29.11.2023 - 07:01 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - BAFTA ve Golden Globe ödüllü yönetmen Ridley Scott’ın merakla beklenen filmi “Napolyon” izleyicilerle buluştu. Joaquin Phoneix’in Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart’a hayat verdiği film benzer kahramanlık öykülerini aktarmaktaki sorunlarımızı bir kez daha ortaya çıkardı. Büyük bir coşku ve kenetlenmeyle kutladığımız Cumhuriyetin 100. yılı aynı zamanda bu özel yıla özgü üretilen ve üretilmeyen eserlerle de epey tartışıldı. Görkemli anlatılan tarihimiz sanatta henüz karşılığını bulamamış görünüyor. Peki kahramanlık öykülerini, tarihi anlatıyı, destanları sanat yoluyla aktarmakta neden zorlanıyoruz? Alanında öne çıkan isimlere sorduk.
Göğüs kabartan...
Müzik yazarı Yavuz Hakan Tok: Kahramanlık, ülke ve vatan sevgisi, milli birlik ve beraberlik gibi temalar bildik bileli marşların ve türkülerin konusu oldu memlekette. Ülkedeki herkesi aynı müşterek duyguda buluşturan, dinlerken ve bir ağızdan söylerken coşturan, göğüs kabartan popüler şarkılarımız pek olmadı. Athena’nın “12 Dev Adam”ı basketbol milli takımı için yazılmış ve söylenmişti. Tarkan “Bir Oluruz Yolunda”yı aşk temalı bir şarkısının sözlerini değiştirerek futbol milli takımına uyarladı. Benzer çok örnek var. Spor müsabakalarında stadyumları, salonları, televizyon başında, sokaklarda insanları coşturan şarkılar hep oldu ama milli bayramlarda, kutlamalarda marşlar ve kahramanlık türkülerinden öteye pek geçemedik. Fikret Şeneş’in aslında Kıbrıs Harekâtı için yazmadığı ama tam da o günlerde Ayten Alpman’ın sesinden dillere düşen “Bir Başkadır Benim Memleketim” ise bütün bu genellemenin dışına çıkabilen, yıllar boyunca siyasetler üstü kalabilen ve bugün hâlâ herkesi aynı ortak duyguda birleştirebilen tek şarkı oldu.
‘Yüzleşmek gerek’
Tiyatro eleştirmeni Zeynep Aksoy: Bütün resmi tarihler mit’tir aslında, masaldır yani. Bütün gerçekliğiyle anlatılmazlar asla. Bu evrensel olarak böyle. Geçmişle ilgili iyi bir şeyler üretebilmek için öncelikle o geçmişe objektif bakabilmek lazım. Hiçbir şey sadece bir kahramanlık hikâyesinden ibaret değildir. Çok boyutlu ve objektif bakabilmek ve resmi tarihi sorgulamaktan korkmamak lazım. Ama Cumhuriyetin 100. Yılı gibi durumlar tabii ki resmi anlatıyı yeniden üreten yaklaşımlara yakın olacaktır. Sorgulayan işler izlenme şansı bulamayacaktır. 100. yıl marşı örneğin bir marş formatında gayet düzgün bir iş, hiçbir sorunu yok. 100. yıl romanı, oyunu, filmi, dizisi… Bunları yapamıyoruz. Çünkü yüzleşme gerektiriyor.
Edebiyat eleştirmeni Turgay Fişekçi: Tarihsel kişilikler her zaman edebiyatın konusu olmuştur. Bir sanat eserinde bir karakter yaratmak ne kadar zorsa tarihsel bir karakteri bir sanat eseri içinde yeniden yaratabilmek de o denli zordur. Bu yüzden tarihi karakterlerin boy gösterdiği sanat eserleri kimi zaman başarılı kimi zaman da başarısız olur. Burada temel ölçü yaratılan kişiliğin şematik unsurlardan kurtulup gerçek bir kişiye dönüşüp dönüşememesidir.
‘Mesele özeleştiri yoksunluğu’
Sinema eleştirmeni Uğur Vardan: Bence bu tür müsamere tarzında çekilmiş filmlerin çok basit bir gerekçesi var; ele aldıkları karakterin ya da karakterlerin insani yönlerini perdeye taşımaktan, doğru çizgilere oturtulmuş portrelerini çizmekten, düşe kalka geçtikleri yolları yansıtmaktan kaçınıyorlar. Elbette bu tür gerçekçi biyografiler anlatmaya kalktıklarında tepki alacaklarını, eleştirileceklerini düşünüyorlar, “resmi ideoloji”nin dışına taşmaktan korkuyorlar, çekiniyorlar. Sinemamızın yıldızlarının ya da futbolcularımızın öykülerini anlatan kitaplara bakın; hep başarı, hep yükseliş dönemleri, hep zirve... Düşüş, tökezleme anları, hatalar, hesaplaşmalar, insani duygular, kaygılar, korkular, psikolojik eşikler yok o kitapların sayfalarında. Bütün bu reflekslerin nedenini kuşkusuz ilk elde mükemmeliyet arayışı olarak adlandırmak mümkün ama ben asıl meselenin özeleştiri yoksunluğu ve hesaplaşma duygusundan kaçınmak olduğu kanısındayım.