13.05.2011 - 20:43 | Son Güncellenme:
NECMİYE ALPAY
“anladım ki bir kitap
bir kitabın içinden okunabilir sadece”
Dağdaki Emirler” Enis Akın’ın yeni şiir kitabı. Kapağa, yukarıdaki iki dizeyi resmetmek için olmalı, kitabın kendi içinin fotoğrafı konulmuş: ‘Kitap içi kitap’ fikrini resmeder gibi. Şiirlerde başka şair ve yazarlara dolaylı dolaysız göndermelere rastlıyoruz. Anlatım düzleminin ‘içinden okunduğu’ zarf ise kutsal kitaplar.
Enis A.’nın şiirleri şaka gibidir, son derece dinamik. Bu yedinci şiir kitabında şaka gibilik dozu hayli yükselmiş, meydan okuma ya da cüret düzeyine ulaşmış. İçeriği de düşününce diyebilirim ki şair, verili olanı bütün düzeylerde silkeliyor.
Cüret Enis A.’nın kuramsal çabasında da gözlemlenen bir özelliği. “Kekeme Türk Şiiri” adlı poetika kitabında ‘kekeme’ sıfatını olumlu bir kavrama dönüştürmeyi başarmıştı. İlgili altbaşlık, “Bir Erdem Olarak Kekeme Büyük Türk Şiiri”ydi.
Eşsiz bir yoğunluk
Beni onun adıyla ve şiiriyle ilk kez karşılaştıran, 1980’lerin ikinci yarısında Edebiyat Dostları dergisindeki bir şiiriydi. Şiirin adı, “vahşi batının kızılderelileri”. Okuduğumda havalara uçmuştum.
Kızıldereliler! Dizgi hatası yoktur burada. Şair iki güçlü çağrışımı birleştirerek şiire eşsiz bir yoğunluk kazandırmıştır.
Gerçekte dizgi hatası olasılığı o zaman aklımdan bile geçmemişti. Şimdi aklımdan geçiyor, çünkü Enis A. bu şiirini de aldığı ikinci kitabı “Öyleyse Ayrılalım”ın girişine “bu kitapta dizgi hatası yoktur” notunu düşmüştü...
“Dağdaki Emirler” adamakıllı tensel, adamakıllı toplumsal, şaşırtıcı ve kapsayıcı. Bilgikuramsal tekinsizliklerle oynuyor. Bizi hem bir çocuksuluğa davrandıran hem de aynı anda trajik bir anımsamayla kendimize getiren, cevval bir söylem:
“ey türk milletiydik
ismimiz okunurdu tarih dersinde:
aya ayak basan ilk türk kimdir?
ellerimizi kaldırırdık havaya: adnan menderes!”
Kutsal metinleri andırıyor
Kitabın adındaki “emirler” sözcüğünden tahmin edilebileceği üzere metnin bütünü 10 bölüm (10 ‘hikâye’) ile, bir giriş, bir de sonuçtan oluşuyor. Giriş ve sonuç bölümlerinin anlatımı kendine özgü: Kutsal metinleri andırır bir biçimde, nokta yerine ‘ve’ bağlacı kullanılarak düzyazı biçiminde yazılmış. Bu iki bölüm, aradaki 10 ‘hikâye’ boyunca da kendi özerkliğini koruyarak devam ediyor ve böylece kitabı hem bütünlüyor, hem de parçalılığı gösteriyor.
Kitabın motiflerinden biri “ibrahim”. Konuşan kişi kitap boyunca bu adla hesaplaşıyor:
“benim adım ibrahim
hayır
tanrının oğlu değilim
ama bir gece uyandım
ve bu kitap vardı
günahkâr sağ elimde
ve adım benim ibrahim”
Şairin “bu kitap” dediği, bizim elimizdeki şiir kitabı olabileceği gibi, kutsal kitap da olabilir; metnin bağlamı her iki yorumu da meşru kılıyor. Metin geliştikçe bu iki olasılık arasında gidip geliyoruz. Bazen kutsallık duygumuz kabarabiliyor (“fâtiha”, “yemin”, “miraç”), ama “rahman ve rahim” sözünün hemen ardından, “rahim”le çok güncel bir çağrışıma giren “kanser” sözcüğünü görünce, kutsallık duygusu tuzla buz oluyor, şiirin gündelik hayatı zihnimizi çeliyor.
İbrahim, bir yerde “ibrahim enis”tir. Bir başka yerde de, kalpakkaya oluyor. Dizgi yanlışı olabilir mi? ‘Kaypakkaya’ değil, “kalpakkaya”...
Dağdaki emirler kitabı, Enis A.’nın şiir külliyatında bir kopuştan çok, deyim yerindeyse ‘bozgunculuğun’ arttığı, imgelerin inceldiği bir uğrak gibi duruyor. Bundan önceki kitabı “Güzel Boşluk”, görselliğin ağır bastığı şiirlerden oluşuyordu. “Dağdaki Emirler” onun çizgisine değil, ondan önceki kitap “Çok Sevmek”in çizgisine yakın.
“Çok Sevmek”te “Annem ölüm” adlı bir şiir vardır. Boris Pasternak’ın “Kızkardeşim Hayat”ı ile İsmet Özel’in “Sevgilim Hayat”ına nazire gibi. “Annem ölüm”, yeni kitapta yinelenen “ölüm usta” dizesinin evveliyatı gibi.
Enis A., Sylvia Plath’la ilgili, 2004’te yayımlanan bir çalışmasında şöyle diyordu:
“Felsefenin yollarını önce şairler yürür; aklın ezberlenmiş yollarının dışında her zaman bir yol vardır...”
O yolda herhalde şiirin hâlâ verebildiği heyecanla yürünür.