş. Diğer taraftan Avusturya, Almanya, Güney Kore, İtalya, İspanya ve Japonya’da, kadınlarda yüzde 20 ile yüzde 28 arasında bir çocuksuzluk oranı var.
Annelik yaşı ise bütün OECD ülkelerinde 2000 yılından beri yaklaşık üç yaş artarak 30’a yaklaşmış. İşte bu noktada da Paul Morland’ın “Kimse Kalmadı: Dünyaya Çocuk Lazım” kitabına atıfta bulunmak anlamlı olarabilir. Zira, Morland, kitabında 1950’de örneğin İtalya’da her 80 yaşındaki kişinin karşılığı olarak yirmiye yakın 10 yaş altı çocuk yaşadığını belirtiyor. Bugün ise aynı karşılaştırmada, oran 6’ya kadar düşmüş durumda. Benzer dönemde Tayland’da, her 80 ve üzeri yaşındaki yaşayana karşılık 70 10 yaş altı çocuk bulunurken, bugün resim neredeyse, 10 yaş altı çocukların, 80 yaşındakilerden daha az olacağı bir duruma gelmiş.
Her ne kadar OECD üyesi ülkeler, toplumsal cinsiyet eşitliğini ve aile destek politikalarını teşvik etmeye çalışsa da, OECD’nin hazırladığı rapor, bu çabaların yeterli olmayacağını, ülkelerin mutlaka “göç politikalarına” da bakması gerektiğini belirtiyor.
Tartışmayı uzatabilirim, ama asıl büyük soruyu en sona sakladım. “Dünyada insan çok, sığmıyoruz, kaynaklar yetmiyor” diye feryat eden biz, bugün azalan nüfus ileride sorun mu olacak, diye yan tarafta endişe duyuyoruz. Eh, gene aynı başlıkla, Ahmet Kaya’nın efsane şarkısının sözleri ile bitirelim: Bu ne yaman çelişki!