05.07.2017 - 17:53 | Son Güncellenme:
2001: Bir Uzay Destanı (İngilizce: 2001: A Space Odyssey), 1968 yılında Stanley Kubrick tarafından yönetilen bilimkurgu filmi. Senaryosu Kubrick ve ünlü bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke tarafından kaleme alınmıştır.Stanley Kubrick, Dr. Garipaşk filmini bitirmesinin üzerine bir bilimkurgu filmi çekmek ister; filme dönüştürülebilecek bir fikir geliştirmek üzere bilimadamı ve bilimkurgu yazarı Arthur C. Clarke'a danışır. Clarke da 'Sentinel' adlı kısa öyküsünü önerir. Bunun üzerine önemli bir ortaklık kurulur: Kubrick ve Clarke, eleştirmenler, sanatçılar ve izleyiciler tarafından sıklıkla en başarılı bilim-kurgu olarak anılan '2001: A Space Odyssey'i kurmaya başlarlar; Kubrick senaryoyu yazıp, geliştirirken, Clarke da aynı ismi taşıyan romanı yazar. Stanley Kubrick'in isteği üzerine, bu roman filmin gösterime girmesinden sonra yayınlanır.Film, alışılageldik anlatım yöntemlerinin dışına çıkması, zamanına göre son derece şaşırtıcı olan görsel efektleri, uzun süresi ve gösterime girdiğinden beri tartışılan sonu (Yıldız-çocuk sekansı) ile sinema tarihinde ün kazanmıştır.
Emekli müzik öğretmenleri Georges ve Anne mutlu bir yaşam sürdürmektedir. Anne’in bir kalp krizi geçirmesi ve ardından felç olması bu mutluluğa ve aşklarına gölge düşürecektir. Michael Haneke bu filmde aşk, sevgi, ölüm ve yaşlılık konularına değiniyor. Filmde ilerleyen yaşlarına rağmen aşklarını sürdüren bu çiftin ölüm karşısındaki tutumları ele alınmaktadır.
Erwin Leder' in mükemmel oyunculuğu ile psikolojinizi zorlamaya hazır olun...Değişken,sapık ve çocukluktan gelen saplantıları olan, sürekli öldürme ve acı verme eğilimli katilin hikayesi.Birinci sınıf bir psikolojik-gerilim/korku
Luis Buñuel'in Salvador Dalí'ye bir rüyasını anlatmasıyla başlayan film fikri Dali'nin katkılarıyla birlikte gelişir. Ayın önünden geçen ince bulut ile bir kadının gözünün jilet ile kesildiği sahne paralel kurgulanır. Bir adamın elinde yuva yapan karıncalar ortalığı sarar. İki dahinin rüyalarından doğan bu sürrealist yapım bir çok filme de ilham kaynağı olmuştur.
Sinema tarihinin en orjinal filmlerinden birisi olan film, David Lynch'in ilk uzun metraj filmidir. Dev makinelerin çalıştığı dumanlarla kaplı bir evrende geçen filmde Jack Nance'in canlandırdığı Henry Spencer'ın özürlü kız arkadaşı olan Mary X'den (Charlotte Stewart) mutant bir çocuğu olur. Bu öykü etrafında ilerleyen film, 30 dakika boyunca Spencer'ın kabusuna bizi davet eder. Bir sürü rahatsız edici imge, izleyicinin algısını allak bullak eden bir ses bandı ve siyah-beyaz görüntüleriyle, 'Eraserhead' bir deneysel sinema başyapıtıdır. Filmde fantastik görüntüler çoğunluktadır.
Ben Küba'yım, yapımcılığını Mosfilm'in yaptığı yönetmenliğini de Mikhail Kalatozov'un üstlendiği 1964 yılı yapımlı Sovyetler Birliği-Küba yapımlı bir filmdir.
Bir kurban törenine hesapta olmayan bir şekilde karışmak ve yaşananlara müdahale etmeye çalışmak herkesi huzursuz edecektir illa ki. Carl Denham yönetimindeki bir film ekibi bu işe soyunmak zorunda kalmıştır. Sarışın başrol oyuncusu Ann Darrow’u gözlerine kestiren yerliler daha sonra kampı basıp genç kadını kaçırırlar. Ann’i zincire vurup, tanrı olarak tapındıkları Kong isimli dev bir gorile kurban etmeye kalkışırlar. Ancak goril Ann’e aşık olur. Durumdan kendine görev çıkaran Darrow ve ekibince etkisiz hale getirip, bir Broadway şovunda kullanmak üzere gemiyle New York’a taşınır. Ancak her şeyin karşısında sapasağlam duracaktır. King Kong, sinema tarihine ve fantastik eserlere en çok damgasını vurmuş yapımlardan biri.
Olaylar 1944 yılında Nazi Almanyası'nın kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan ve "Salò Cumhuriyeti" olarak da bilinen faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'nde geçer. Şehrin ileri gelen seçkinlerinden dört sefih 9 kız 9 da erkek 18 genç insanı yakalayıp bir şatoya kapatırlar. Beraberlerindeki 4 yaşlı fahişe ile birlikte 120 gün boyunca bu genç kölelere bir dizi fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygularlar.
İlk post-modern filmlerden biri olarak kabul gören film, avangart sinemacı Kenneth Anger'ın imzasını taşıyor. Kısa belgesel formatındaki film, kamerasını motorsikletlilerin dünyasına doğrulturken temel olarak Scorpio adında belalı bir motorcunun yaşamına odaklanıyor.
Hikaye boyunca etrafındaki hayatla ve yolunun kesişeceği "toplumun pisliğiyle" bir türlü iletişim kuramayacak olan Travis, en nihayetinde ipleri eline alacaktır. Üstelik gündüzleri izlemeye gittiği belden aşağı filmlerdeki "vahşi" bir stilde.