Bugüne kadar Fawcett Society, Booker Roman Ödülleri, Guardian Fiction ödüllerini kazanan ve 10’un üzerinde roman kaleme alan Pat Barker, yeni romanı “Kızların Suskunluğu” ile eleştirmenlerden övgüler toplamaya da devam ediyor.
Yazarın yeni romanı “Kızların Suskunluğu” Seda Çıngay Mellor’un çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından okurla buluşturuldu. Homeros’un “İlyada”sını bu sefer suskun kalmış, bastırılmış, duyulmamış, görmezden gelinmiş kadınların gözünden; o kahramanlık hikâyelerinin aksine sıradan hayatların tablolarını çizerek anlatıyor Pat Barker. Yanı sıra “İlyada”yı ve bu destandaki karakterleri yeniden inşa ediyor ve Hélène Cixous’nun Medusa’sı gibi esir kadın Briseis’in de güzel olduğunu, gülücükler saçtığını hatırlatıyor. Pat Barker “Kızların Suskunluğu” romanıyla edebiyat tarihine yeni bir bakış sunarken feminist yazına önemli bir eser kazandırıyor. Baker, yeni romanı vesilesiyle Milliyet Sanat’ın sorularını yanıtladı...
“Kızların Suskunluğu”nda “İlyada” destanında sesini duymadığımız kadın karakterlere ses ve söz veriyorsunuz. Bunu yaparken de daha önce anlatılmamış hikâyeleri anlatıp duyulmamış diyalogları aktarıyorsunuz. Bu müthiş bir şey. Nereden ilham aldınız?
Tabii ki “İlyada” destanının kendisinden! Kitapta Agamemnon ile Akhilleus’un iki kız için kavgaya tutuştuğu o açılış bölümünü okuduğumda kızların, kendi kaderlerinin başkaları tarafından ve kendileri bu konuda herhangi bir şey söyleyemeden belirleniyor olması bana çok acımasız geldi. Sadece nesneden ibaretlerdi.
Romanınız ölüm sahneleriyle, öldürülen çocukların, şiddetin, tecavüzün, hırpalamanın yoğun olduğu güçlü ve bir o kadar korkunç sahnelerle dolu. Ama erkeklerin ve kadınların günlük hayatlarına dair de ayrıntılar var. Erkeklerin ve kadınların o dönemde şahit olamayacağı özel anlarına dair, kahramanlıkların yazıldığı anlardan ziyade sıradan anlara dair hikâyelerle de karşılaşıyoruz. Tüm bunlar için araştırma süreciniz nasıldı?
Yeniden, bir kez daha, “İlyada” sayesinde. “Kızların Suskunluğu” daha çok diğer kitapla bir sohbet, yaklaşık iki bin yıllık bir boşluğun üzerine yapılan bir sohbet gibi de okunabilir. Bunun yanı sıra müzelerde çokça vakit geçirdim, o dönemin kalıntılarını inceledim. “İlyada”da karşıma çıkan en güçlü şeylerden biri zanaatkârlığa olan saygıları ve güzel şeylere besledikleri aşk oldu tıpkı Yunanlarda ve Troyalılarda olduğu gibi-.
Bir epopeyi, tanrıları, tanrıçaları, kahramanları yapıbozuma uğratıp (yeniden) yazmak zorlayıcı oldu mu?Bugüne kadar içinde gerçek insanların yer aldığı çeşitli tarihî romanları yazmış biri olarak, bu romanda tarihi yazmadığımın ve buradaki karakterlerin bu anlamda gerçek olmadıklarının pekâlâ farkındaydım. Bariz pek çok anakronizmi de bu yüzden yaptım. Mesela, Yunanların Akhilleus ve Helen hakkında söyledikleri şarkılar aslında İngilizlerin rugby şarkıları.
‘İlyada’nın hikâyesi sizin hikayeniz’
Roman boyunca anlatıcımız esir düşmüş kadın olan Briseis. Onun gördüklerini görüyoruz, onun gittiği yerlere gidiyoruz, onun duyduklarını duyuyoruz. Neden anlatıcı olarak Briseis’i seçtiniz?“İlyada”da bahsi geçen bütün kadınları düşündüğümde koşullar bakımından en dramatik değişimlerin sancısını Briseis çekiyor. Kendisi kelimenin tam anlamıyla gündüzleri kraliçe, geceleri bir köle olarak yaşıyor; ayrıca yakın zaman önce kızın ailesini öldüren, evini ve şehrini yakan Akhilleus’a veriliyor. Haliyle okur romana şu soruyla başlıyor: Herhangi biri yeryüzünde bu şekilde nasıl hayatta kalır?
Romanınızı Türkçede okuyacak okurlarınıza ne söylemek istersiniz?Yalnızca şöyle derdim: Hoş geldiniz! Özellikle de aslen Yunanca yazılmış olsa da İlyada’nın hikâyesi daha çok sizin hikâyeniz olduğu için ve İlyada Türkiye topraklarında doğduğu için hoş geldiniz!