30.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı - İstanbullular için kar esaretinin başlamasına sadece birkaç saat kalmıştı. Alan Kadıköy'e doğru yol alırken İstanbul'a kar ne zaman haberli gelmiş ki diye bilmiş bilmiş düşünceler geçmekteydi aklımdan. Her yer kuru, hava da tüm iddialara karşın dondurmuyordu. Kapılarını yeni açan mekânlardan biri olan Alan Kadıköy'e bir parça erken gitmenin avantajıyla "XX. Yüzyılın 20 Modern Türk Sanatçısı 2021" adlı sergiyi gezme fırsatı da yakaladım. "Beni Sakın Yumruklardan"ı izlemek için salona girdiğimde zihnim Fikret Muallâ'nın, Burhan Doğançay'ın renkleriyle bezeliydi. Üstelik hemen yanımda içeri girmek için bastonuna yaslanmış kapıların açılmasını bekleyen bir hanımefendi de içimi ısıtmıştı çoktan. Ama hayat zor. Oyun da sertti hâliyle. Yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali'nin üstelendiği oyunu Ceren Ercan kaleme almış. Yelda Baskın rejisinde, Ecem Uzun ve Yiğit Sertdemir'i izliyoruz. Dış seste Alican Yücesoy var.
Belki bir yanıtı yoktur
İki ayaklı mikrofon ve bir pano dışında sahne bomboş. Belli ki yönetmen bizden biraz dikkat istiyor. Önce Egemen karakterine hayat veren Yiğit Sertdemir geçiyor mikrofon başına. Bir açık mikrofon gecesinde 30'ların sonunda ya da 40'larının başındaki beyaz yakadan sıyırmış Egemen'in halkla tanışma ve eşiyle boşanma hikâyesini dinliyoruz. Özellikle halk dediğimiz şeyin hep bizden başkaları olduğuna dair "naif" düşüncemiz metinde başarıyla aktarılmış. Egemen'in sahneyi terk etmesiyle Ecem Uzun yani Hilal geçiyor mikrofon başına. "Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?”nın diğer versiyonu “Annene mi daha çok benziyorsun babana mı”dan aile bağlarımıza ve onlarla nerede kopmaya başladığımıza incelikli bir dokunuş yapılıyor. Hilal adı üstünde milliyetçi bir ailenin kızı. Bir süre önce başörtüsünü çıkardığı için de onu gölge gibi takip eden "Neden"lerin, "Niçin"lerin altında yaşamaktan sıkılmış. 20'li yaşlarda sorduğumuz tüm soruları o da soruyor. Cevabı bulamadıysanız üzülmeyin Hilal de bulamıyor. Hem belki bir yanıtı da yoktur... Açık mikrofonda birilerinin sizi gerçekten dinlediğine bile emin olmadığınız bir atmosferde karakterlerimiz, bir yandan kuruyemiş tabağındaki Antep fıstığını bulmaya çalışıp diğer yandan kendilerini videoya alan seyircilerden birinin "hassas" olduğumuz meseleleri "mavi kuş"a fısıldamasıyla kendi hâllerindeki yılgınlık ve komiklikleriyle bir anda memleket meselesine dönüşüyorlar. Kim bilir belki de her ölümlü hashtag olmayı da tadacaktır! Açık mikrofonda kendilerine söylemediklerini yüksek sesle başkalarına söylemenin dayanılmaz hafifliği içerisinde yolları kesişen iki karakter, eve gitmek istemedikleri gecenin sonunda kendilerini Türkiye örneklemi diyebileceğimiz bir çorbacıda buluyor.
Çorba kadim bir lezzet olduğu kadar içine attığınız pek çok baharatı ve sebzeyi öğüten ve günün sonunda herkesin benzeştiği ama aynı zaman da karın da doyurduğu için hep içinde kaldığımız bir şey olduğu için feci halde memlekete benzer. Çorbacıda olup bitenler aslında hikâyenin de bir parça sarpa sardığı, zihnimizin ve ruhumuzun da yorgunluğunu en fazla hissettiğimiz nokta. Bir yandan teknoloji, diğer taraftan hey taksi derken tüm bunları yaşıyor ve nefes alıp vermemize yaşam dediğimize hayret ediyor insan. Bu yüzden oyunun finali kıymetli. Diğer yandan aynanın yerini epeydir ön kameralarımız aldı. Bu yüzden belki de bir uyarı tabelası olmalı oyunu izlemek isteyenler için. Aynaya bakmaya, kısacası yüzleşmeye hazır mısınız? Cevabınız evetse şimdiden iyi seyirler. Sizi Ecem Uzun ve Yiğit Sertdemir'in yalın oyunculuklarıyla hikâyeyi daha da sahici kılan 75 dakikalık performansları bekliyor.
Yelda Baskın: “Oyunculara çok iş düşüyor”
Meselesi çok karmaşık bir teksti yalın bir rejiyle anlatmak nasıl bir alan açıyor?
Oyun bir açık mikrofon gecesinde başlayıp, sosyal medya linci ve bu lincin varabileceği en sert yerde, sokakta bitiyor. Bu tür metinler yönetmen ve oyunculara kendi dünyalarını kurabilmek için boş alan sağlar. Bu sadelik içinde oyunculara çok iş düşüyor.
Sizin tüm bunlarla başa çıkma yönteminiz nedir?
Bundan bir ay evvel bu soruya tiyatro yapabilmek beni yumruklardan sakınıyor diyebilirdim. Şimdiyse yumruklardan sakınmanın pek bir yolu yok diye düşünmeye başladım. Ama birliktelik, bir arada olabilme hâli, umudu yumruklar sonrası yaralarımı hızla sarıyor, sarabilir. Tiyatro kolektif bir üretim alanı… Daha konservatuvarda rol, oyun çalışmanın yanında oyun arkadaşlarımızla yan yana durabilmeyi de öğreniyoruz. İşte yönettiğim, oynadığım oyunların seyirciyle buluşabilmesi yediğim yumruklardan kalan yaralara iyi geliyor.
İBB Şehir Tiyatroları’nda “Kutlama” zamanı
İBB Şehir Tiyatroları perdelerini “Kutlama”ya açtı. Harold Pinter’in yazdığı Cevat Çapan’ın çevirdiği ve Yıldırım Fikret Urağ’ın yönettiği, “Kutlama” adlı oyun geçtiğimiz hafta Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde prömiyer yaptı. Ömrü boyunca insan hakları mücadelesi vermiş Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Pinter’ın son oyunu olan “Kutlama” şehrin en lüks restoranında herkesin birbirini küçümseyerek kendi varlığını yücelttiği, ağzına geleni söylediği, evlilik, tanışma, yükselme gibi nedenlerle sözde “kutlama” yapılan bir akşam yemeğinde geçiyor. Dramaturgisini Dilek Tekintaş’ın, sahne-kostüm tasarımını Sebahat Çolakoğlu’nun, ışık tasarımını Mahmut Özdemir’in, efekt tasarımını Harun Özdamar’ın, koreografisini Hamit Erentürk’ün yaptığı, fotoğraflarını Nesrin Kadıoğlu’nun çektiği oyunda Can Ertuğrul, Çağlar Polat, Erkan Sever, Gizem Akkuş, Orçun Tekelioğlu, Özgür Efe Özyeşilpınar, Pınar Demiral, Selim Can Yalçın, Selin İşcan, Şehnaz Bölen Taftalı rol alıyor. Yönetmen Yıldırım Fikret Urağ, Harold Pinter’ı şu sözlerle anlatıyor: “Güvendiğimiz dağlara kar yağan bir dünyada Pinter gibi yazarlar, üzerimize doğru gelmekte olan kasırgayı çok önce gören, hisseden ve toplumları uyaran işaret fişekleri gibi. İnsanın içine düştüğü ve görünen o ki kendini yok etme pahasına içinde debelenmekten irkiltici bir zevk aldığı bataklığı; dolaysız, sözü pek, hatta acımasız bir biçimde yüzümüze vuran bir tiyatronun temsilcisi de diyebilirim onun için. Onun oyunlarında gördüğümüz; anlamdan yoksun, uyumsuz bir dünyanın, insan eliyle yaratılmış ve yine insanı tüm çaresizliğiyle içine çeken girdabıdır.” Oyun, 9-12 Şubat 2022 tarihleri arasında Ümraniye Sahnesi’nde izleyicilerle buluşacak.