18.05.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - 1921-1992 yılları arasında yaşamış Hintli sinemacı Satyajit Ray, yedinci sanatta ülkesinin ilk uluslararası yıldızlarının başında geliyor. İlk filmi “Pather Panchali” ile 1956’da Cannes’da Altın Palmiye için yarışıp festival tarihinde sadece bu film için verilen En İyi İnsani Belge Ödülü’nü kazanıyor. İki sene sonra BAFTA’ya da aday oluyor. Berlin Film Festivali’nin de müdavimlerinden. Yedi kez Berlin’de yarışıyor. “Susuz Yaz”ın Altın Ayı kazandığı 1964 yılında o da “Mahanagar” ile En İyi Yönetmen seçiliyor. Kariyeri boyunca 36 film yönetiyor; çoğunluğu çocuklara ve gençlere hitap eden çok sayıda hikâye ile roman yazıyor. Aynı zamanda ressam, kaligraf ve besteci de. 1992’deki vefatından kısa bir süre önce, o yıl Akademi’den Onur Ödülü alıyor. Ödülün verilme gerekçesi, “Sinema sanatında nadir görülen ustalığı ile dünyanın her yerindeki sinemacılar ve izleyiciler üzerinde silinmez etkisi olan derin, insani bakış açısı.” Ray törene katılamıyor ama önceden Kalküta’da kaydedilen konuşması ile teşekkür ediyor. Bu da muhtemelen son demeci oluyor. Sadece ülkesinin değil, tüm zamanların en büyük yönetmenlerinden biri olarak görülen Satyajit Ray’ın sinema yazılarından oluşan kitabı “Bizim Filmlerimiz Onların Filmleri” Suzan Sarı’nın çevirisiyle VakıfBank Kültür Yayınları tarafından yayımlandı. Kitabın ülkesi Hindistan’daki ilk basım yılı 1976, ABD ve İngiltere’de ise 1992.
John Ford’a övgü
Kitap, 1940’ların sonundan 70’lere uzanan zaman diliminde Ray’ın Hint sineması ve Batı sinemasına dair görüşlerini bir araya getirmesi açısından değerli bir arşiv çalışması niteliği taşıyor. Ray’ın Avrupalı sinemacılar hakkındaki yorumları dikkat çekici. Örneğin Fellini’yi romantik, Antonioni’yi ise tam tersi olarak tanımlıyor. Ve “Daha kapsamlı kavrayışı, kıvrak zekâsı, canlılığı ve iyimserliğiyle Fellini’nin yaratıcı yaşamının Antonioni’ninkinden daha uzun süreceğine inanıyorum” diyor. Sesli sinemanın bir anda sesiz sinemanın üzerini çizmesine itiraz ediyor. Sinemanın özünün illaki sesle ya da renkle elde edilemeyeceğini özellikle belirtiyor. Bu açıdan Chaplin ve Keaton’ın filmlerinin pek çok “modern” yapımdan daha çok şey anlattığının altını çiziyor. Kitabın son bölümünün John Ford’a övgüye ayrılmış olması da manidar. Ford’un filmlerinin mükemmelliğini, detayda yatan gizem ve şiirsellikte bulan Ray, onu saf bir sinema dehası olarak tanımlıyor. Hint sinemasına dair görüşlerinin özellikle “O Şarkılar” başlığı altındaki kısmı hayli dikkat çekici. Filmden ziyade şarkıları önplana çıktığı için bazen “küçümsenen” ülke sinemasının özetini gerçekçi şekilde şöyle yorumluyor: “Hintlilerin, Batı toplumları gibi vodvil, tiyatro vs. gibi seçenekleri yok. Süregiden bu gösteri, romans, şarkı ve dans açlığının bir şekilde karşılanması gerekiyor. Bunu sinema da yapamazsa hiçbir şey yapamaz.” Sözün özü, “Bizim Filmlerimiz Onların Filmleri”, sinema tarihinin günümüze yansımalarını detaylıca tahlil etmek isteyenlere, tam da içeriden ve gerçekçi bir bakış sunuyor.