10.11.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Melisa Vardal - Şehirler sürekli değişiyor, dönüşüyor. Ancak bu dönüşüm, kimi zaman beraberinde kent belleğinin silinmesini, hafıza mekânlarının yok olmasını da getiriyor. Kimi zaman kentlerdeki tarihimiz yıkıma uğratılıyor, tarihi dokular ve kimlikler siliniyor. Contemporary Istanbul’un Tersane İstanbul’u mekân edinmesi bu tartışmaları daha da alevlendiriyor. Peki, kentsel dönüşüm nasıl olmalı? Hafıza mekânlarımızı koruyarak geçmişle gelecek arasında köprü kurabilir miyiz? Yıkımı önlemek, mahalleleri baştan yaratmaktansa insan odaklı bir dönüşüm mümkün mü? Bu sorulara yanıt ararken Prof. Dr. E. Zeynep Suda, Doç. Dr. T. Gül Köksal ve Müze Bilimci Canan Gürgen’in görüşlerine başvurduk.
Doç. Dr. T. Gül Köksal - Mimar/Koruma Uzmanı
■ “Dokunun ürettiği ilişkiler üzerinden bakılmalı”
Hafıza mekânları söylemine dikkatle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Mekân politik bir inşa ve inşa edildiği koşulların sözünü taşıyor. Contemporary Istanbul’un çöktüğü tersaneler alanı üzerinden konuşursak; alandaki yapıların bir kısmı, tarihi fon oldu ve bir iki tabelada üç-beş tarihi bilgiyle yerinde tutuldu. Ancak alanda kurulmuş ilişkiler, mahallelerle olan bağlar koparıldı. Yapılar birer meta hâline getirilerek kültür endüstrisine sunuldu. Burada artık yeni bir hafıza oluşturmaya başlayacak; o da sanat piyasasına dönük olacak. Kalan yapılarla süren şey ise sistemin yarattığı sorunlar. Yani zamanındaki emek sömürüsü bu kez sanatçı emeği üzerinden sürecek. Yaratıcı, üretken, çoğul, neşeli bir kültür ortamı kurulmadı. Buna kent suçu diyorum. Hafıza meselesine yapıların korunması üzerinden değil, dokunun ürettiği ilişkiler üzerinden bakmak gerekiyor.
Prof. Dr. E. Zeynep Suda - Akademisyen/Yazar
■ “Eski emekçi mahalleleri ‘soylulaşıyor’”
Dünyada ve Türkiye’de pek çok kamusal alan ve hafıza mekânı dönüştürülüyor. Şehirlerdeki bu değişimin ardında ‘soylulaştırma’ gerçeği yatıyor. Eski mahalleler birer birer zenginlerin yaşam alanına dönüşüyor. Londra’daki Docklands, Atina’daki Gazi semti, İstanbul’da ise Tarlabaşı, Balat ve Galataport bunun örnekleri. Eskiden emekçi sınıfların yaşadığı bu mahalleler, şimdi bambaşka bir çehreye bürünüyor. Belli bölgeler sınıf atlıyor, sadece değişmekle kalmıyor, artık başka bir sınıf oradan yararlanıyor. Buna ‘Urban palimpsest’ deniyor; yani mahalleler âdeta ‘delete’ ediliyor, hafızaları, kimlikleri dokuları yıkama uğratılarak tamamen siliniyor. Peki ya ‘insan’ faktörü? Kentsel dönüşüm, yerinden etmeyi değil, birlikte dönüşmeyi hedeflemeli. Devlet ve belediyeler sorumluluk almalı. Aksi hâlde, hafıza mekânlarımız yok oluyor, kent belleği ve tarihimiz siliniyor.
Canan Cürgen Müzebilimci
■ “Kültürel belleğimizin koruyucuları işlevlen-dirilmeli”
Hafıza kavramı koruma, kaydetme, unutmama, hatırlama anlamlarını karşılar. Bu kavram mekân, insan ve zaman olmak üzere üç eksende çalışır. Bireyler ve toplumlar hatırlamak için mekânlara ihtiyaç duyar. Mekân, belleğin toplama, kaydetme ve geri çağırma işlevlerini yerine getirmek için ihtiyaç duyduğu alanı yaratır. Bu alan bir süre sonra bellek mekânı hâline gelerek toplumsal içerikleri barındırır ve geleceğe aktarır. Kamusal alanlar, belleğin zaman ve mekânla olan sıkı bağı açısından kentsel bellek için önemli unsurlardır. Korunması gereken; kamunun buluştuğu, kendinden, geçmişinden ve bugününden izler bulduğu birer kültür varlığımız olan Sirkeci ve Haydarpaşa Gar binaları, işlevleri ve yapılara içkin hafızalarıyla, kentsel dokuda kamusallığın canlanmasında etkili mekânlardır. Ortak kültürel belleğimizin koruyucuları olan, bize kim olduğumuzu hatırlatan bu mekânlar yeniden işlevlendirilerek yaşatılırken; başta o mekânlarda çalışan emekçiler olmak üzere, toplumun farklı sınıflarından bireylerin fiziksel ve ekonomik erişim engeli olmadan içinde bulunabileceği, kendisine benzeyen ve benzemeyenle paylaşabileceği karşılaşma ve bellek mekânları olmalıdır.